Bu, gece yatısı misafirliklerinin adet olduğu, akşamları evlerimize dönünce, hiç beklemediğimiz misafirlerin gelmiş olduklarını öğrendiğimiz ve evimizin havasını biraz kendilerine göre tadil edilmiş bulduğumuz zamanlardı.
Bunun için, o zamanlarda, evlerimize dönünce ilk işimiz kapıyı açanlara bir misafir gelip gelmemiş olduğunu sormak olurdu. Bir akşam böyle bir sualime cevap olarak, Huriye Hanımın bizde bulunduğunu öğrenince sevinmiştim.
Zira bu, yüzü çirkin, fakat zekası keskin kadının, biraz kapanık evimize dışarının seslerini, hatta haykırışlarını duyuracak ve oturduğumuz odanın bir kanapesinde yatan hasta annemin fikirlerini havalandıracak canlı gevezeliğini bilirdim. O, bir zurna gibi duyulan çatlak sesiyle alemi çekiştirip, öfkesi kendi kendine kızışan hasbıhallerle, sesi gittikçe yüksele yüksele saatlerce söylenirdi. Annemin uzanmış bulunduğu odaya daha girerken Huriye Hanımın bir erkek sesini andıran kalın, yağlı sesiyle, adeti gibi birini çekiştirdiğini duymaya başladım. Hatırımda aşağı yukarı şöyle kalmış monologlarından birini söylüyordu:
"- Beceriksiz mi beceriksiz, pısırık mı pısırık!.. A, ne yapayım ben böyle erkeği... Onun bilgisi de, iyiliği de kendinin olsun!.. Saffet Hanımın hiç şikayet ettiği yok ama, zavallı kadının sesi çıkmaz da ondan!.. Lakin kadıncağızın biraz geçineceği olmasa belki bugüne bugün ikisi de aç kalırlardı!.. Zaten yavaş yavaş, akide şekeri gibi, uçlarını kıra erite biçare kadının nesi var, nesi yoksa hepsini yediler ya!.. Ortada bir oturdukları ev kaldı!.. Gûya beyim iş yapacak, bilmem ne koz kıracak da bir gün zengin oluverecekmiş!.. Bursa’daki o meşhur pamuk işi!.. Artık bu masalla Mısır’daki sağır Sultanın kulakları doldu!.. Gene meydanda bir şeyler yok!.. Hani Nasrettin Hoca etrafını saran alacaklıları-
na: 'Yol kenarına çalı dikeceğim, geçen sürülerin yünlerini toplayacağım, satıp da sizin paranızı vereceğim!’ demiş. Bu da onun gibi bir şeyler! .. Bu iş için bir de yazıhane tutmuş!.. Her tarafa mektuplar yazmış, fakat hiç bir yerden bir cevap alamamış!.. Evdeki safdiller onu sabahtan akşama kadar işini yoluna koymaya uğraşıyor, gelecek altınlara yer hazırlıyor zannededursunlar, Fahim Bey evden idarehaneye sefertasiyle yemek taşır, bunları afiyetle yer, sonra herkesin kiralanacak yazıhane arayıp da bulamadığı mermer merdivenli, o canım Aslan Hanında ne yaparmış bilir misin, Hanım?.. Söylesem inanmayacağın gelir!.. Meğer, sefer-tasında taşıdığı yemekleri yarı soğuk, yarı sıcak yedikten sonra yatar da bol bol uyurmuş!.. Gel de sen buna kızma!.. Dünyada hiç böyle manasız iş mi olur?.. Ayol, sen böyle her gün istihâreye mi yatıyorsun?.. Hiç insan bunca para vererek yazıhane kiralar da Galata’nın çamuruna bata çıka elalemin hanında uyku çekmeye gider mi?.. Uyumak istiyorsan sanki evinde yatak, kerevet, ka-nape mi yok?.. Bak, geçen gün, Saffet Hanımda yoğurtlu bulgur pilavı yemiştik. Yemekten sonra beni bir ala uyku bastırdı. Ben de misafir odasına çekildim. Bir kanapenin üstüne uzandım. Oh, öyle bir rahat uyudum ki, tarif edemem!.. Senin bu kadar da mı aklın yok, a musibet?.. Sen de bari salonda bir yer bulup zıbarsan a!.. Sonra dünyanın öbür ucunda ufak bir patırdı olsa, küçük bir harb ihtimali başgösterse Beyimin ödü kopar!.. Zavallı Saffet Hanımın yufkacık yüreğini de yerinden oynatır!.. Ayol, alemin gidişatından sana ne? .. Sen sadrazam mısın, yoksam hariciye nazırı mısın, a mubarek!.. Sana ne oluyor, şunu bir anlat bakayım!.. Dünyanın derdini söyliye söyliye biçare Saffet Hanımı da dertli etti!.. A, vallahi hep kendi zibidiliği meydana çıkmasın diye karısını elalemin derdiyle oyalamak istiyor!.. Yediği naneye bak!,. Ben ne yapayım öyle erkeği!.. Beceriksiz mi beceriksiz!.. Pısırık mı pısırık!.. Aptalın biri, ahlaksızın biri vesselam!.. "
Ya?.. Fahim Beyden böyle bahsolunabilir miydi? Bunları duymakla gönlüm kırıldı, ve biraz kendime gelmek için düşündüm ki, hayatımızın ve tabiatımızın vak’alarına ve hususiyetlerine hariçten bakanlara bunlar çok kere zoraki ve gülünç gözükebildikleri halde, insanların derin hassasiyet tabakalarına nüfuz edilince bu hareketlerin ve bu hislerin ihtirama layık bir şeye delalet edebilecekleri görülür. Bunların saiki çok kere kendimiz, yahut baş-
kalan için duyduğumuz bir muhabbet, bir şefkat ve bunların neticesi olan bir aldanma ve aldatma ihtiyacı olabilir. Fahim Beyi bu kadar çekiştirmek sanki reva mıydı? Gençliğinde babası duysun da memnun olsun diye, boş bir konak tuttuğu gibi, yine, içinde hulya kurup uyumaktan başka bir şey yapamadığı Arslan Hanındaki yazıhanesini de hareminin gönlünü hoş etmek için tutmuş olabilecekti. Onun oraya her gün nice zahmetlerle taşınması da acaba Saffet Hanımın ümitlerini beslemek için yaptığı bir fedakarlık değil miydi? Oradaki rahatsız uykuları belki hep Saffet Hanımın güzel bir rüya görebilmesi içindi!
Annemle babam ayrılmışlardı. Babam Fahim Beyi iyi biliyorsa da, annem Saffet Hanımı hiç tanımıyordu. Fakat Huriye Hanım gibi onunla görüşen ve bize gelip giden üç, beş hanımdan hep "melek gibi bir kadın" olduğunu duyardık.
Fahim Beyse bu hanımlardan bir ikisinin kavlince saman altında su yürütenlerdenmiş! Vaniköyünde mi, Çengelköyünde mi, akrabalarından birinin bir eski yalısı ve burada teyzezadesi mi, halazadesi mi, pek genç ve oldukça güzel dört beş kızı varmış. O, arada bir, yazları, bu yalıya "kapağı attı mı" artık burada günlerce kalır, ve: "Yazılacak raporlarım, layihalarım var!" gibi bahanelerle, İstanbul’a bile inmezmiş. Burada, yaşına nisbetle daha genç, açık renkli, incecik kumaşlı alafranga esvaplar giyermiş ve uykudan kalkar kalkmaz, ta yine uykuya yatıncaya kadar, sabahleyin balık tutmak, ikindiyin gezinmek, geceleyin mehtap seyrini kaçırmamak gibi vesilelerle ikide bir sandala binmek, kürek çekmek, yahut evde keman meşkettirmek gibi bahanelerle de bütün vaktini bu genç kızların yanlarından ayrılmıyarak, onlarla neşeli, kahkahalı bir gençlik ve alafranga harem hayatı yaşarmış.
Hanımlar böyle söylüyorlardı ve ben onları dinlerken bu sözlerin içinden, bildiğim bir kokuyu duyar gibi, bir şeyler sezerek düşünüyordum: Bu anlatılan hayatın tekmil unsurları, yani Boğaziçi’nin münzevî bir köyünde bir eski akraba yalısı, içinde dört beş genç ve güzel amca veya hala kızları, yazılacağı söylenen ve muhtemeldir ki yazılamıyan raporlar, layihalar, İstanbul’a inmeden geçirilen günler, bu kızlarla müşterek bir hayat, sandala binişler, balığa çıkışlar, gezinmeler, oyunlar, mehtaba çıkışlar, musikî faslı, bütün bunlar Halid Ziya’nın -tam Fahim Beyin bu ya-dedilen geçnıiş zamanlarında intişar etmiş olan- "Bir Yazın Tari-
hi"nde hikaye ettiği hayatın unsurları ve bu hayat o hayatın ta kendisi değil miydi? Hanımlar bunları birer birer söyledikçe ben onun bu hikayeyi okuyarak, beğenerek ve onda tasvir edilen hayatı severek ve ona imrenerek kahramanını taklide özenmiş ve Bir Yazın Tarihi’ni yaşamak istemiş olabileceğini sanmıştım. Bilmek isterdim ki, bu kızlar arasında acaba bir çirkini, bir hastası da yok muydu? Zira diğer güzellerin yanında bulunmakla pek çok haz duyan Fahim Bey ihtimal ki hikayeye tamamen uymak için asıl onu sevmek istemiş, sevmiş, yahut sevdiğini sanmış olacaktı! Ben burada sadece bir "Edebiyatın hayatta tesir ve tahakkümü" vak’ası karşısında olduğumuza ihtimal veriyordum.
Fakat başka iki hanımsa, bu hikayeyi kısmen tağyir ve bu tabloyu tadil ile çizgilerini ve renklerini değiştirerek kıs kıs gülüşleri arasında: "Iş öyle değil!" diye başka şeyler fısıldıyorlardı: Evet, Fahim Bey daima kızların alakalarını celbetmek, onlara alim ve zekî, fedakar ve -Saffet Hanımı unutarak ve unutturmak istiye-rek- vefakar görünmek, kendisini ciddiye aldırmak ve beğendirmek İstermiş. istermiş ama, onun bu sevdalı ve manah halleri afacan kızları gülmekten bayıltırmış. Evet, Fahim Bey bu haşarı genç kızlara pek düşkünmüş ama, onlar kendisine yüz vermek şöyle dursun, bilakis kendisiyle şeytanca eğlenirlermiş. Aralarında tertip ettikleri bir oyunla her biri de ona ayrı ayrı merbut görünür ve kendilerine inandıkça katılasıya gülerlermiş. Bu öyle bir münasebetmiş ki, bunda birtaraf karşıki tarafı alaya alır, ve karşı-ki tarafsa bu tarafın azası hakkında ayrı ayrı aldanırmış. işte bu tehlikeli olmaktan ziyade gülünç münasebetin içyüzü bundan ibaretmiş!
Bize gelen giden bu hammların kimi: "Fahim Beyin talihi varmış ki Saffet Hanım gibi bir kadın bulmuş!", kimi de: "Saffet Hanım ne talihsiz kadınmış ki Fahim Bey gibi bir kocaya düşmüş!” derlerdi. Zira Fahim Bey imtiyaz işinin kendilerine bir servet temin edeceği vahimesiyle kadını bugüne kadar oyalamış. Meğer vaktiyle onların bir "Kredi Fonsiye" tahviline oldukça ehemmiyetli bir ikramiye isabet etmiş. Fahim Bey: "işime bir sermayedar bulacağım" diye bu parayı almış da Avrupa’ya gitmiş. Rivayete göre orada birçok kadınlarla düşüp kalkmış ve bir parasız dönmüş. Saffet Hanımın pek sevdiği, kıymetli, kapağı mineli ve mücevherli bir saati varmış. O kim bilir ne diller dökerek bunu da
kadıncağızın elinden almış ve satmış. Tabiat onlara çocukların şiirini ve tesellisini de nasip etmemiş. Saffet Hanımın zaten Allahtan başka kimsesi yokmuş. Fahim Beyin de, sözleri arasında ikide bir: "Düşündük de bütün efrâdı aile buna karar verdik," gibi bir cümle kullanmak âdeti olmasına rağmen, ne kardeşleri, ne de bunların -tahsillerine o kadar yardım etmiş olduğu- çocukları kendisini çokluk aramazlarmış. Hattâ, -sevdiğimiz insanların bize ihanet etmeleri beşer tabiatı iktizasından değil midir?- doğrusu, tamamen ihmal ederlermiş. Öyle ki, hiç bir neş’enin havalandırmadığı ve saatlerinin kâh işleyip kâh durduğu bu küçük evde şimdi yaşlanmış, şimdi ihtiyarlık arifesine gelmiş bu karı koca "arpacı kumruları" gibi ortada kalmışlar!
Annem, uzun rahatsızlık günlerinde, kimbilir böyle kaç defa dinlenmiş olduğu Huriye Hanımın sözlerinin tesiri altında kalıyordu. Saffet Hanımı hiç tanımadığı, Huriye Hanımın her zaman mübalâğalı ve hırslı sözlerine itimat etmek caiz olmadığım iyi bildiği, ve Saffet Hanım, ihtimal ki, rivayet olunduğu gibi, ko-casiyle iyi geçindiği halde, annem, Huriye Hanımın getirip götürdüğü haber, selâm ve naklettiği fıkra ve havadis kabilinden şeylerle, Saffet Hanımla kendisinin hissî karabetlerine itikad etmiş, ve onun, babamın arkadaşı bulunan Fahim Beyden senelerden beri kim bilir neler çekmiş olacağına, felâketini gizliyen kibar ve bedbaht bir kadın olduğuna hükmetmişti. Huriye Hanım ve sair bazı hanımlarla aralarında görüşürlerken ondan artık hep: "Zavallı Saffet Hanım!" diye bahsederlerdi. Zira o, Fahim Bey gibi bir adamla evlenmişti!