Seldon başını kaldırdı. Karşısında bir genç durmuş, onu aşağılarcasına, alayla süzüyordu. Yanında bir delikanlı daha vardı. O biraz daha gençti galiba. İkisi de iri yarıydılar. Güçlü kuvvetli gibi de gözüküyorlardı.

Seldon onları fazla abartmalı Trantor kılıklarına bürünmüş olduklarım düşündü. Birbirine zıt parlak renkler, enli, püsküllü kemerler, geniş kenarlı, yuvarlak tepeli şapkalar! Şapkaların kenarlarında uzanan pembe kurdeleler enselerine doğru iniyordu.

Matematikçiye göre bu inşam eğlendirecek bir kılıktı. Gülümsedi.

Karşısındaki genç, "Neye gülüyorsun, uyumsuz?" diye homurdandı.

Seldon onun bu kabalığına aldırmayarak nezaketle, "Gülümsediğim için özür dilerim," dedi. "Sadece kılığınızı zevkle seyrediyordum."

"Kılığımı mı? Ya? Ya sen ne giymişsin? Elbise dediğin bu iğrenç pislik de nedir?" Elini uzatarak Seldon'un Mapasına bir fiske vurdu. Matematikçi, bu gencin neşeli renkleri yanında benim ceketim utanılacak kadar donuk, kumaş da kaba, diye düşündü. Sonra, "Korkarım benimki Dış Dünyalılara özgü bir kıyafet," dedi. "Başka elbisem de yok."

Seldon küçük parkta oturan birkaç kişinin kalkarak uzaklaştıklarını farketti. Sanki bir mesele çıkacağını biliyor, orada olmak istemiyorlardı. Matematikçi, yeni edindiğim dostum Hummin de gidiyor mu? diye kendi kendine sordu. Ama bakışlarını, karşısına dikilmiş olan gençten ayırmanın doğru olmayacağını düşünüyordu. Bankta arkasına yaslandığında iskemlenin ön ayaklan hafifçe yerden kalktı.

Genç adam, "Sen Dış Dünyalı mısın?" dedi.

"Evet. İşte bundan dolayı bu kılıktayım."

"Bundan dolayı mı? Ne biçim lâf bu? Dış Dünyalı sözü mü?"

"Ben kılığımın size o yüzden garip geldiğini söylemek istedim. Ben bir ziyaretçiyim."

"Hangi gezegenden geldin?"

"Helicon'dan."

Genç adam kaşlarını çattı. "Bu gezegeni hiç duymadım."

"Orası büyük bir dünya değil."

"Neden geldiğin yere gitmiyorsun?"

"Gideceğim. Yarın buradan ayrılıyorum."

"Daha çabuk git! Şimdi!"

Genç serseri, arkadaşına baktı. Seldon onun bakışlarım izledi ve Hummin'i farketti. O kalkıp gitmemişti. Ama şimdi parkta kendisinden Hummin ve bu iki gençten başka hiç kimse yoktu.

Seldon, "Bu günü kenti dolaşarak geçirmeyi düşünüyorum," diye açıkladı.

"Hayır! Bunu yapmamalısın! Hemen geldiğin yere dönmelisin!"

Profesör gülümsedi, "Çok üzgünüm ama bu isteğinizi yerine getiremeyeceğim."

Genç adam arkadaşına, "Kılığını beğendin mi, Marbie?" diye sordu.

Marbie ilk kez konuştu. "Hayır. İğrenç. İnsanın midesini bulandırıyor."

"Onun herkesin midesini bulandırmasına izin veremeyiz, Marbie. İnsanların sağlıkları açısından sakıncalı bu."

Marbie, "Doğru, Alem," dedi. "Çok doğru."

Alem sırıttı. "Eh, Marbie'nin dediklerini duydun."

Bu sefer Hummin de söze karıştı. "İkiniz... Alem, Marbie... adınız neyse... buraya bakın! Yeteri kadar eğlendiniz. Neden artık gitmiyorsunuz?"

Hafifçe Seldon'a doğru eğilmiş olan Alem doğrularak döndü. "Sen de kim oluyorsun?"

Hummin homurdandı. "Bu senin üzerine vazife değil."

Alem, "Sen Trantor'lu musun?" diye sordu.

"Bu da üzerine vazife değil."

Alem kaşlarını çattı. "Trantor'lu gibi giyinmişsin. Sen bizi ilgilendirmiyorsun. Onun için başına belâ arama."

"Buradan gitmek niyetinde değilim. Yani iki kişiyiz. İkiye karşı iki. Siz bu tür kavgadan hoşlanmazsınız. Neden gidip arkadaşlarınızı da çağırmıyorsunuz? İki kişiyle ancak öyle başa çıkabilirsiniz."

Seldon, "Eğer mümkünse gitmelisiniz, Hummin," dedi. "Beni korumaya çalıştığınız için çok iyisiniz. Ama size bir zarar gelmesini istemiyorum."

"Bu serseriler önemli insanlar değil, Seldon. Yarım krediye tutulan uşaklardan onlar."

"Uşaklar mı?" Bu sözler Alem'i çok öfkelendirmişti. Seldon bu sözün Trantor'da Helicon'dakinden daha ağır bir hakaret sayıldığına karar verdi.

Alem hırlar gibi. "Sen öbür uşağın icabına bak, Marbie," dedi. "Ben de bu Seldon denilen herifin sırtındaki elbiseyi parçalayacağım. İstediğimiz o zaten. Şimdi..."

Alem ellerini hızla uzattı. Seldon'un ceketinin Mapalarını yakalayarak onu bir çekişte ayağa kaldırmak niyetindeydi. Matematikçi sanki farkına varmadan geriledi. Oturduğu bank arkaya doğru yattı. Profesör serserinin uzattığı ellerini yakaladı. Ayaklarını kaldırdı ve iskemle yere devrildi.

Nasıl olduysa Alem havada dönerek uçtu, Seldon'un arkasında boynu ve sırtı üzerine düştü.

Seldon iskemle devrilirken dönerek hızla ayağa fırlamıştı. Alem'e bir göz attı, sonra da Marbie'ye bakmak için başını çevirdi.

Alem hiç kımıldamadan yatıyordu. Suratı can acısından çarpılmış, baş parmaklan burkulmuştu. Kasıkları sancıyordu. Belkemiği fena halde sarsılmıştı.

Hummin, Marbie'ye geriden yaklaşarak kolunu onun boynuna dolamıştı. Sağ eliyle diğerinin kolunu kötü bir açı yapacak biçimde geriye doğru çekiyordu. Marbie boş yere soluk almaya çalışırken yüzü kızardı. İkisinin yanında, yerde, ortasında küçük bir laser silahı olan bir bıçak ışıldıyordu.

Hummin kolunu hafifçe gevşeterek dürüst bir endişeyle, "Öbürünü kötü yaraladınız," dedi.

Seldon, "Korkarım öyle," diye cevap verdi. "Eğer biraz daha yan düşseydi boynu da kırılırdı."

Hummin mırıldandı. "Siz nasıl bir matematikçisiniz?"

"Ben Helicon'lu bir matematikçiyim." Profesör yerden bıçağı alarak inceledi. "İğrenç... ve öldürücü."

Hummin, "Alelade bir bıçak da güce gerek kalmadan iş görürdü," dedi. "Ama şu ikisini bırakalım da gitsinler. Dövüşe devam etmek istediklerini sanmıyorum."

Marbie'yi bıraktı. Serseri önce omzunu, sonra da boynunu ovdu. Soluk almaya çalışarak iki adama nefretle baktı.

Hummin sert sert, "İkiniz de defolup gidin," dedi. "Yoksa öldürme niyetiyle saldırdığınıza dair tanıklık ederim. Bu bıçağın sizin olduğunu da kolaylıkla öğrenirler."

Seldon'la Hummin, Marbie'nin Alem'i zorlukla ayağa kaldırmasını seyrettiler. Delikanlı can acısından iki büklüm olan arkadaşının yürümesine yardım etti. İki serseri birkaç kere dönüp geriye baktılar. Ama Seldon'la Hummin ifadesiz çehrelerle orada duruyorlardı.

Matematikçi sonra elini uzattı. "İki serserinin saldırmaya hazırlandıkları bir yabancıya yardım ettiniz, size nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Herhalde tek başıma ikisiyle birden boğuşamazdım."

Hummin yardımını önemsemiyormuş gibi elini kaldırdı. "Benim onlardan korktuğum yoktu. Onlar sadece sokaklarda kavga eden uşaklardandılar. Onları yakalamam yeterliydi."

Matematikçi mırıldandı. "Elleriniz çok güçlü."

Hummin omzunu silkti. "Sizin de öyle." Sonra aynı ses tonuyla ekledi. "Haydi gelin. Buradan gitsek daha doğru olur. Zaman kaybediyoruz."

Seldon, "Neden gideceğiz?" diye sordu. "O iki serserinin geri döneceğinden mi korkuyorsunuz?"

"Ömürlerinin sonuna kadar dönmeyecek onlar. Ama kötü bir sahne seyretmemek için parkı hemen boşaltan o cesur insanlar durumu polise haber vermiş olabilirler."

"İyi ya! Serserilerin adlarını biliyoruz. Onları kolaylıkla da tarif edebiliriz."

"Tarif etmek mi? Polis onları ne yapacak?"

"Bize saldırdılar..."

"Deli olmayın! Üzerimizde bir çizik bile yok. Oysa onlar hastanelik oldular. Özellikle Alem. Asıl bizi suçlarlar."

"Ama bu imkânsız! Parktakiler olaya tanık oldular..."

"Tanık çağırmayacaklar. Seldon, şunu iyice anlamalısınız. O iki serseri sizi bulmaya geldiler. Özellikle sizi. Onlara arkanızda Helicon kılığı olduğunu söylediler. Sizi iyice de tarif ettiler. Hatta belki de onlara bir holografinizi bile gösterdiler. Ben o iki serseriyi, polisi kontrol eden kimselerin gönderdiklerinden kuşkulanıyorum. Onun için daha fazla beklemeyelim."

Hummin, Seldon'u kolundan yakalayarak kızla yürümeye başladı. Matematikçi onun elinden kurtulamadı. Kendisini heyecanlı bir dadının eline düşmüş çocuk gibi hissediyordu. Muhabiri izledi.

Bir kemer altına daldılar. Seldon'un gözleri daha bu loş yere alışamadan bir yer taşıtının homurtuya benzeyen fren sesini duydular.

Hummin, "İşte geldiler," diye mırıldandı. "Daha hızlı yürüyün, Seldon." Yürüyen bir koridora atlayarak kalabalığa karıştılar.

 

* * *

 

Seldon, Hummin'i kendisini oteldeki odasına götürmesi için iknaya çalışmış, ama muhabir buna yanaşmamıştı.

Yarı fısıldar gibi, "Çıldırdınız mı?" demişti. "Sizi şimdi orada bekliyorlar."

"Ama bütün eşyalarım da beni orada bekliyor."

"Beklesin..."

Şimdi hoş bir apartmanda, küçük bir odadaydılar. Seldon hangi semtte olduklarını bile bilmiyordu. Bu tek odalık ünitede etrafına bakmıyordu. Odanın önemli bir kısmını bir yazı masası ve iskemle, bir karyola ve bir bilgisayar kaplamıştı. İçeride lavabo ya da yemek yapılacak bir yer yoktu. Hummin onu koridorun aşağısındaki genel banyoya göndermişti. Seldon oradan çıkacağı sırada biri içeri girmiş, profesörün yüzünden çok onun kılığına bakmıştı. Bir an için merakla. Sonra da bakışlarını kaçırmıştı.

Seldon bundan Hummin'e söz etti. Muhabir başını sallayarak, "Bu kılığı çıkarmanız gerekiyor," dedi. "Helicon'un modaya hiç ayak uyduramaması çok kötü..."

Seldon sabırsızca onun sözünü kesti. "Bu olayın ne kadarı hayal ürünü acaba, Hummin? Size yarı yarıya inanıyorum ama yine de... Bu sadece bir tür..."

"Aradığınız sözcük ‘paranoya' mı?"

"Pekâlâ, evet! Bu sizin acayip, paranoyak bir fikriniz olabilir."

Hummin, "Lütfen bu meseleyi iyice düşünür müsünüz?" dedi. "Matematik formüllere dayanarak tartışamayacağım. Ama İmparatoru gördünüz. Bunu inkâr etmeyin. O sizden bir şey istedi. Siz bunu kendisine vermediniz. Bence istediği gelecekle ilgili ayrıntılardı. Siz onları açıklamaya yanaşmadınız. Belki de Demerzel şimdi bu ayrıntıları bilmediğinizi iddia ederken yalan söylediğinizi düşünüyor. Belki de bunun için daha fazla para istediğinizi ya da başka birinin de bu konuyla ilgilendiğini sanıyor. Kimbilir? Size söyledim. Demerzel sizi istediği anda, nerede olursanız olun, bulur. Bunu size, daha o iki serseri ortaya çıkmadan açıkladım. Ben muhabirim ve Trantor'luyum. Bu işleri bilirim. Alem bir ara, ‘İstediğimiz o,' dedi. Bunu hatırlıyor musunuz?"

Seldon, "Evet, hatırlıyorum," diye cevap verdi.

"Onun için ben, sadece kendi işine bakan ve size saldırılırken uzaklaştırılması gereken bir uşaktım."

Hummin iskemleye oturarak karyolayı işaret etti. "Uzanın, Seldon. Rahatınıza bakın. O iki serseriyi yollayan insan başkalarını da gönderebilir. Ve ben onun Demerzel olduğuna da inanıyorum. Bu yüzden bu elbiseyi değiştirmelisiniz. Bu sektörde, gezegenine özgü kılıkla dolaşan her Hector'lunun başı derde girer bence. Siz öyle olmadığını kanıtlayabilinceye kadar ben buna inanırım."

"Yapmayın, canım! "

"Çok ciddiyim. O elbiseyi çıkaracaksınız ve onu atomlarına ayıracağız. Tabii kimseye gözükmeden bir çöp ünitesine yaklaşabilirsek. Ama bunu yapmadan önce size bir Trantor kılığı bulmam gerekiyor. Siz benden daha ufak tefeksiniz. Bunu da hesaba katacağım. Elbisenin üzerinize iyice oturmaması önemli değil..."

Seldon başını salladı. "Elbiseye verecek kredim yok. Yani üzerimde yok. Kredilerim otel odasında kaldı. Zaten fazla da değillerdi ya!"

"Bunu başka zaman düşünürüz. Ben elbise bulmaya çalışırken burada bir-iki saat yalnız kalacaksınız."

Matematikçi ellerini açarak bıkkın bıkkın iç çekti. "Pekâlâ." O kadar önemliyse, burada beklerim."

"Otelinize dönmeye kalkmayacaksınız, değil mi? Şeref sözü veriyor musunuz?"

"Bir matematikçi olarak söz veriyorum. Ama benim için bu kadar zahmete katlanmanız beni utandırıyor. Masraf da ediyorsunuz. Ne de olsa, Demerzel'le ilgili bütün bu sözlerinize rağmen, o iki genç beni ağır yaralamak ya da kaçırmak niyetinde değillerdi. Beni sadece üzerimdekileri çıkarmakla tehdit ettiler."

"Hiç de değil. Ayrıca sizi bir uzay alanına götürecek, Helicon'a giden bir gemiye bindireceklerdi."

"O gülünç bir tehditti. Ciddiye alınacak bir şey değildi."

"Neden?"

"Ben Helicon'a döneceğim. Bunu onlara söyledim. Yarın yola çıkacağım."

Hummin sordu. "Hâlâ yarın gitmeyi düşünüyor musunuz?"

"Tabii. Neden düşünmeyeyim?"

"Düşünmemeniz için müthiş nedenler var."

Profesör birdenbire öfkelendi. "Yapmayın, Hummin! Bu oyunu daha fazla oynayamayacağım. Burada işim bitti ve evime dönmek istiyorum. Biletlerim oteldeki odamda. Öyle olmasaydı onları verir, bugün kalkacak uzay gemisi için bilet alırdım. Çok ciddiyim."

"Helicon'a dönemezsiniz."

Seldon kızardı. "Nedenmiş o? Beni orada da mı bekliyorlar?"

Muhabir başını salladı. "Hemen kızmayın, Seldon. Evet, sizi orada da bekleyecekler. Beni dinleyin. Helicon'a giderseniz hemen hemen Demerzel'in eline düşmüş olursunuz. Helicon, İmparatorluk sınırlan içindeki sağlam ve güvenli bir gezegen. Helicon hiç isyan etti mi? İmparatora karşı olan birinin bayrağı altına girdi mi?"

"Hayır, girmedi. Bunun da iyi bir nedeni var... Helicon' un etrafı daha büyük dünyalarla çevrili. İmparatorluğun sağladığı barış sayesinde güvende olabiliyor."

"Tamam! O halde Helicon'daki İmparatorluk güçleri, yerel hükümetin onlarla her zaman işbirliği yapacağını biliyor. Sizi daimi göz hapsinde tutacaklar. Demerzel sizi istediği an getirtiverecek. Sizi şimdi uyarmasaydım, durumu hiçbir zaman fark etmeyecek, sahte bir güven duygusuyla çalışmalarınızı açık açık sürdürecektiniz."

"Gülünç bu! Madem Demerzel, Helicon'a gitmemi istiyor, o halde neden beni kendi başıma bırakmadı? Yarın oraya dönecektim. Hareket ânını birkaç saat öne almak için neden o iki haydudu yolladı? Üstelik kuşkulanıp dikkatli davranmaya başlamam tehlikesini de göze aldı."

"Dikkatli davranmaya başlayacağınız onun nereden aklına gelecekti? Yanınızda olacağımı ve paranoya dediğiniz şeyle sizi etkileyeceğimi bilebilir miydi?"

"Uyarılmam konusu bir tarafa... birkaç saat önce yola çıkmam için neden böyle bir yönteme başvurdu?"

"Belki de fikrinizi değiştirmenizden korkuyordu."

"Evime dönmeyip de nereye gidecektim? Demerzel beni Helicon'da kıstırabildiğine göre, başka dünyalarda da yakalardı. On bin parsek ötedeki Anacreon'a gitmeye kalkışsaydım, izimi orada da bulurdu. Uzay yukarısı gemiler için uzaklığın ne önemi var? Belki imparatorluk güçlerine Helicon kadar boyun eğmeyen bir dünya da bulabilirim. Ama hangi gezegen gerçekten isyan ediyor? İmparatorluk barış içinde. Belki bazı dünyalar geçmişteki haksızları düşünerek hâlâ öfkeleniyorlar. Ama herhalde hiçbiri de beni korumak için İmparatorluğun silahlı güçlerine meydan okumaya kalkışmaz. Üstelik Helicon dışında hiçbir dünyanın yerel vatandaşı sayılmayacağıma göre, bu olay bir prensip meselesi de yapılmaz. İmparatorluğu durdurmaya çalışan da olmaz."

Hummin, profesörü sabırla dinliyor, bazen usulca başını sallıyordu. Ama hâlâ eskisi kadar ciddi ve sakindi. Sonra, "Bir dereceye kadar haklısınız," dedi. "Ama aslında İmparatorun kontrolünde olmayan bir tek dünya var. Bence Demerzel'i de bu kaygılandırıyor."

Seldon bir süre düşündü. Tarihi kafasından geçirdi ama İmparatorluk güçlerinin aciz kalabileceği bir dünya bulamadı. Sonunda, "Hangi gezegen bu?" diye sordu.

Muhabir, "Şu anda bulunduğunuz dünya," dedi. "Galiba Demerzel'in durumu tehlikeli bulmasının nedeni de bu. Aslında o hemen Helicon'a gitmenizden çok, çabucak Trantor'dan ayrılmanızı istiyor. Herhangi bir nedenle, hatta turistik bir merakla burada kalmaya karar vermenizden korkuyor."

Uzun bir sessizlik oldu.

Sonra matematikçi alayla, "Trantor!" diye güldü. "İmparatorluğun merkezi. Etrafındaki yörüngede, uzay istasyonunda filonun üssü var. Ordunun en üstün birlikleri de burada. Sözünü ettiğiniz güvenli dünyanın Trantor olduğunu düşünüyorsanız, o zaman paranoyadan hayalciliğe geçiyorsunuz demektir."

"Hayır! Siz bir Dış Dünyalısınız, Seldon. Trantor'un nasıl bir yer olduğunu bilmiyorsunuz. Burada dört milyar insan yaşıyor. En kalabalık diğer birkaç dünyanın nüfusu bile bunun onda biri değil. Trantor, teknoloji ve kültür bakımından hayal edilemeyecek kadar karmaşık bir yer. Biz şimdi İmparatorluk Bölgesindeyiz. Burada sadece İmparatorluk memurları yaşıyor. Ve yaşama standardı galaksideki her gezegeninkinden çok yüksek. Ancak bu dünyanın diğer taraflarında sekiz yüzden fazla sektör var. Bazılarının grup kültürleri buradakinden çok farklı. Ve İmparatorluk güçleri onların çoğuna da ilişemiyor."

"Neden ilişemiyor?"

"İmparatorluk hiçbir zaman Trantor'a karşı ciddi biçimde güç kullanamaz. Bunu yaparsa bütün gezegenin temeli olan teknolojinin şu ya da bu yanını sarsmış olur. Teknoloji birbirine öylesine girmiştir ki, aradaki bağlardan birini kopardığınız anda bütün her şey sakatlanır. Bana inanın, Seldon. Biz Trantor'da yaşayanlar zamanında durdurulamayan bir deprem olduğu, daha önce boşaltılamayan bir yanardağ patladığı, bir fırtınanın gücü hafifletilmediği ya da bir insan fark edilmeyen bir hata yaptığı zaman bunun nelere yol açtığını görüyoruz. Bütün gezegen sendeliyor ve dengenin yeniden sağlanması için müthiş bir çaba gösteriliyor."

"Şimdiye kadar böyle bir şeyi hiç duymamıştım."

Hummin'in yüzünde bir gülümseme belirip kayboldu. "Tabii duymadınız. İmparatorluk, çekirdeğindeki zayıflığı herkese ilân etmeyi ister mi sanıyorsunuz? Ama ben muhabir olduğum için olanların farkındayım. Dış Dünyalar bunu bilmeseler bile. Hatta Trantor'un önemli, bir kısmının da durumdan haberleri olmasa bile. İmparatorluk olayları saklamak için baskı yapsa bile. Belki sizin dünyadan haberiniz yok. Ama İmparator da, Eto Demerzel'de, Trantor'u sarsmanın bütün İmparatorluğu mahvedebileceğimi biliyorlar."

"Yani bu nedenle Trantor'da kalmamı öneriyorsunuz?"

"Evet. Sizi Trantor'da, Demerzel'in hiçbir zaman erişemeyeceği bir yere götürebilirim! Adınızı değiştirmenize de gerek kalmaz. Orada açık açık çalışabilirsiniz. Ama Demerzel size dokunamaz. İşte o yüzden sizi zorla Trantor'dan bir an önce göndermeye çalıştı. Eğer kader bizi bir araya getirmeseydi ve kendinizi şaşılacak bir biçimde savunmasını bil meşeydiniz, istediği de olacaktı."

"Ama Trantor'da ne kadar zaman kalmam gerekiyor?"

"Güvenliğinizin gerektirdiği kadar, Seldon. Belki de ömrünüzün sonuna kadar."

 

* * *

 

Seldon, Hummin'in projeksiyon makinesinin yarattığı kendi holograma baktı. Bir aynadan daha dramatik ve yararlıydı. Hatta sanki odada iki Seldon vardı şimdi.

Matematikçi yeni ceketinin yerine baktı. Helicon kılıklarına alışkın olduğu için, "Keşke renkler bu kadar canlı olmasaydı," diye düşündü. Ama Hummin bu dünyada kullanılanlardan daha yumuşak tonlar seçmiş olduğu içinde muhabire minnet duyuyordu. Seldon iki serserinin kılıklarını hatırlayarak için için titredi.

Sonra, "Galiba bu şapkayı da giymem gerekiyor," dedi.

"İmparatorluk bölgesindeyken, evet. Burada şapkasız dolaşanların iyi bir terbiye görmemiş oldukları düşünülür. Başka yerlerde kurallar farklıdır."

Seldon içini çekti. Yuvarlak şapka yumuşak bir maddeden yapılmıştı. Matematikçi onu başına giydiği zaman şapka kafasının biçimini aldı. Kenarları genişti. Ama o iki saldırganın şapkaları kadar değil.

Seldon şapkanın kenarını zarif bir biçimde kıvırmış olduğunu düşünerek kendini avuttu.

"Şapkanın çene bağı yok."

"Tabii yok. O ‘genç sırıkların tuttuğu fazla ileri bir moda."

"Genç nelerin?"

"Saklanın. Onlar insanları sarsmak için türlü kılıklarda dolaşırlar. Helicon'da da öyleleri olduğundan eminim."

Seldon burun kıvırdı. "Olmaz olur mu? Bazı gençler saçlarının bir yanını omuzlarına kadar uzatıyor, diğer yanını tıraş ediyorlar."

Hummin'in dudakları hafifçe kıvrıldı. "Bunun pek çirkin gözüktüğünden eminim."

"İğrenç. Ayrıca anladığım kadarı, başlarının sağını ya da solunu tıraş edenler var. Her grup diğerini çirkin buluyor. Çoğu zaman sokaklarda kavga ediyorlar."

"O halde bu şapkaya da alışabilirsiniz. Özellikle bağı olmasına."

Seldon, "Evet," dedi. "Alışacağım."

"Tabii bu biraz dikkati çekecek. Bir kere rengi parlak değil. Size sanki yastaymışsınız gibi bir hal veriyor. Sonra kılığınız size pek uymuyor. Elbiseden ve şapkadan rahatsız olduğunuz belli. Ama neyse ki İmparatorluk bölgesinde fazla kalmayacaksınız. Kendinizi yeteri kadar seyrettiniz mi?" Holograf titreyerek ortadan kayboldu.

Seldon, "Bu kılık size kaça mal oldu?" diye sordu.

"Bunu düşünüp kaygılanmayın. Bunu ben istedim. Ama burada yeteri kadar kaldık. Beni polise tarif ettiklerinden eminim. İzimi bulup buraya kadar gelecekler."

Matematikçi, "O halde harcadığınız krediler o kadar önemli değil," dedi. "Siz benim yüzümden kendinizi tehlikeye atıyorsunuz. Kendinizi!"

"Bunu biliyorum. Ama bu yolu ben seçtim. Başımın çaresine bakabilirim."

"Ama neden..."

"Bunun felsefesini daha sonra tartışırız... Ha, aklıma gelmişken, elbisenizi atomlarına ayırmayı da başardım. Beni gördüklerini de sanmıyorum. Tabii enerji tüketimi birdenbire arttı ve bu da kaydedildi. Biri buna bakarak ne olduğunu tahmin edebilir. Araştıran kafalar ve gözler keskin olduğu zaman, herhangi bir davranışı gizlemek imkânsızdır. Onlar her şeyi bir araya getirip sonuç çıkarıncaya kadar buradan uzaklaşmış olacağımızı umalım."

Işığın yumuşak ve san olduğu yollardan geçtiler. Hummin sağa sola bakıyordu. Tetikteydi. Hızını kalabalığınkine uydurmuştu. Ne öne geçiyor, ne de arkada kalıyordu.

Önemsiz konulardan söz ediyordu durmadan.

Seldon'un sinirleri gerilmişti. Muhabir gibi davranacak halde değildi. "Pek çok kimse yürüyor. İki yöne doğru sonsuz sıralar uzanıyor. Geçitlerde de durum aynı."

Hummin, "Neden olmasın?" dedi. "Kısa mesafeleri aşmak için en iyi yöntem hâlâ yürümek. En uygun, en ucuz ve en sağlıklı yol. Teknolojinin sayısız yıllar boyunca gösterdiği gelişme bunu değiştirmedi. Sizde akrofobi var mı, Seldon?"

Matematikçi sağdaki parmaklığın üzerinden iki yürüyüş yolunu birbirinden ayıran derin hendeğe bakarak titredi. "Yüksekliklerden korkup korkmadığımı mı soruyorsunuz? Genellikle korkmam. Ama yine de aşağıya bakmak hoş bir şey değil. Bu hendek ne kadar derin?"

"Burada kırk ya da elli kat var sanırım. İmparatorluk Bölgesinde ve başka birkaç çok gelişmiş sektörde böyle yerler görülüyor. Ama diğer yerlerde insan toprak düzeyinde dolaşıyor denilebilir."

"Bu hendek insanları intihara sürükleyebilir."

"Pek sık görülmüyor. Çünkü daha kolay intihar yöntemleri var. Ayrıca intihar Trantor'da yerilecek bir davranış sayılmıyor. İnsan bu amaçla kurulmuş olan merkezlerde kabul edilen değişik yöntemlerden biriyle hayatını sona erdirebiliyor. Tabii önce psikoterapiye razı olursa. Ancak burada da bazen kazalar oluyor. Fakat ben size bu soruyu o nedenle sormadım. Şimdi taksi kiralanan bir yere gidiyoruz. Oradakiler beni gazeteci olarak tanıyorlar. Arada sırada onlara iyilik de ediyorum. Onlar da buna karşılık bana yardıma çalışıyorlar. Şimdi de araba tuttuğumu kaydetmeyecekler, yanımda biri olduğunu da unutacaklar. Tabii onlara biraz para vermem gerekiyor. Demerzel'in adamları onları fazla sıkıştırırsa gerçeği söylemek zorunda kalacak, kayıt konusunda fazla dikkatli davranmadıklarını iddia edecekler. Ama bu da yine zaman alacak."

"Peki, akrofobinin bununla ne ilgisi var?"

"Çekim asansörü'ne binersek oraya daha çabuk erişiriz. O asansörleri çok kimse kullanmıyor. Açıkçası bu fikir beni de pek sevindirmiyor. Ama dayanabileceğinizden eminseniz asansörden yararlanmamız daha iyi olur."

"Çekim asansörü' nedir?"

Henüz deney aşamasında. Belki ileride bütün Trantor' da kullanılacak. Tabii insanlar psikoloji açısından bu yöntemi kabul edebilirlerse. Belki o zaman diğer dünyalar da bundan yararlanmaya başlayacaklar. Kısaca bunun bir asansör boşluğu olduğunu söyleyebiliriz. Ama içinde asansör yok. Boşluğa adımınızı atıyor, ağır ağır iniyor ya da çıkıyorsunuz. Bunu karşıt-çekim sağlıyor."

Ya biz boşluktayken güç kesilirse?"

"O zaman şimdi aklınızdan geçen olur. Yuvarlanırız. Ve dibe çok yakın değilsek, ölürüz. Şimdiye kadar böyle bir şey olduğunu hiç duymadım. Bana inanın. Olsaydı hemen işitirdim. Asansör biraz ileride. Bu işi başaramayacaksanız, o zaman kalkışmayız. Ama yürüyen koridorlar ağır ve sıkıcı. Bir süre sonra çok kimsenin midesi bulanmaya başlıyor."

Hummin bir geçide saptı. Geniş bir bölmeye girdiler. Burada erkekler ve kadınlar kuyruğa girmişlerdi. Aralarında bir iki çocuk da vardı.

Seldon alçak sesle, "Helicon'da bundan söz edildiğini hiç duymadım," diye mırıldandı. "Tabii bizim haber bültenlerinde daha çok yerel olaylardan söz ediliyor. Ama yine de böyle bir şeyi açıklarlardı."

Hummin, "Henüz kesinlikle deney aşamasında," dedi. "Ve bu yöntemden sadece İmparatorluk Bölgesinde yararlanılıyor. Bu asansör fazla enerji tüketiyor. Bu yüzden de hükümet yöntemi yaygınlaştırmayı düşünmüyor henüz. Yatağında ölerek herkesi şaşırtan, Cleon'dan önceki İmparator VI Stanel, birkaç yere bu asansörden yapılması için ısrar etmişti. Adının karşıt-çekimle birlikte anılmasını çok istediğini söylüyorlar. Çünkü tarihteki yeri onu çok ilgilendiriyordu. Fazla bir başarı kazanamayan ihtiyarların çoğu öyledir. Dediğim gibi, bu teknik yaygınlaşabilir. Ama diğer taraftan bu teknik, ‘çekim asansöründen başka hiçbir işe yaramayabilir."

Matematikçi, "Bunun neyi sağlamasını istiyorlar?" diye sordu.

"Karşıt çekimle uzay yolculuğu yapılmasını. Ama bunun için pek çok şeyin bulunması gerekiyor. Ve bildiğim kadarıyla fizikçilerin çoğu bunun imkânsız olduğuna kesinlikle inanıyorlar. Ama tabii çoğu vaktiyle çekim asansörünün de imkânsız olduğunu düşünüyordu."

Seldon sonunda, yanında Hummin'le kendisini büyük bir kuyunun kenarında buldu. Burada hava hafifçe pırıldıyordu. Profesör farkına varmadan elini uzattı ve hafif bir şok hissetti. Şok canını yakmadı ama elini çabucak geri çekti.

Muhabir mırıldandı. "Bu basit bir önlem. Birinin kontrolleri çalıştırmadan kenarı aşmaması için." Kontrol levhasındaki bazı numaralara bastı, o pırıltı kayboldu.

Matematikçi kuyunun derinliklerine baktı.

Hummin, "Kol kola girersek ve gözlerinizi yumarsanız sizin için daha iyi olur," dedi. "Ya da daha kolay. Bu iş sadece birkaç saniye sürecek."

Aslında profesöre seçme hakkı da tanımadı. Seldon'un kolundan tuttu. Matematikçinin bu elden kurtulması imkânsızdı. Hummin boşluğa bir adım attı. Seldon da ayaklarını sürüyerek, yalpalayarak ilerledi. O arada iniltiye benzeyen bir ses çıkardığı için de kendi kendinden utandı.

Matematikçi gözlerini sıkıca yumdu. Ama düşüyormuş gibi bir duyguya da kapılmadı. Birkaç saniye geçti, muhabir onu öne doğru çekti. Genç adamın ayağı takıldı. Sonra dengesini buldu. Ayaklan sağlam yere basıyordu.

Seldon gözlerini açtı. "Başardık mı?"

Hummin alayla, "Ölmedik," diyerek yürümeye başladı. Seldon'un kolunu bırakmamıştı, onu da sürüklüyordu.

"Yani uygun kata indik mi demek istedim?"

"Tabii."

"Ya biz aşağıya inerken biri de yukarı çıksaydı?"

"İki ayrı asansör boşluğu var. Birinde herkes aynı hızla aşağıya iniyor, diğerinde de yukarı çıkıyor."

"Ben hiçbir şey hissetmedim."

"Neden hissedecektiniz? Hızlanma yoktu ki. İlk bir saniyenin onda biri kadarlık süreden sonra hız hep aynıydı. Etrafınızdaki hava da aynı hızla, sizinle birlikte aşağıya iniyordu."

"Harika!"

"Gerçekten. Ama ekonomik değil. İşlemi geliştirmek ve bunu bütün masrafa değecek bir hale getirmek için çaba gösteren de pek yok. İnsan her yerde aynı nakaratı duyuruyor. ‘Bunu yapamayız. Mümkün değil.' Her şey için geçerli bu." Hummin öfkeyle omzunu silkti. "Neyse... Taksi kiralanan yere geldik. İşimize bakalım."

 

* * *

 

Seldon hava taksisi terminalinde dikkati çekmemeye çalıştı. Kılığı onu rahatsız ediyordu. Cepleri yoktu elbisenin. Profesör de bu yüzden ellerini ne yapacağını bilemiyordu. Kemerinin iki yanından sarkan iki kese, o yürürken kalçasına çarpıyor, birinin kendisini dürttüğünü sanmasına neden oluyordu.

Seldon gelip geçen kadınlara bakmaya çalıştı. Onların sallanan keseleri yoktu. Ama ellerinde kutuya benzer bir şeyler taşıyor, bunu kâh bir kalçalarına, kâh diğerine tuttu-ruyorlardı. Matematikçi üzüntüyle bu kılıkların kadınların vücut hatlarını pek belirtmediğini düşündü. Hele dekolte elbise hiç yoktu. Ama bazı kılıklar kaba etleri belirtecek biçimde yapılmış gibi gözüküyordu.

O sırada Hummin işleri halletmişti. Gerekli kredileri verdikten sonra elinde tuttuğu hava taksisini çalıştırarak süper-iletici seramik levhaya döndü.

İki kişilik küçük bir taşıtı işaret ederek, "Binin, Seldon," dedi.

Matematikçi, "Bir belge imzalamak zorunda mı kaldınız, Hummin?" diye sordu.

"Ne münasebet! Beni burada tanıyorlar ve resmi de davranmıyorlar."

"Ne yapmak niyetinde olduğunuzu düşünüyorlar?"

"Bir şey sormadılar. Ben de bilgi vermedim." Muhabir levhayı yerine soktu. Seldon hafif bir titreşim hissetti.

Hummin, "D-7'ye gidiyoruz," diye açıkladı.

Seldon D-7'nin ne olduğunu bilmiyordu ama bunun belirli bir yol olduğunu düşündü.

Hava taksisi yer araçlarının yanından geçti, sonra burnu havaya kalktı ve hızlandı. Hafif bir sarsıntı oldu.

Ağ biçimi kemer beline otomatik olarak sarılırken Seldon, "Bu 'karşıt' çekime benzemiyordu," dedi.

Hummin, "Bu taşıt ‘karşıt-çekim'le çalışmıyor," diye cevap verdi. "Hissettiğiniz hafif bir atomik tepkiydi. Bizi yukarıya, tünellere çıkaracak kadar bir şey."

Şimdi karşılarında, üzerinde mağara ağızları olan dik kayaya benzer bir şey belirmişti. Ama kare kareydi. Dama tahtası gibi. Hummin taşıtı D-7 ağzına doğru çevirdi. Diğer tünellere doğru giden hava taksileriyle de çarpışmadı.

Seldon öksürdü. "Kolaylıkla çarpışabilirsiniz..."

"Evet, herhalde. Yani her şey benim duyularıma ve tepkilerime bağlı olsaydı. Ama takside bilgisayar var. Kompüter emirlerimi kolaylıkla geçersiz bir hale sokabilir. Aynı şey taksiler için de geçerli... Tamam! "

Sanki tünel onları emerek çekmiş gibi D-7'nin içine kaydılar. Hummin kontrolleri bırakarak arkasına yaslandı. "Neyse..." İlk adımı başarıyla tamamladık. Bizi istasyonda durdurabilirlerdi. Burada oldukça güvende sayılırız."

Taşıt düzgün ilerliyor, tünelin duvarları iki yandan hızla kayıyordu.

Seldon öğrenmek istedi. "Hızımız ne kadar?"

Muhabir kontrollere bir göz attı. "Saatte üç yüz elli kilometre."

"Araç manyetik itici güçten mi yararlanıyor?"

"Evet. Herhalde Helicon'da da aynı yöntem kullanılıyor."

"Evet. Bir tek hat var. Ancak o taşıta hiç binmedim Her zaman istedim ama olmadı. Fakat aracın böyle bir şey olduğunu da sanmıyorum."

"Bundan eminim. Trantor'da böyle binlerce kilometre uzunluğunda tünel var. Yerin altında. Hatta okyanusun fazla derin olmayan kollarının altında da. Uzun yolculuklar için en çok tünellerden yararlanılıyor."

"Yolculuğumuz ne kadar sürecek?"

"Beş saatten biraz fazla."

"Beş saat!" Seldon sıkılmıştı.

"Kaygılanmayın. Yirmi dakikada bir dinlenme alanlarından geçeceğiz. Onlardan birinde durabiliriz. Ayaklarınızın uyuşmaması için biraz dolaşır ya da bir şeyler yeriz. Ama tabii bu işi mümkün olduğu kadar az yapmak istiyorum."

Bir süre sessizce yollarına devam ettiler. Sağda birkaç saniye için beyaz bir ışık parladığı zaman matematikçi de irkildi.

Hummin onun sormadığı soruyu cevapladı. "Bir dinlenme alanından geçtik."

Seldon, "Beni götürdüğünüz yerde gerçekten güvende olacak mıyım?" diye sordu.

Hummin, "İmparatorluk güçlerinin oraya açık açık saldırmaları imkânsız," dedi. "Ama tabii bir tek kişi içeri süzülebilir. Bir casus, bir ajan, kiralık bir katil. İnsanın her zaman dikkatli davranması gerekir. Tabii sizin için bir koruyucu da bulacağım."

Profesör kaygılandı. "Kiralık katil mi? Ciddi misiniz? Yani beni öldürmeyi gerçekten isterler mi?"

Hummin mırıldandı. "Demerzel'in bunu istemediğinden 'eminim. O sizi öldürmeyi değil, sizden yararlanmayı düşünüyor. Ama yine de, başka düşmanlar ortaya çıkabilir. Ya da olaylar kötü bir biçimde gelişebilir. Ömrünüzün sonuna kadar bir uyurgezer gibi dolaşamazsınız."

Seldon başını sallayarak kafasını çevirdi. Daha kırk sekiz saat öncesine kadar, önemsiz, hemen hemen hiç tanınmamış Dış Dünyalı bir matematikçiydim, diye düşünüyordu. Geri kalan zamanımı Trantor'da dolaşarak geçirecek, taşralı gözlerimle bu dev dünyayı seyredecektim. Oysa şimdi acı gerçeği yavaş yavaş kavramaya başlıyorum. Beni arıyorlar. İmparatorluk güçleri peşimde." Titredi.

"Ya siz ve şu anda yaptıklarınız?"

Hummin düşünceli bir tavırla, "Herhalde bana karşı dostça duygular beslemeyecekler," dedi. "Hiçbir zaman ele geçirilemeyen esrarlı bir saldırgan, kafamı ikiye ayırabilir, göğsümü patlatabilir." Sesi titremiyordu. Yüzünde de hâlâ o sakin ifade vardı.

Matematikçi yüzünü buruşturdu. "Böyle düşüneceğinizi tahmin ediyordum. Ama bu durum... sizi kaygılandırmıyor galiba."

"Ben eski bir Trantor'luyum. Bu gezegeni iyi biliyorum. Pek çok kimseyi tanıyorum. Ve onların çoğunun da bana minnet borcu var. Kurnaz olduğumu ve kolay faka basmayacağımı düşünmek hoşuma gidiyor. Kısacası, başımın çaresine bakabileceğimden eminim, Seldon."

"Böyle düşünmenize sevindim. Kendinize güvenmekte haklı olduğunuzu da umarım, Hummin. Ama açıkçası, bu tehlikeyi neden göze aldığınızı anlayamıyorum. Benim sizin için ne önemim var? Neden bir yabancı için kendinizi en ufacık tehlikeye bile atasınız?"

Hummin dalgın dalgın kontrollere baktı, sonra profesöre döndü. Bakışları ciddiydi. "İmparatorun sizden yararlanmayı istediği neden yüzünden sizi korumaya çalışıyorum. Tahmin gücünüz dolayısıyla."

Matematikçi derin bir hayal kırıklığıyla sarsıldı. Demek ki aslında kurtarıldığı yoktu. Birbirleriyle yarışan yırtıcı yaratıkların sağa sola çekiştirdikleri aciz bir avdı o. Seldon öfkeyle, "On Yıl Konferansındaki tezin etkilerinden hiçbir zaman kurtulamayacağım," diye homurdandı. "Hayatımı mahvettim!"

"Hayır. Hemen sonuç çıkarmayın, matematikçi. İmparator ve adamları sizi bir tek nedenle istiyorlar. Yaşamlarım daha güvenli bir hale sokabilmek için. Yetenekleriniz onları bir tek bakımdan ilgilendiriyor: İmparatorun tahtını korumak, tacının genç oğluna kalmasını sağlamak. Kendi mevki, nüfuz ve güçlerinden olmamak. Diğer taraftan ben, güçlerinizi galaksinin iyiliği için kullanmanızı istiyorum."

Seldon tükürür gibi, "Arada bir fark var mı?" dedi.

Hummin haşin bir tavırla kaşlarını çatmaya başlıyordu. "Aradaki farkı göremiyorsanız utanmanız gerekir. Galaksideki insanlar şimdi hükümdarlık eden İmparatordan önce de vardılar. Temsilcisi olduğu hanedandan, İmparatorluğun kendisinden önce de. Belki insanlar galaksideki yirmi beş milyon dünyadan önce de yaşıyorlardı. İnsanların bir tek dünyada yaşadıkları çağla ilgili bazı efsaneler var."

"Efsaneler!" Seldon omzunu silkti.

"Evet, efsaneler. Ama bunların gerçek olmamaları için bir neden de göremiyorum. Belki yirmi bin kadar yıl önce böyleydi gerçekten. Herhalde insanlar uzay yukarısı yolculuk yöntemi kavramıyla ortaya çıkıvermediler. Herhalde insanların ışık hızıyla yolculuk yapamadıkları bir çağ da yaşandı. O yüzden de bir tek gezegen sisteminde hapistiler. Ve zamanda ileriye bakacak olursanız, bir gerçeği de görürsünüz: Galaksideki dünyaları dolduran insanlar İmparator ve siz öldükten sonra da yaşayacaklar. Cleon'un bütün ailesi ortadan kalktıktan ve İmparatorluğun bütün müesseseleri çöktükten sonra da. Bu durumda kişiler için fazla kaygılanmaya da gerek yok. İmparator ve genç Veliaht için, Hatta İmparatorluğun mekanizmaları için de kaygılanmaya değmez. Ama ya Galakside yaşayan katrilyon insan? Ya onlar ne olacak?"

Seldon, "Herhalde dünyalar ve insanlar yaşamaya devam edecekler," dedi.

"Onların ne tür koşullar altında yaşayacaklarını incelemek istemiyor musunuz?"

"Herhalde şimdiki gibi yaşayacaklar. Öyle sanıyorum."

"Sanıyorsunuz. Ama insan bunu sözünü ettiğiniz tahmin sanatının yardımıyla öğrenemez mi?"

"Ben buna ‘Psiko-tarih Bilimi' adını verdim. Kuramsal olarak bu söylediğiniz yapılabilir."

"Kuramı uygulamaya dönüştürme zorunluğunu duymuyor musunuz?"

"Bunu yapmayı çok isterdim. Hummin. Ama istemek otomatik olarak bu işi başarma yeteneğini sağlamaz ki! İmparatora psiko-tarih biliminin pratik bir teknik haline getirilemeyeceğini söyledim. Size de aynı şeyi tekrarlamak zorundayım."

"Tekniği bulmak için çabalamaya bile niyetiniz yok, öyle mi?"

"Öyle. Trantor boyunda bir yığın oluşturan çakıl taşlarını teker teker saymak ve boylarına göre sıraya dizmekten farksız olur. Bir ömür boyu da çabalasam, bunun yine de başarılamayacak bir şey olduğunu bilirim. Denemeye kalkmış gibi davranarak budalalık da etmem."

"İnsanlığın durumuyla ilgili gerçeği bilseydiniz, bunu başarmaya çalışır mıydınız?"

"Bu olmayacak bir soru. İnsanlığın durumuyla ilgili gerçek nedir? Bunu bildiğinizi mi iddia ediyorsunuz?"

"Evet, öyle. Ve bunu üç kelimeyle açıklayacağım." Hummin ileriye doğru baktı, haşin bir tavırla o üç sözcüğü söyledi.

"Galaksi İmparatorluğu çöküyor," dedi.