Hari Seldon'un bu sefer kendini içinde bulduğu oda, Hummin'in İmparatorluk bölgesindeki yerinden daha büyüktü. Bir yatak odasıydı. Bir köşedeki bölmede lavabo vardı. Yemek yapmak ya da yemek için hiçbir şey yoktu. Pencere de olmadığı gibi. Tavana kafesli bir havalandırma cihazı takılmış. İç çekişini andıran bir şey çıkarıyordu.

Seldon biraz da üzüntüyle etrafına bakındı.

Hummin bu bakışı yorumladı ve her zamanki güvenli tavırlarıyla, "Burada sadece bu gece kalacaksınız, Seldon," dedi. "Yarın biri, sizi Üniversiteye yerleştirmek için gelecek. Orada daha rahat edeceksiniz."

"Affedersiniz, Hummin, ama bunu nereden biliyorsunuz?"

"Ben gereken şeyleri yapacağım. Burada bir-iki kişiyi tanıyorum." Muhabir neşesiz, gülümsedi. "Bana olan minnet borçlarını ödemelerini isteyebilirim. Şimdi bazı ayrıntılarla ilgilenelim. Dikkatle profesörü süzüyordu. "Otelinizde bıraktığınız eşyaları bir daha alamayacaksınız. Onların arasında yerine konulamayacak şeyler var mıydı?"

"Aslında pek yoktu. Bazı kişisel eşyalarım, geçmişimle ilgili oldukları için değerliydi. Ama madem orada kaldılar, ne yaparım? Tabii tezimle ilgili bazı notlar da vardı. Hesaplar da. Ve tabii tezimin kendisi."

"Artık tezinizi herkes biliyor. Onu yayınlayacaklar da. Tabii tehlikeli olduğu iddiasıyla toplatabilirler. Ancak tezinizin bir kopyasını bulabileceğimden eminim. Her neyse... Her şeyi yeniden yazabilirsiniz, değil mi?"

"Tabii. İşte o yüzden de otelde yerine konulamayacak hiçbir şeyimin kalmadığını söyledim. Ayrıca otelde bin krediye yakın para, kitaplarım, elbiselerim, Helicon'a dönüş biletim ve buna benzer şeyler de kaldı."

"Bunların hepsi telâfi edilebilir. Şimdi size benim adıma bir kredi fayansı verilmesini sağlayacağım. Böylece sıradan masraflarınızı karşılarsınız."

"Olağanüstü cömertsiniz. Bunu kabul edemem."

"Bu cömertlik sayılmaz. Çünkü sizin yardımınızla İmparatorluğu kurtarmayı umuyorum. Bu parayı kabul etmelisiniz."

"Ama siz zengin misiniz ki, Hummin! Açıkçası, o parayı kullanırken vicdan azabı çekeceğim."

"Yaşamanız ve rahat etmeniz için gereken harcamaları yapacak durumdayım, Seldon. Tabii Üniversitenin spor salonunu almanızı ya da etrafa bir milyon kredi dağıtmanızı istemem."

"Bu bakımdan kaygılanmayın. Ama adım kayıtlara geçeceğine göre..."

"Belki böylesi daha iyi. İmparatorluk hükümetinin Üniversiteyi ya da üyelerini güvenlik bakımından kontrol altına alması kesinlikle yasaklandı. Burada tam bir özgürlük var. Her konu tartışılır. Herkes istediğini söyler."

"Ya biri ağır bir suç işlerse?"

"O zaman Üniversite yetkilileri dikkatle ve mantıklı bir biçimde bu sorunu çözümlerler. Ama burada ağır suçlar hemen hemen hiç görülmez. Öğrenciler ve öğretim üyeleri özgürlüklerini takdir eder ve bunun koşullarını da bilirler. Fazla karışıklık çıkarmak, şiddete başvurmak kan dökmeye kalkışmak aleyhlerine olur. Hükümet o yazısız anlaşmayı bozarak birliklerini buraya göndermeye haklı olduğunu düşünebilir. Bunu kimse istemez. Hükümet bile. Onun için bu nazik dengenin sürdürülmesi sağlanır. Kısacası Demerzel sizi Üniversiteden aldırtamaz. Ama tabii öğrenci bir ajan, sizi Üniversite sınırlarının dışına çekmeyi başarırsa..."

"Öğrenci ajanlar da mı var?"

"Ne bileyim? Olabilir. Sıradan bir kimseye bir oyun oynayabilirler. Onu tehdit eder yâ da satın alırlar. Ve bu kimse ondan sonra Demerzel'e hizmet eder. Ya da bir başkasına. Onun için size şunu vurgulayarak söyleyeceğim: Burada güvende sayılırsınız. Ama hiç kimse tamamiyle güvende olamaz. Dikkatli davranmalısınız. Sizi uyarıyorum ama hayatınızın sonuna kadar korkuyla sinmenizi de istemiyorum. Helicon'a dönseydiniz ya da galakside, Trantor dışında herhangi bir dünyaya gitseydiniz, buradaki kadar güvende de olamazdınız."

Seldon sıkıntıyla, "Öyle olduğunu umarım," dedi.

Hummin, "Öyle olduğunu biliyorum," diye cevap verdi. "Yoksa sizi bırakıp gitmezdim."

"Bırakıp gitmek mi?" Matematikçi çabucak başını kaldırdı. "İşte bunu yapamazsınız! Siz bu dünyayı biliyorsunuz. Ben bilmiyorum."

"Yanınızda bu dünyayı tanıyan başkaları olacak. Bu bölgeyi biliyorlar onlar. Hatta benden daha iyi. Benimse gitmem gerekiyor. Bütün bugünü sizinle geçirdim. Normal yaşantımı daha fazla ihmale cesaret edemem. Dikkati fazla çekmemeliyim. Unutmayın, benim de güvensizlik duyduğum konular var. Sizin gibi."

Seldon kızardı. "Haklısınız. Kendinizi benim yüzümden sonsuza kadar tehlikeye atmanızı isteyemem. Şimdiden hayatınızın mahvolmadığını umarım."

Hummin sakin sakin, "Kimbilir?" dedi. "Şunu unutmayın: çağları bizim için değilse bile, bizden sonrakiler için güvenli bir hale sokabilecek biri varsa, o da sizsiniz. Bu düşünce size şevk vermeli, Seldon."

 

* * *

 

Seldon bir türlü uyuyamadı. Karanlıkta dönüp durdu ve düşündü. Kendini hiç bu kadar yalnız ya da aciz hissetmemişti. Hummin başıyla selam vermiş, elini sıkmış ve sonra da çıkıp gitmişti. Seldon şimdi yabancı bir dünyada, garip bir bölgedeydi. Dost sayabileceği tek insan da artık yanında değildi. Matematikçi ertesi gün de, ondan sonra da nereye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu.

Tabii bütün bu düşünceler insanın uykusunu getirecek şeyler değildi. Ve tabii profesör o gece de, bir daha da uyuyamayacağıma umutsuzca karar verdiği sırada dalıp gitti.

Uyandığı zaman etraf hâlâ karanlıktı. Belki de pek karanlık sayılmazdı. Çünkü ileride kırmızı bir ışık çakıp sönüyor, bir vızıltı duymuyordu. Herhalde uyanmasına bu neden olmuştu.

Seldon nerede olduğunu hatırlamaya çalışırken ses kesildi. Işık da söndü. Profesör birinin şiddetle bir yere vurduğunu farketti.

Herhalde kapıya vuruluyordu. Ama genç adam kapının ne tarafta olduğunu hatırlayamadı. Odanın aydınlanmasını sağlayacak düğmenin yerini de.

Seldon yatakta doğrulup oturdu, parmaklarıyla soldaki duvarı çaresizce yoklarken, "Bir dakika," diye seslendi. Sonunda düğmeyi buldu. Oda yumuşak bir ışıkla aydınlandı.

Matematikçi yataktan fırladı. Gözlerini kırpıştırıyor, hâlâ kapıyı arıyordu. Sonunda onu da buldu. Tam kapıyı açacakken, son anda ihtiyatlı davranması gerektiğini hatırladı. Ciddi ve haşin bir sesle, "Kim var orada?"

Ona tatlı bir kadın sesi cevap verdi. "Adım Dors Venabili. Dr. Hari Seldon'u görmeye geldim."

Aynı anda kadın kapının içinde belirdi. Oysa profesör kapıyı açmamıştı bile.

Hari Seldon bir an şaşkınlıkla genç kadına baktı. Sonra birdenbire arkasında tek parça bir çamaşır olduğunu hatırlayarak boğulurcasına inledi. Yatağa doğru koştu. Gördüğünün bir holograf olduğunu ancak o zaman anladı. Kadının ona baktığı da yoktu. Sadece kendini tanıtmaya çalışıyordu.

Soluk soluğa kalmış olan matematikçi, "Beklerseniz görüşürüz," diye seslendi. "Bana... Yarım saat verin."

Kadın (ya da hiç olmazsa holograf), "Beklerim," dedi ve kayboldu.

Banyo bölmesinde duş yoktu. Seldon süngerle silinirken her taraf battı çıktı. Rafta diş macunu vardı ama matematikçi fırça bulamadı. Onun yerine dişlerini parmağıyla temizledi. Bir gün önceki elbisesini giymekten başka çaresi de yoktu. Sonunda kapıyı açtı.

Aynı anda, aslında konuğunun kendini pek tanıtmamış olduğunu da düşündü. Sadece adını vermişti. Hummin ise ona kimin geleceğini söylememişti. Bu Dors Bilmemne adlı kadın mı, yoksa başka biri mi? Matematikçi, holograftaki hoş bir kadın diye kendini güvende hissetmişti. Ama yanında sürüyle düşman delikanlı da olabilirdi.

Profesör ihtiyatla dışarıya bir göz attı. Ama orada sadece kadın bekliyordu. Seldon kapıyı konuğunun girebileceği kadar açtı, sonra da onun arkasından kapatarak kilitledi.

"Affedersiniz," dedi. "Saat kaç?"

Genç kadın, "Dokuz," diye cevap verdi. "Gün çoktan başladı."

Zaman konusunda Trantor da Standart galaksi saatine uyuyordu. Gezegenler arası ticaret ve hükümet ilişkileri ancak böyle düzene sokulabilirdi. Ama her dünyanın ayrıca kendi yerel saati de vardı. Seldon henüz Trantor'unkine alışmamıştı.

"Yani... Öğleye mi yaklaşıyor?"

"Tabii."

Matematikçi kendini savunmak istercesine, "Odanın penceresi yok," dedi.

Dors, karyolaya doğru giderek uzandı, duvardaki küçük, siyah bir düğmeye bastı. Tavanda, Seldon'un yastığının hizasında kırmızı sayılar belirdi. Bunlar 09 03 rakamlarını oluşturdular.

Dors üstünlük taslamadan gülümsedi. "Çok üzgünüm Ama Chetter Hummin'in size dokuzda geleceğimi söylediğini sanıyordum. Onun derdi, bilmeye alışık olması. Bazılarının arada sırada bilmedikleri şeyler olduğunu unutuyor. Ayrıca... Kendimi tanıtmak için radyo-holograf yönteminden yararlanmamam gerekirdi. Herhalde Helicon'da böyle şeyler yok. Sizi telaşlandırdım."

Seldon rahatladı. Genç kadın dostça davranıyordu Hummin'den söz etmesi de profesörün kaygılarını gidermişti. "Helicon konusunda yanılıyorsunuz, Bayan..."

"Lütfen beni Dors diye çağırın."

"Yine de Helicon konusunda yanılıyorsunuz. Bizde de radyoholograf var. Ama ben hiçbir zaman bu âleti alacak kadar para kazanamadım. Çevremdekiler de öyle. O yüzden cihazı hiç kullanılırken görmedim. Ama demin ne olduğu nu hemen anladım."

Genç adam, kadını süzdü. Uzun boylu değildi. Boyu orta, saçları da kızılımsı sarıydı. Ama rengi o kadar parlak sayılmazdı. Dors kısa saçlarını bukle bukle kıvırtmıştı. (Seldon, Trantor'da saçlarım bu biçim yaptırtmış olan birkaç kadınla karşılaşmıştı. Helicon'luların gülünç bulacağı bu biçim herhalde yerel bir modaydı.) Genç kadın şaşılacak kadar güzel değildi. Ama hoştu. Dolgun dudakları hafif bir neşeyle bükülmüştü. Vücudu ince ve biçimliydi. Pek de genç duruyordu. Matematikçi kaygıyla, belki de bir işe yaramayacak kadar genç, diye düşündü.

Dors güldü. "Sınavı geçtim mi?"

Seldon kendi kendine, "O da Hummin gibi insanın kafasından geçenleri okuyor galiba," dedi. "Ya da ben düşüncelerimi gizlemeyi başaramıyorum."

Sonra, "Affedersiniz..." diye mırıldandı. "Galiba dik dik bakıyordum. Ama aslında, sadece sizi değerlendirmeye çalışıyordum. Yabancı bir yerdeyim. Kimseyi tanımıyorum. Hiçbir dostum da yok."

"Dr. Seldon, lütfen beni bir dost sayın. Bay Hummin benden sizinle ilgilenmemi istedi."

Seldon kederle gülümsedi. "Bu görev için biraz gençsiniz."

"Öyle olmadığımı öğreneceksiniz."

"Neyse... Sizi mümkün olduğu kadar rahatsız etmemeye çalışacağım. Lütfen bana adınızı tekrarlar mısınız?"

"Dors Vanabili... Ama demin de söylediğim gibi beni lütfen ‘Dors' diye çağırın. Eğer fazla bir itirazınız yoksa ben de size ‘Hari' diyeceğim. Üniversitede resmiyet yoktur."

"Lütfen beni ‘Hari' diye çağırın."

"İyi. O halde resmiyeti bir tarafa bırakacağım. Meselâ... Resmi olsaydık senden oturmak için izin isterdim. Ama madem bundan vazgeçtik, ben de öyle yapmadan oturacağım." Dors odadaki tek koltuğa yerleşti.

Seldon hafifçe öksürdü. "Aklımın pek başında olmadığı anlaşılıyor. Sizden... Yani senden oturmam istemem gerekirdi." Gidip karışık yatağın kenarına ilişti.

Dors, "Şimdi şöyle yapacağız. Hari," dedi. "Önce gidip Üniversitedeki kahvelerden birinde kahvaltı edeceğiz. Sonra sana apartmanlardan birinde bir oda bulacağım. Bundan daha iyi bir oda. Oranın penceresi de olacak. Hummin bana, kendi adını vererek senin için bir kredi-fayansı almamı söyledi. Ama Üniversite bürokrasisi bunu ancak bir iki günde verir. O iş halledilinceye kadar masraflarından ben sorumlu olacağım. Borcunu daha sonra bana ödersin... Biz de burada, senden yararlanabiliriz. Chetter Hummin bana senin matematikçi olduğundan söz etti. Nedense Üniversitede iyi matematikçi çok az."

"Hummin sana iyi bir matematikçi olduğumdan da söz etti mi?"

"Evet. Etti. Senin olağanüstü bir insan olduğunu söyledi.

"Ah..." Matematikçi tırnaklarına baktı. "Öyle olduğumu düşünmelerini isterim. Ama Hummin benimle tanışalı bir gün bile olmadı. Ondan önce sadece tezimi okuyuşumu duymuştu. O tezi konusunda karar da veremezdi. Bence Hummin yalnızca nazik davranıyor."

Dors, "Sanmıyorum," dedi. "Hummin de olağanüstü bir adam. Ve insanları da iyi tanıyor. O yüzden onun bu yargısını kabul edeceğim. Zaten kendini kanıtlamak için bir fırsat bulacağını da sanıyorum. Herhalde bilgisayarları programlamasını biliyorsun."

"Tabii."

"Ben ‘öğreten kompüterler'den söz ediyorum. Onların çağdaş matematiğin çeşitli fazlarını öğretebilmeleri için program oluşturabilir misin?"

"Evet. Mesleğimin bir yanı da bu. Helicon Üniversitesinde, Matematik kürsüsündeydim."

Dors, "Evet, biliyorum," dedi. "Hummin bunu bana söyledi. Tabii bu herkesin de senin Trantor'lu olmadığını öğreneceği anlamına geliyor. Ama bunun ciddi bir sorun yaratacağını sanmıyorum. Üniversitede daha çok Trantor'lular var. Fakat değişik gezegenlerden gelmiş olan Dış Dünyalılar da çalışıyor. Sayıları da az sayılmaz. Ve bu durumu herkes de kabul ediyor. Tabii gezegenler hakkında ileri geri lâflar edildiğini duymayacaksın demiyorum. Ama bunu da daha çok Dış Dünyalılar yapıyor. Ha, aklıma gelmişken... Ben de Dış Dünyalıyım."

"Öyle mi?" Matematikçi durakladı, sonra da soru sormanın yeterince nazik bir şey olduğuna karar verdi. "Sen hangi dünyadansın?"

"Cinna'dan. O gezegeni hiç duydun mu?"

Seldon yalan söylerse yakalanabileceğini düşünerek, "Hayır," dedi.

"Buna hiç şaşmadım. Herhalde orası Helicon'dan da önemsiz... Her neyse. Biz yine matematik öğreten bilgisayarların programlanmalarına dönelim. Herhalde bu ustaca da yapılabilir, kötü biçimde de."

"Kesinlikle."

"Ve sen bunu ustaca yapacaksın."

"Öyle sanıyorum."

"Tamam öyleyse. Üniversite bu iş için sana ücret verecek. Haydi, artık gidip kahvaltı edelim. Ha, aklıma gelmişken... İyi uy ayabildin mi?"

"Şaşılacak kadar hem de."

"Aç mısın?"

"Evet ama..." Genç adam durakladı.

Dors neşeyle. "Ama yemeğin kalitesi seni kaygılandırıyor," dedi. "Mesele bu mu? Kaygılanma. Ben de Dış Dünyalı olduğum için her şeye bol bol mikro-besin katılması konusundaki düşüncelerini anlıyorum. Ama Üniversitede yemekler hiç kötü değil. Hiç olmazsa öğretim üyelerinin yemekhanesinde. Öğrenciler biraz sıkıntı çekiyorlar. Ama bu da onların dayanıklı olmalarını sağlıyor. Ayağa kalkarak kapıya, doğru döndü.

Seldon dayanamayarak, "Sen de öğretim üyesi misin?" diye sordu.

Dors dönerek ona muzip muzip gülümsedi. "Fazla mı genr gözüküyorum? Doktoramı iki yıl önce Cinna'da verdim. O zamandan beri de buradayım. İki hafta sonra otuzuma basacağım."

Matematikçi de gülümsedi. "Affedersin. Ama yirmi dördünde durursan Üniversitedeki yerin konusunda da kuşkular uyanır."

Dors, "Çok naziksin," dedi, Seldon âni bir memnunluk duydu.

"İnsan çekici bir kadınla karşılıklı itiraflar yağdırdığı zaman, artık kendisini tamamiyle bir yabancı gibi hissetmez," diye düşündü.

 

* * *

 

Dors haklıydı. Kahvaltı hiç de fena sayılmazdı. Seldon da bunu genç kadına söyledi.

"Bu güzel bir kahvaltıydı. Yiyecekler. Çevre. Her şey."

Dors, "Böyle düşünmene sevindim," dedi.

Seldon etrafına bakındı. Bir duvarda sırayla pencereler vardı. Tabii içeriye gerçek güneş ışıkları girmiyordu ama burası yine de aydınlıktı. Herhalde yerel bilgisayar çok güneşli bir günün zamanı gelmiş olduğuna karar vermişti.

Masalar dörder kişilikti. Ama Dors'la Seldon'un yanında kimse yoktu. Genç kadın birkaç kişiyi çağırarak matematikçiyi tanıştırmıştı. Hepsi de nezaketle davranmış, ama onlara katılmamışlardı. Herhalde böyle olmasını Dors istemişti. Ancak Seldon genç kadının bunu nasıl sağladığını anlayamamıştı.

Seldon. "Beni hiçbir matematikçiyle tanıştırmadın, Dors," dedi.

"Burada tanıdığım matematikçi yok. Onların çoğu çalışmalarına erkenden başlarlar. Saat sekizde de derse girerler. Bana sorarsan matematiği seçen çılgın bir genç, kursu da çabucak tamamlamayı ister."

"Senin matematikçi olmadığın anlaşılıyor."

Dors bir kahkaha attı. "Matematik olmasın da ne olursa olsun! Ben tarihçiyim. Trantor'un yükselişi konusunda yaptığım çalışmaları yayınladım. Bu dünyayı değil, ilkel krallığı kastediyorum. Herhalde sonunda uzmanlık dalım da bu olacak. Kraliyet Trantor'u."

Seldon, "Harika," dedi.

"Harika mı?" Dors genç adama merakla baktı. "Sen de mi Trantor Krallığıyla ilgileniyorsun?"

"Bir bakıma öyle. Bu ve benzer konularla. Aslında tarihi pek incelemedim. Ama yapmam gerekirdi."

"Öyle mi? Tarihi seçseydin matematik çalışmak için zaman bulamazdın. Oysa matematikçilere çok ihtiyacımız var. Özellikle bu üniversitede. Tarihçiler buraya kadar." Dors elini burnuna götürdü. "Ekonomi ve siyasal bilim uzmanları da öyle. Ama fen ve matematik alanlarında eksiğimiz çok. Chetter Hummin bir keresinde bana bundan söz etti. Bunu, ‘Fennin düşüşü,' diye tanımladı. Bunun genel bir olgu olduğunu düşündüğü anlaşılıyordu."

"Ben hayatımı tarih konusuna vermem gerektiğini kastetmedim. Sadece tarihi, matematiğime yardım edecek kadar incelemem gerekirdi. Asıl uzmanlık dalım toplum yapısının matematiksel analizi."

"Korkunç bir şey olmalı bu."

"Bir bakıma öyle. Çok karmaşık bir konu. Toplumların nasıl oluştukları konusunda daha fazla bilgi edinmezsem işin içinden çıkamayacağım. Anlayacağın tablom fazla statik."

"Bunu anlayamadım. Çünkü bu konuda bir şey bilmiyorum. Chetter bana psiko-tarih denilen bir bilim geliştirdiğini söyledi. Bunun çok önemli olduğunu da vurguladı. Yanlış bilmiyorum ya? Adı psiko-tarih, değil mi?"

"Evet. Aslında buna ‘psiko-sosyoloji' adını vermem gerekirdi. Ama bu ismin pek çirkin olduğunu düşündüm."

"Gerçekten de psiko-tarih daha iyi. Ama ben onun ne olduğunu da bilmiyorum."

"Benim bildiğim de söylenemez." Seldon karşısında oturan genç kadına düşünceli bir tavırla bakarak kendi kendine, "Belki de onun sayesinde kendimi sürgünde gibi hissetmeyeceğim," dedi. Sonra aklına öbür kadın geldi, ama kendisini zorlayarak o hayali kafasından kovdu. "Bir daha sefere kendime sevgili bulursam, bir bilim adamının durumunu anlayacak biri olmalı."

Sonra bu düşüncelerden kurtulmak için, "Chetter Hummin bana hükümetin üniversiteye ilişmediğini söyledi," diye mırıldandı.

"Doğru söylemiş."

Matematikçi başını salladı. "İmparatorluk hükümetinin inanılmayacak kadar sabırlı olduğu anlaşılıyor. Helicon'daki eğitim müesseseleri hükümet baskısından pek kurtulamıyorlar."

"Cinna'da da öyle. Dış Dünyalarda da durum aynı. Belki bir iki en büyük gezegen dışında. Ama Trantor başka."

"Evet ama neden?"

"Çünkü Trantor İmparatorluğun merkezi. Buradaki üniversitelerin müthiş bir saygınlığı var. Her yerde üniversiteler, profesyonelleri yetiştiriyor. Ama İmparatorluğun yöneticileri... İmparatorluğun galaksinin her köşesine uzanan kollarının temsilcisi olan milyonlarca yüksek memur, hep burada, Trantor'da eğitiliyorlar."

Seldon, "Ben istatistikleri görmedim..." diye başladı.

"Bana inan. İmparatorluğun resmi görevlilerinin ortak yanları olması gerekiyor. İmparatorluğa karşı özel duygular beslemeleri de şart. Hepsi Trantor'un yerlisi de olamazlar. Yoksa Dış Dünyalarda huzursuzluk başlar. O yüzden Trantor'a eğitim için Dış Dünyalardan milyonlarca genç geliyor. Onların geldikleri gezegen oranın yerel aksam ya da kültürü önemli değil. Trantor'da öğrenim görmeleri ve buraya özgü cilayı almaları yeterli. İşte İmparatorluğu bir arada tutan da bu. Dış Dünyalar da İmparatorluk hükümetini temsil eden yöneticilerin belirli bir bölümü kendilerinden olduğu için huzursuzluğa fazla kapılmıyorlar."

Profesör yine utandı. Bu konuyla hiç ilgilenmemişti. Genç adam kendi kendine, "Bir insan sadece matematik biliyorsa, gerçekten büyük bir matematikçi sayılabilir mi?" diye sordu.

Dors konuşmasını sürdürdü. "Trantor, Dış Dünyalıları üniversitelerine çekebilmek için onlara bir şeyler vermek zorunda. Ne de olsa, bu gençler köklerini koparıp yabancı bir dünyaya geliyorlardı. İnanılmayacak kadar suni yapılı ve yöntemleri olağanüstü bir yere. Ben iki yıldan beri bura dayım ama Trantor'a hâlâ alışamadım. Belki de hiçbir zaman alışamayacağım. Ama tabii ben yönetici olmak niyetinde değilim. Onun için de kendimi Trantor'lu olmaya zorlamıyorum.

"Trantor bu gençlere yalnızca önemli, yüksek mevki ve hatırı sayılacak kadar güç ile para vadetmiyor. Ayrıca özgürlük de vadediyor. Öğrenim sırasında öğrencilerin hükümeti yermeye, onun aleyhinde sakin gösterilerde bulunmaya, kendi kuramlarını ve görüş açılarını geliştirmeye hakları var. Bu hoşlarına gidiyor. Çoğu buraya bu özgürlüğün tadını çıkarmak için geliyor."

Seldon, "Herhalde bu durum baskıdan kurtulmalarını da sağlıyor," dedi. "Bütün öfkelerini açığa vuruyorlar, genç bir ihtilâlcinin duyacağı o kendini beğenmeyi ve memnunluğu hissediyorlar. İmparatorluk hiyerarşisinde yerlerini aldıkları zaman kurallara uymaya ve emirleri dinlemeye hazır oluyorlar."

Dors başını salladı. "Belki de haklısın. Her neyse. Hükümet bütün bu nedenlerle üniversitelerin özerkliğini dikkatle koruyor. Yani hükümet aslında sabırlı değil, yalnızca kurnaz."

"Demek yönetici olmayacaksın. Dors. O halde ne olacaksın?"

"Tarihçi. Öğretmen."

"Belki bu önemli bir mevki sayılmaz."

"Fazla para da getirmiyor. Hari. O daha da önemli. Mevkiye gelince... Öyle didinip çabalamak bana göre değil. Yüksek mevkide pek çok insan gördüm ama içlerinden mutlu olanına hiç rastlamadım. İnsan yüksek mevkiye geldiği zaman her şey sona ermiyor. Düşmemek için sürekli savaşmak zorunda kalıyor. Çoğu zaman İmparatorların bile sonu kötü geliyor. Belki ileride Cinna'ya döner, orada profesörlük ederim."

"Trantor'da öğrenim gördüğün için de önemin artar."

Dors güldü. "Belki. Ama Cinna'da buna kim aldırır? Sıkıcı bir dünya orası. Çiftliklerle, sürülerle dolu. Dört ve iki ayaklı yaratıklardan oluşan sürülerle."

"Orası Trantor'dan sonra sana daha da sıkıcı gelmeyecek mi?"

"Evet, ben de bunu umuyorum zaten. O zaman şuraya buraya gidip tarihsel araştırmalar yapmak için burs alabilirim. İşte benim alanımın avantajlı yanı da bu."

"Buna karşılık, bir matematikçinin bilgisayar başında oturup düşünmesini isterler." Seldon'un sesi acıydı. Oysa o güne kadar bu durum kendisini hiç sıkmamıştı. "Ah, evet bilgisayar dedim de aklıma geldi..."

"Evet?"

"Tarih kitaplığından yararlanmak için bana izin verirler mi dersin?"

Genç kadın durakladı. "Bunu sağlayabiliriz sanırım. Matematik programlaması konusunda çalışacağın için bir dereceye kadar öğretim üyesi sayılabilirsin. Onun için sana izin vermelerini de isteyebilirim. Yalnız..."

"Yalnız ne?"

"Seni kırmak istemiyorum. Sen matematikçisin ve tarih konusunda hiçbir bilgin olmadığını söylüyorsun. Bir tarih kitaplığından nasıl yararlanacağını biliyor musun?"

Matematikçi gülümsedi. "Herhalde siz de matematik kitaplığındakine benzeyen bilgisayarlar kullanıyorsunuz."

"Orası öyle. Ama her uzmanlık dalının program bakımından bazı özellikleri vardır. Standart referans kitap-filmlerini bilmiyorsun. Atlama ve ayırma için kullanılan hızlı yöntemleri de..."

"Herhalde bunları öğrenebilirim."

"Herhalde... Herhalde..." Dors'un yüzünde kaygılı bir ifade belirmişti. "Ama bir öneride bulunabilirim. Bir haftalık bir kurs veriyorum. Günde bir saat. Öğrencilere kitaplıklardan nasıl yararlanacaklarım öğretiyorum. Böyle bir kursa katılmak, vakar ve gururuna dokunur mu? Yani öğrencilerle bir arada ders dinlemek? Kurs üç hafta sonra başlayacak."

"Bana özel ders verebilirsin." Sesinin anlamlı bir ton alması Seldon'un kendisini de şaşırttı.

Dors da bunu farketti. "Verebilirim ama daha resmi bir ders alman iyi olur. Kursu kitaplıkta yapıyoruz."

"Pekâlâ. Kursa gireceğim." Matematikçi bu genç kadından hoşlanmaya başladığını, ondan ders alma fırsatım kaçırmak istemediğini kendi de fark ediyordu.

Hummin'e, psiko-tarihi uygulanabilir bir hale sokmak için çalışacağına söz vermişti. Ama bu kararla ilgili bir sözdü. Genç adam psiko-tarihle, onu pratik hale sokmak için boğuşmaya ancak şimdi razıydı. Buna da galiba Dors Venabili neden olmuştu.

"Yoksa Hummin de bunu mu bekliyordu? Ne kadar tehlikeli bir insan!"

 

* * *

 

I. Cleon, ziyafet sona erdiği için rahatlamıştı. Şimdi masadan aldığı bir avuç fındığı yiyerek, "Demerzel!" dedi.

"Efendimiz?"

Demerzel, İmparator çağırır çağırmaz hemen gelirdi. Belki hep kapının önünde bekliyordu, belki de sezgileri ona efendisinin kendisini çağıracağını haber veriyordu. Cleon tembel tembel, "Ne olursa olsun, hemen geliyor ya," diye düşündü. "Önemli olan da bu." Tabii Demerzel bazen İmparatorluğun işleri için saraydan ayrılmak zorunda kalıyordu. Cleon, Baş Yöneticisinin yokluğundan hiç hoşlanmıyordu. Böyle zamanlarda kaygılanıyordu.

"O matematikçi ne oldu? Adını unuttum..."

Demerzel İmparatorun kimi kastettiğini kesinlikle biliyordu. Ama belki Cleon'un olayın ne kadarını hatırladığını anlamak istiyordu. "Kastettiğiniz hangi matematikçi, Efendimiz?"

Cleon elini sabırsızca salladı. "Şu falcı. Beni görmeye gelen."

"Buraya çağırttığımız mı?"

"Öyle olsun. Çağırttığımız. Beni görmeye geldi hani. Yanılmıyorsam o konuyla ilgilenecektin. Bunu yaptın mı?"

Demerzel öksürdü. "Bunu yapmaya çalıştım, Efendimiz."

"Ah! Bu başarılı olamadığın anlamına geliyor, öyle değil mi?" Cleon bir bakıma memnun olmuştu. Bakanları arasında başarısızlığım açıklamaktan kaçınmayan bir tek Demerzel vardı. Diğerleri başarısızlıklarını itiraf etmiyorlardı. Pek sık başarısızlığa uğradıkları için de durumu düzeltmek zorlaşıyordu. Belki de Demerzel pek ender başarısızlığa uğradığı için böyle dürüst davranabiliyordu. İmparator üzüntüyle, "Demerzel olmasaydı," diye düşündü, dürüstlüğün ne olduğunu bilmeyecektim. Belki de hiçbir İmparator bunu bilemedi. Belki İmparatorluğun sarsılmasının bir nedeni de bu..." Cleon bu düşünceyi kafasından kovdu. Demerzel'in sessiz durmasına da birdenbire sinirlendi. "E? Başarılı olamadın değil mi?"

Baş Yönetici irkilmedi. "Bir bakıma, Efendimiz. Matematikçinin, burada, durumun çetin olduğu Trantor'da kalmasının sorunlara yol açacağını düşündüm. Kendi gezegeninde çalışması daha iyi olacaktı. O da ertesi gün kendi dünyasına dönmeyi planlıyordu. Ama bir mesele çıkması ihtimali her zaman vardı. Yani Trantor'da kalmaya karar vermesi ihtimali. O yüzden, iki gencin matematikçiyi o gün uzay gemisine bindirmelerini sağlamaya çalıştım. İki sokak serserisi buldum..."

"Sen sokak serserilerini tanıyor musun, Demerzel?" Cleon'un sesinden, bu durumla eğlendiği anlaşılıyordu.

"Değişik tiplerde insanlara erişebilmek önemlidir, Efendimiz. Çünkü her birinin başka yararı olur. Onun için sokak serserilerini de önemsememek gerekir. Ama onlar da başarılı olamadılar."

"Nedenmiş o?"

"Çok garip bir şey oldu. Seldon onları ürkütüp kaçırmayı başardı."

"Yani matematikçi dövüşmesini biliyor muymuş?"

"Anlaşılan, ‘matematikçiler dövüşemezler,' diye bir kural yok. Sonradan, Seldon'un doğup büyüdüğü Helicon dünyasının bu bakımdan ünlü olduğunu öğrendim. Matematik değil, dövüş sanatı bakımından. Bunu daha önceden öğrenmemiş olmam gerçekten başarısızlıktı, Efendimiz. Ve bu bakımdan ancak af dileyebilirim."

"O halde matematikçi ertesi gün kendi gezegenine hareket etti."

"Ne yazık ki olayın ters tepkisi oldu. Matematikçi o sal din yüzünden şaşırdı. Helicon'a dönmekten vazgeçerek Trantor'da kaldı. Belki de bunu o sırada oradan geçmekte olan biri önerdi. Bu da önceden tahmin edilemeyen bir engel."

İmparator Cleon kaşlarını çattı. "O halde bizim matematikçi... adı neydi onun?"

"Seldon, Efendimiz. Hari Seldon."

"O halde Seldon ulaşamayacağımız bir yerde."

"Bir bakıma öyle, Efendimiz. Onu izledik. Kendisi şimdi Streeling Üniversitesinde. Orada olduğu sürece kendisi ne dokunmamız da imkânsız."

İmparator kızardı. Kaşları iyice çatılmıştı. "Bu 'dokunmamız imkânsız' sözü beni sinirlendiriyor. İmparatorlukta elimin erişemediği hiçbir yer olmamalı. Ama burada, üstelik de kendi dünyamda, birine dokunamayacağımızı söylüyorsun bana. Dayanılacak gibi değil"

"Eliniz, üniversiteye uzanabilir, Efendimiz. Ordunuzu yollar, bu Seldon denilen adamı istediğiniz an buraya getirtebilirsiniz. Ancak bunu yapmak... doğru olmaz."

"Neden ‘pratik olmaz' demiyorsun, Demerzel? Tıpkı o matematikçinin fal yönteminden söz ederken yaptığı gibi konuşuyorsun. Mümkün ama pratik değil. Ben her şeyin mümkün olduğunu düşünen, ama pratik yöntemlerle pek az karşılaşan bir İmparatorum. Şunu unutma Demerzel: Belki Seldon'a uzanmak pratik olmaz. Ama sana uzanmak mümkün."

Eto Demerzel cevap vermedi. Tahtın gerisindeki bu adam, Cleon için ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Daha önce de böyle sözleri çok duymuştu. İmparator ateş saçan gözlerle ona bakarken sessizce bekledi. Cleon parmaklarını koltuğun yanma vurarak, "pekâlâ," dedi. "Bu matematikçi Streeling Üniversitesindeyse bizim ne işimize yarar?"

"Bu terslikten yararlanmamız yine de mümkün olabilir, Efendimiz. Matematikçi Üniversitede Psiko-tarih bilimi üzerinde çalışmaya karar verebilir."

"Pratik olmadığında ısrar etmesine rağmen mi?"

"Belki de yanılıyordu. Ve bunu anlayabilir. O zaman biz de kendisini Üniversiteden çıkarmanın yolunu buluruz. Hatta matematikçi bu şartlar altında bize kendi isteğiyle de katılabilir."

İmparator bir süre düşündü. Sonra, "Ya biri bizden önce davranıp onu ele geçirirse?" diye sordu.

Demerzel usulca, "Bunu yapmayı kim ister, Efendimiz?" dedi.

"Meselâ... Wye Valisi!" Cleon birdenbire bağırmaya başladı. "O hâlâ İmparatorluğu ele geçirme hayalleri kuruyor!"

"Yaşlılık dişlerini, tırnaklarım körleştirdi, Efendimiz."

"İşit de inanma, Demerzel."

"Ayrıca onun Seldon'la ilgilendiğini düşünmemiz için de hiçbir neden yok. Belki onun varlığını duymadı bile, Efendimiz."

Demerzel, "Böyle bir durumda güçlü önlemler almaya da hakkımız olur," diye cevap verdi.

"Ne kadar güçlü?"

Baş yönetici ihtiyatla, "Seldon'un Wye'm eline düşmesindense, kimseye yararlı olmamasını tercih ederiz," dedi "Ortadan kalkmasını, Efendimiz."

Cleon, "Yani onun öldürülmesini," diye başım salladı.

Demerzel, "Madem böyle söylemek istiyorsunuz..." dedi.

Hari Seldon, Dors Venabili 'nin yardımı sayesinde kendisine verilmiş olan bölmede arkasına yaslandı. Hoşnutsuzdu. Hayır, aslında hoşnutsuz değil, öfkeliydi. Kime kızdığını da pek bilmiyordu. Tarihlere mi öfkeleniyordu? Yoksa onları yazanlara mı? Tarihi oluşturan dünyalara ve insanlara mı?

Öfkesinin nedeni ne olursa olsun, bu önemli değildi. Önemli olan şuydu: notları yararsızdı. Yeni bilgisi yararsızdı. Her şey yararsızdı.

Üniversiteye geleli hemen hemen altı hafta olmuştu. Daha başlangıçta bir bilgisayar bulmuş, hemen çalışmaya başlamıştı.

Sonra Dors'tan ders de almıştı. Bu sayede sürüyle kestirme yol öğrenmiş, ama iki bakımdan da çok utanmıştı. Öğrenciler ona yan yan bakmışlardı. Sanki onu aşağılarcasına. Çok yaşlı olduğunu düşünüyorlardı. Dors'un ona devamlı, "Profesör," ya da "Dr. Seldon," diye hitap etmesinden pek hoşlanmamışlardı.

Dors, "Seni geri zekâlı bir öğrenci sanmalarını istemiyorum," demişti.

"Artık bunu açıkladın. Bundan sonra beni sadece ‘Seldon' diye çağırman yeterli olmaz mı?"

"Hayır." Dors birdenbire gülmüştü. "Ayrıca seni ‘Dr. Seldon diye çağırmak hoşuma gidiyor. O sıkıntılı tavırların çok sevimli."

"Acayip, sadistçe bir zevkin var."

"Beni bundan yoksun mu bırakacaksın?"

Matematikçiyi bu sözler güldürdü nedense. Sonra aklına bir şey geldi. "Burada, üniversitede tenis oynanıyor mu?"

"Kortlar var ama ben oynamıyorum."

"İyi. Ben sana öğretirim. O arada da seni ‘Profesör Venabili' diye çağırırım."

"Derste zaten öyle çağırıyorsun."

"Bunun tenis kortunda ne kadar gülünç kaçacağını bilemezsin."

"Belki hoşuma gider."

"O halde başka nelerin hoşuna gideceğini keşfetmeye çalışmalıyım."

"Senin de müstehcen bir zevkin olduğu anlaşılıyor."

Seldon, "Beni bundan yoksun mu bırakacaksın?" dedi.

Genç kadın gülümsedi. Daha sonra tenis kortunda şaşılacak kadar başarılı oldu. Bir oyundan sonra matematikçi oflayıp puflayarak, "Şimdiye kadar hiç tenis oynamadığından emin misin?" diye sordu.

Dors, "Çok eminim," dedi.

"Seldon'un utanmasının ikinci nedeni daha özeldi. Tarihsel araştırmalarla ilgili teknikleri öğrenmişti ama yine de bir sonuca varamıyordu.

Matematikçinin öfkesi tenis kortunda da belli oluyordu artık. Dors oyunu bayağı öğrenmişti. Seldon da bu yüzden genç kadının bu spora yeni başladığını unutuyor, hıncını toptan çıkarıyordu.

Dors bir gün koşarak aradaki ağa doğru geldi. "Beni öldürmek istemeni anlıyorum. Çoğu zaman top kaçırmamı seyretmek seni sinirlendiriyor. Ama bu sefer kafamı nasıl oldu da üç santimlik bir açıklıkla ıskaladın? Yani top başımı sıyırmadı bile. Şu işi daha ustalıkla yapamaz mısın?"

Dehşete kapılan matematikçi durumu açıklamaya çalıştı ama ancak anlaşılmaz bir şeyler söyleyebildi.

Dors, "Buraya bak," dedi. "Bugün artık servislerine karşılık verecek değilim. Neden gidip duş yapmıyoruz? Ondan sonra çay içmek için buluşuruz ve sen bana neyi öldürmek istediğini anlatırsın."

Öyle de yaptılar.

Çay içerlerken Seldon, "Arka arkaya kaç tarihi inceledim, Dors," dedi. "Tabii fazla derinlemesine değil. Henüz bunun için zaman bulamadım. Ama bu kadar bir araştırma bile durumu bana açıkladı. Bütün kitap-filmleri hep aynı birkaç olayın üzerinde duruyor."

"Önemli olanların. Tarihi yaratanların."

"Bu yalnızca bir bahane. Onlar birbirlerinin kopyası. Dışarıda yirmi beş milyon dünya var. Bu tarihler ise belki ancak yirmi beş tanesinin üzerinde duruyorlar."

Dors, "Sen sadece genel galaksi tarihlerini okuyorsun," diye hatırlattı "Daha küçük dünyaların özel tarihlerini incele. Her gezegende, ne kadar küçük olursa olsun, çocuklara daha onlar dışarıda koskocaman bir galaksi olduğunu fark etmeden önce yerel tarih öğretilir. Sen de şu anda Helicon tarihini, Trantor'un yükselmesinden ya da Büyük Yıldızlar Arası Savaş'tan daha iyi bilmiyor musun?"

Matematikçi sıkıntıyla, "Bu tür bilgi de kısıtlıdır," dedi. "Helicon coğrafyasını, insanların oraya nasıl yerleştiklerini ve Jennisek gezegeninin yaptığı kötülükleri biliyorum. Jennisek bizim geleneksel düşmanımızdır. Ama öğretmenlerimiz bize onlardan ‘geleneksel rakiplerimiz' diye söz etmesini de dikkatle öğretirler. Fakat ben Helicon'un genel galaksi tarihine ne katkılarda bulunduğunu hiçbir zaman öğrenemedim."

"Belki de Helicon böyle bir katkıda bulunmadı."

"Saçmalama. Tabii bulundu. Belki çok önemli değildi bu katkılar. Helicon'la ilgili dev uzay savaşları ya da hayati ayaklanmalar ya da barış anlaşmaları yoktu. Ama Helicon' un yine de gizli etkileri oldu herhalde. Bir yerdeki bir olay başka her tarafı etkiler. Ama yine de bana yardımcı olabilecek hiçbir şey bulamıyorum... Buraya bak, Dors. Matematikte, bilinen her şeyi bir bilgisayarda bulabilirsin. Yirmi bin yıl boyunca öğrenilen her şeyi. Ama tarih böyle değil. Tarihçiler istedikleri olayları seçiyorlar. Üstelik hep aynı şeyleri."

Dors, "Ama Hari," diye itiraz etti. "Matematik, insanların icat ettikleri düzenli bir şeydir. Bir şey bir diğerini izler. Terimler ve aksiyomlar vardır. Bu... bu... bir bütündür. Ama tarih bundan farklıdır. Katrilyon insanın düşünce ve davranışlarının bilinçsizce etkileridir. O yüzden de tarihçiler olayların arasından bazılarını seçmek zorundadırlar."

Matematikçi, "Tamam," dedi. "Ama ben psiko-tarihin kanunlarını geliştireceksem bütün geçmişi de bilmem gerekir."

Dors başını salladı. "O halde psiko-tarih kanunlarını geliştiremeyeceksin, Hari."

 

* * *

 

Bu konuşma birgün önce olmuştu. Seldon şimdi bölmedeki iskemlesinde oturuyordu. Yine başarısız bir gün geçirmişti. Kulaklarında Dors'un sesi yankılanıyordu. "O halde psiko-tarih kanunlarını geliştiremeyeceksin, Hari."

Matematikçi kendi kendine, "Zaten başından beri ben de böyle düşünüyordum," dedi. "Hummin bunun tersine inanmasaydı ve bana şevk aşılamasaydı, hâlâ da öyle düşünecektim."

Ama vazgeçmeyi de istemiyordu. "Acaba bir yolu yok mu?"

Fakat aklına hiçbir şey gelmiyordu.