istikametinde yürüdü. Meydanlıkta bir bankoya oturdu ve güneş altında biraz kestirdi. Uyanınca gördü ki, yarış sahası insanlarla dolu... En cicili bicili kılıklarıyle, tahta bir parmaklığın sınırladığı dış yol üzerinde cevelân halindeler... Aman!... Aralarında, silindir şapkalı, dolama ipek kravatlı, göğsü dürbünlü, bizim konsolos cenapları!.. Parmaklığa koştu. Konsolos tam önünde... Elini uzattı ve konsolosu omuz başından kavradı.

Konsolos dehşetle: - Siz misiniz?.. Ne yapıyorsunuz?.. Yabancılardan çekinmiyor musunuz? 36

- Dsterseniz beni polise teslim edin! Sizi asla bırakmam! - Ne istiyorsunuz? -Para!

- Çekiniz elinizi yakamdan!.. - Çekmem! Para!

- Akşama doğru konsolosluğa gelin de görüşelim: Konsoloslukta bir makbuz, imza ve 1000 frank... O da gitti, o da kumar vergisine yatırıldı ve üçüncü geceyi mahut otelde geçirdikten sonra vapur... Vapurda, şu bir aralık Dışişleri Bakanlığı yapan Feridun Cemal (Erkin)... O da talebe ama, hali vakti iyi olanlardan... Birinci mevki kamarasında seyahat ediyor ve lüks düşkünü yolcular arasında, daha o zamandan bir "sefir-i kebir" edasiyle boy göstermeyi biliyor. Genç Şair, geceleri kamarasına çekiliyormuş gibi yaparak güverteye iniyor da gündüzleri onun yanından ayrılmıyor; böylece

kendisini birinci mevki yolcusu diye gösterebiliyor. Dkinci gece miydi, neydi, güvertede, iyi kalbli bir Türkün şiltesinde bulduğu sığınakta fena halde üşüdü, kalktı, lüks kamaraların bulunduğu hususî güverteye çıktı, dışarıdan görülmemesi için camları beyaz boyalı bir kamara gördü. Kapısında "banyo salonu" levhası... Girdi, kapıyı kilitledi, banyoyu sıcak suyla doldurdu ve sabaha kadar orada kaldı.

Bir gece de, yine aynı hususî güverteden geçerken garip bir hadise... Battaniyelere sarılı başı kukuleteli bir adam, iki yanında iki izbandut, denize doğru işaretler çakıyor, yumruk sallıyor ve anlaşılmaz homurtularla söyleniyor. Saldırgan deli halinde bir adam... Şezlongtan doğrulur gibi olunca iki yanındaki izbandutlar onu kavrıyor ve şezlonguna yatırıyorlar... Tevekkeli değil; iki gün önce vapur, gayet yakından takip ettiği Fransa kıyılarından geçerken birdenbire durmuş ve bir

motorla gemiye dört ya- 37

nı kapalı bir sedye getirilmişti... Yolculara karşı bahane şu olmuştu: - Geminin doktoru hastalandı ama telsizle yeni doktor ve hastayı nakletmek için sedye ve bakıcı istedik...

Derken geminin lüks kamaralar salonunda "Feridun Paşa" adlı, Mısır Kral ailesi yakınlarından (lord)vârî bir insan... Etrafında da koca bir maiyet...

Genç Şair, çok geçmeden öğrendi ki, kimsecikler görmesin diye gece yarıları güverteye çıkarılan mecnun halli adam, meşhur Mısırlı Prens Seyfeddindir; deli olmadığının ispatı için Dstanbul'a götürülmektedir, zira Prensin akıllılığı ispat edilecek olursa muazzam bir mirasa konacaktır ve miras dışı bırakılması maksadiyle Dngiltere'de bir akıl hastahanesine yerleştirilmiş, deli olduğu iddia edilmiş ve işte taraflılarından Feridun Paşa eliyle kaçırılmıştır.

O zaman, dünyayı birbirine katan hadise... Bütün neşir vasıtaları bu işle, bu Mısır saray entrikasiyle meşgul ve Prensi kimin ve nasıl kaçırdığı, nereye götürdüğü, ne halde olduğu meçhul... Hattâ

meşhur (Tayms) gazetesi Prensi bulacak, yerini haber verecek ve röportaj yapacak ilk gazeteciye 1000 Dngiliz lirası vereceğini ilân etmiş...

Genç Şair bu son ikramiye vaadinden habersiz; fakat işin gazetecilik kıymetini biliyor ve Dstanbul'a varır varmaz, Darülfünun talebeleği boyunca kadrosunda çalıştığı "Vakit" gazetesine bu mevzuda parlak bir röportaj hazırlamayı düşünüyor. Öyle ya; bundan sonra hayatı ne olacaktır?... Babıâli'den başka çimleneceği bir yer var mıdır?..

Dleride, yine Babıâli'den bir deli doktorunun kimbi-lir kaç para karşılığında akıllı raporu vereceği zır deli, nefis bir fırsat...