ileride de, Dstiklâl Savaşı kodamanlarından altun sızdırmanın günü geldiğine inanmış bir yahudinin işlettiği ve macar dilberleriyle vitrinlediği Fresko - Bar...
Genç Şair bir yandan duvarlara asılı dallardaki Gördes elmalarını yerken bir yandan da düşünüyor. Birden gözünün önüne annesi geldi. Dstanbul'a döner dönmez, bütün hayatı bir cefa destanı bu
mübarek kadına koşması gerekirken, bakın nerelerde?.. Dayılarının yanında ve himayesindeki annesi acaba ne âlemde? Ona Paris'ten tek bir mektup yazmış ve halinden haber almış değil... 26 - 27 yaşlarında dul kalan ve o gün bugün, nikâhı düşer bir erkek yüzüne bakmamış olan, başörtüsü mis kokulu anne... Çemberlitaş'taki kocaman konağın (hikâyesi O ve Ben'de) herkesçe hor tutulan gelini olanca ümidini oğluna bağlamışken, görüyor musunuz şimdi oğlunun halini?..
- Giderim ona, Beylerbeyine, yarın... Diye kurdu ve ıslak çamaşırlarla elma kokuları içinde uyudu. Sabahleyin, bir gün sonra kendisine:
- Odadaki okkalarla elmayı sen mi yiyip bitirdin? Diye soracak olan Rasim'in yanından ayrılıp Babıâli'ye düştü. Doğru Dkbal kahvehanesine...
Babıâli'nin tarihinde, ışıldattığı mâna renkleri bakımından iki mühim kahvehane vardır: Biri, yokuşun ba-
40 41 şında ve sol köşedeki Meserret, öbürü de, Nuruosmaniye caddesinin solunda ve Çemberlitaş'a çıkan sokağın kestiği köşede Dkbal...
Dkbal, Babıâli'de kahramanlaşmaya bakan, dehâ hasretlisi mustarip cücelerin yatağı... Ortasında kocaman bir bilardo masası, etrafında nargilelerini fokurdatan türlü memur ve emekli tipleri, vitrine yakın masalarda da nam-sız ve gizli gamlan içinde gamsız, bedbaht yüzlü, ekşi suratlı dâhicikler... Hakkı Tarık'ın dostu, tarih hocası ve Babıâli'nin şeref konuğu, her yere girer çıkar, Emin Âli, bu dâhiciklere "Esafil-i Şark: Şarkın Sefilleri" adını koymuştur.
Kahvede, öğle zamanına hayli vakit olduğu için kimsecikler yok... Yalınız Nurullah Atâ, kirpi saçları kabarık ve bir perçemi kaşına düşmüş, tavla oynuyor. Yanında da Genç Şairin Darülfünun talebeliğinde şiir kutbunu temsil ettiği Anadolu Mecmuası yürütücülerinden folklorcu Halit
(Bayrı)... Biraz sonra "Esafil-i Şark" teker teker sökün etti kahveye... "Dergâh"çı Mustafa Nihat, Ahmed Hamdi (Tanpınar), Ahmed Kutsi (Tecer), Hilmi Ziya (Ülken), Mükrimin Halil... Teker teker Genç Şair'le öpüştüler ve sordular:
- Ne zaman geldin Paris'ten?.. Dzinli misin?.. Ne zaman döneceksin?.. - Dzinli mizinli değilim... Büsbütün geldim. Artık aranızdayım!..
Kutsi, acıklı bir hayret içinde: - Eyvah!.. Mükrimin:
- Neye eyvah?.. - Hükümete karşı kefalet senedini o imzaladı da ondan... Kefilim, o... Şimdi ondan bana edilen masrafları isterler diye korkuyor!
42 Oturdular... Nurullah Atâ tavla oyununa dalmış, kendisini yolmak sanatında mahir ve "Esafil-i Şark" budalaları dışında pratik bir adama karşı, kan ter içinde savunmaya çalışıyor.
Bir ses işitildi: - Yanlış oynuyorsunuz, Nurullah Bey, şeş oraya gitmez! Ayağıma gelin bakayım! - Ben doğru oynadım!
- Nurullah Bey, çamura yatmayın!.. Nurullah Atâ, dört bir kaybetmek üzere bulunduğu tavlayı çat diye kapattı, ayağa kalktı ve saçları dimdik, haykırdı: