"Abasıyanık" değil, kafası yanık... Onun, günümüzde, ilk defa görülen ve adına pey üstüne pey sürülen bir bedesten eşyası gibi kıymetlendiri-lişi, sanat boşluğumuzu ve edebî "muhammin" yoksunluğumuzu gösterici anlayış galatlarından biridir.

YALNIZ ADAM BDRKAÇ sayısı Ankara'da ve bir o kadarı Dstanbul'da çıkan "Ağaç", Mistik Şairin ilk mecmua tecrübesi olarak onda müthiş bir darbe tesiri yaptı. Ruh doktorlarının (trauma) dediği tesir... Fena halde kırıldı, inkisara uğradı; ve madalyonun yüziyle tersi halinde, hem Türk fikir ve sanat

adamının verim akameti, hem de okuyucunun alâka sefaleti önünde bir laboratuar tecrübesi katiyetiyle, yanıldığını ileride göreceği hükmünü verdi:

- Bu memlekette ne duygu ve düşünce vericisinden bir nişan var, ne de alıcısından.!.. Kaybedilen bir (kozmos - dünya) arkasından (kaos - hiçlik)...

Ahmed Kutsi artık o eski Kutsi değildir. Bir saatçi ustasının kulağını çarklara verip makinesinin nabzını dinlemesi gibi, kelimeler ve bağlantıları arasındaki iç âhenge dikkat eden ve bu noktada Mistik Şair'e muvazi yürüyen Kutsi, şimdi, Anadolu çiçeğini emerek devşireceği tahassüsü yepyeni bir imal süzgecinde ham madde diye kullanacağı yerde, ham maddenin bizzat içine düşmüş, ondan ibaret kalmış, arılar gibi çiçeğiyle kendi laboratuarı arasında öz şahsiyetini esas tutucu sihirli terkip (fabrikasyonunu unutmuş ve işte ince bir kalıp ve ruh nakkaşlığından yola çıkıp bu kısır noktada kala kalmıştır.

Nitekim başta istidatlısı göründüğü üstün şiire bu kıyışını dâva ve ideâl adamlığına da kıymış olmak şeklinde gösteren, Halk Partisine inanan ve kapılanan, her

208 209 mânanın kaynağı (metropolis - büyük kent) ruhunu, kerpiç köye feda eden ve aradığı köyü Halkevleri çerçevesinde bulacağını uman, hattâ ikbâlini bu yolda arayan, aynı Kutsi değil midir? Mistik Şair, Ahmed Kutsi Tecer ve Ahmed Hamdi Tanpınar mayonezinin üçüncü unsuru Ahmed Hamdi, kendi âleminde, kozası içinde, dışariyle teması seyrek, gayet yavaş ve pasif, ama muhakkak ki, soylu bir tekâmül içinde mesafe almakta, titiz ve zevkli mizacını hikâye ve romanda da

gösterme yolunda ilerilemekte... Ne var ki, şiir adına nakış yerine kütük, yani muhteva kıymetini başa alamadığı ve hünerli bir nakışçı olan Yahya Kemâl'e bu bakımdan bağlı olduğu için

tıknefeslikten kurtulamıyor ve bu hal içinde, tıpış tıpış, son durağına doğru yürüyor. Bu durak bir tükeniştir.

Mistik Şair, sanatına en güvendiği iki şiir arkadaşı ve hiçbir eşya yapımına gelmez birtakım koflar arasında, kendisi de onlardan biri ve belki en kofu olarak yapayalnızdır; ve hiç olmazsa bu yakınlık hissini duyabilmektedir. Onun bütün ümidi, kendisini aşan bir şeydedir; kalbine üflenen manevî solukta...

Bu soluğun ilk eserlerinden biri "Ağaç" dergisinde çıkan"Bendedir" şiiri oldu: Ne azap, ne sitem bu yalnızlıktan,

Kime ne, aşılmaz duvar bendedir. Süslenmiş gemiler geçse açıktan, Sanırım gittiği diyar bendedir. Yaram var, havanlar dövemez merhem; Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem. Ne çıkar, bir yola düşmemiş gölgem; Yollar ki, Allaha çıkar, bendedir.

Şiirin yayınlandığı gündü. Mistik Şair bir iş için Suadiye tarafına gitti. Vakit öğle... Suadiye gazinosunun

210 [terasında, denize karşı yemek yemeyi arzuladı. Bir de Ibaktı ki, Yahya Kemâl orada... Gayet beşaşetli, keyifli... Mistik Şaire kollarını açtı:

- Vay, efendim; ne güzel tesadüf... Bir masaya geçip karşılıklı yemek yiyelim...