- Siz sadece Dlâhî Kelâmı bozmak küfriyle kalmıyorsunuz; koca Mezhep sahibine de iftira ediyorsunuz! O işin fetvası, bildiğiniz ve istismara kalkıştığınız gibi değil, şöyle ve şöyledir. Dlim ve fazlınıza gelince, size "kitap yüklü merkepler"e dair Dslâm ölçüsünü hatırlatırım.

Hasan Âli ise, inanılmayacak derecede sert ve acı, ama Allahın şahit olduğu bu sözlere, evinde bir dram çıkmasın diye kahkahalar atarak mukabele etmişti.

Bir gün Hasan Âli'yi sobasının başında, tüylerini kızdırırken gördü: - Siz beni profesör değil, trenlere kondüktör tayin ettiniz! Bıktım, haftada iki gün trenlerde gidip gelmekten...

- Ankara'da otur öyleyse!.. - Oturamam! Havası beni boğar. - Ne istiyorsun?

- Meselâ Dstanbul'da, Güzel Sanatlar Akademisinin Yüksek Mimarî kısmında bir kültür dersi... - Âlâ! Yapsınlar tayinini!

Bir de (Robert Kolej)in son üç sınıfında edebiyat hocalığı... 248

BÜYÜK DOĞU'YA DOĞRU ANKARA'da, profesörlüğe veya kondüktörlüğe ' benzer işini görürken, bir gün. Hasan Âli Yücel'in Hususî Kaleminde... Oda dolu ve (şevketlû) Vekili görmeye gelen gelene... Aralarında Profesör Sadi Irmak da var... Sadi Irmak, Mistik Şair'e alâka gösteriyor ve onunla bir kenara çekilip, Vekil Beyefendi çağırıncaya kadar konuşmak arzusunu belirtiyor. Artık Mistik Şair'in yazılarından,

Dslâmı, halis, aslına tam uygun ve yepyeni bir anlayışla benimsemenin günü geldiğine ait pırıtılar çıkmaya başlamıştır.

Sadi Irmak, kelimesi kelimesine diyor ki: -......Bey! Bu devirde insanların secdeye varıp başlarını yerden 250 gram tozla kaldırmalarını nasıl savunabilirsiniz? Olur şey mi bu? - Siz bir ilim ve fikir adamısınız. Bir "Müşahhas"ı bir "mücerret"ten ayırmayı en iyi bilecek vasıfta olmanız gerekir. Dslâmda namaz tıp tabiriyle (aseptik) ve (anti septik), sanki bulutlar üzerinde

kılınırcasına temiz bir zemin üzerinde yerine getirilir. Bu, işin mücerret hakikati... Eğer namazı kendi nefslerinin kirine bulayarak kılanlar ve öylece modelleştirenler varsa, bu da müşahhas bir tatbikat hatâsı ve mücerret hakikate aykırı... Ders verdiğiniz fakültenin hademesi tarafından bile kestirilecek bu inceliği, siz, koca profesör nasıl kavramazsınız?

Aradan tam 35 yıl geçecek, Sadi Irmak Beyin, Başbakan olacağından habersiz ve tayinine iki gün kala Ankara'ya gitmek üzere havaalanına gelişinde o ve Mistik Şair karşılaşacaklar; Sadi Irmak her hafta salı günleri yaptıkları toplantılara Mistik Şair'i davet edecek, "meselâ bu salı!" diye de ısrar gösterecek, ama arada Başbakanlığı çıktığı için toplantı olamayacak, Mistik Şair Maarif

Vekâletindeki eski hatırayı anlatınca da hatırlamıyormuş 249

görünecek, fakat Dslâm ve ruhçuluk gayretini kendince elden bırakmayacaktır. Uçakta da Mistik Şair'in yanında onun bugünkü toplumu ve Tanzimattan , hele Cumhuriyetten beri bütün yapılanları acı acı yermesine kavuk sallamaktadır.

Yüksek Mimarî bölümünde ilk dersine girince talebesine şöyle hitap etti: - Siz mimar olacaksınız; yani fikri taşa nakşetme, şekil ve hacim nispetleri içinde yuğurma sanatı... Bence (plâstik) sanatların en güzeli... O halde bu sahada fikir sahibi olmanız için, derinliğine,

içtimaî ruhî ve daha nice şubeleri kaplayıcı bir irfanınız olmak lâzım... Dşte bu gözle sizi, Tanzimattan beri gelen sahte inkılâplarımızın doğrudan doğruya mimarî plânında çizgileşen mânasını okumaya davet ediyorum. Eski şahsiyetli, içine kapanık Top-kapı Sarayına bitiştirdikleri (Barok) ve (Rokoko), kantocu donu gibi dantelâlı Mecidiye Kasrı arasındaki fark... Bu kıyaslamayı size tahrir vazifesi olarak veriyorum. Bir hafta sonra isterim.

Ve ilâve etmişti: