- Demek "Büyük Kulüp" kapatıldı, öyle mi? Yahut: - Ve bir "Büyük Doğu" sigarasını da içelim!

Ateş içinde dans numaraları yaparcasına ıstırabını belli etmeksizin askerlik vazifesini görmeye çalışan, garnizonda hiç kimseyle temas ve lüzumsuz tek lâf etmeyen Sabık Şair'i yüzbaşıdan öte üstün rütbeliler tutuyor ve genç subaylar şüphe ve tevahhuş göziyle seyrediyor.

Bir gün, kumandan onu odasına çağırdı ve üzerinde mahrem işareti iki kırmızı ay bulunan bir kâğıdı uzattı:

- Oku bakalım şu tezkireyi! Genelkurmaydan gelen bu tezkirede, Sabık Şair'in nasıl bir tip olduğu anlatılıyor, gericiliği ve devrim düşmanlığı belirtiliyor, gayet tehlikeli ve insanları kolaylıkla ağına düşürebilecek bir insan olduğu kaydediliyor ve adım başında kontrol ve hususî hayatının takip edilmesi, kimlerle düşüp kalktığına dikkât olunması ve sıkı bir murakabe altında tutulması emrolonuyordu.

- Ne dersin? - Bana bu mahrem tezkireyi göstermenizdeki asıl duyguyu anlıyor ve minnetle karşılıyorum. Dşin kıymet hükmüne gelince: ordu siyasî polis midir ki, benim bir nevi göz altına alınmam için ona emir veriliyor, adetâ bu yüzden askere alındığım itiraf ediliyor ve orduya zindan-cılık rolü

oynatılmak isteniyor? Bu, orduya hakaret değil midir? Yazm ilk aylarına rağmen kardan sorgucunu muhafaza eden Toroslarda tatbikat... Çadırlı ordugâh... Geceleri rüzgâr, çadırı direğinden gagalayıp havaya uçurmaya çalışan bir kartal... Çadırda, yüzde yüz gönül birliği içinde bulunduğu bir yüzbaşiyle yan yana... Ne hazin! Bu yüzbaşı, uyuzunu saklar gibi Müslümanlığını gizlemeye mecbur...

Tatbikat sırasında 90 dereceye yakın diklikte ve 2 -270 3 bin metre derinlikte uçurumlardan, herkes belleri ve omuzlarından birbirine iple bağlı, inişler ve çıkışlar... Bu iş Sabık Şair'i öyle bir ruh tırmıklanmasına uğratıyordu ki, her taşın dibine bir

şeytanın çömelip: - Hâlâ mı bırakmayacaksın şu iman kuruntusunu?.. Onu bırak ve kurtul!.Her şey boş, boş, boş!.. Diye dil çıkardığını görür gibi oluyordu. Ve cevap veriyordu:

- Beni şu uçurumdan atıp tuz - buz etseler ve sonra diriltip bu işi ebediyet boyu tekrarlasalar yine imanımdan zerre kaybetmem! •

Kumandan onun, iğneli fıçıda yuvarlanmaktan-beter bu halini, dışından okuyabildiği kadariyle sezinledi ve garnizona dönüp kışla işleriyle meşgul olmasını emretti.

Eğridir'de çepçevre dağlar ve tepeler, ideâl ülkeyi arkalarında bırakmış, idam ipinin ilmiği gibi boynunda onun... Sıkılıyor, sıkıldıkça sıkılıyor. Bir tepeye çıkışında her dafa, aradığı yerin onun gerisinde kaldığı hissine düşüyor. Nerede bir tepe görse deniz onun ardındadır; nerede gözü bir binaya değse, sahil, onun arkasında... Ah o ne sahil, o ne ele geçmez kıyı!.. Sonbahara doğru, sahilde bir kıt'aya nakli gerektiğine dair aldığı rapor üzerine Dzmit'e nakledildi. Emrine, karargâh hizmeti olarak, binek atlarına mahsus bir tavla ile bir fırın idaresini verdiler. Karargâhta küçücük bir oda, bir somya, kırk yerinden yamalı ve çivili bir masa, bir saç sobası ve abdest almaya mahsus musluklu bir teneke ve kova.. Bu odada, dışarıya her çıkışında (normal) insanlara mahsus çehre makiyajını yapmak, odaya her kapanışında da yüzündeki boyayı söküp atmak, saatlerce ağlamak ve ibadet etmekten başka işi yok... Her hafta da, Erenköyünde oturduğu köşke gidip gelebiliyor.

Yemeklerini, eski mektep akradaşları deniz subayları arasında Deniz Üssünde yiyor ve yemeklerden sonra, onlarla, gazino kısmında konuşuyor.

271 Bir ordu muhasebecisi vardır ki, kaba softa ve ham yobaz tipinin su katılmamış örneği olduğu için, mücerret mânası bakımından ele alınmaya değer. Beş vakit namazında ve geceleri teheccüdünde olduğu için Sabık Şair'in alâkasını çeken ve onun ayrılmaz dostu olan bu tip, hakikatte ibadetinin hiçbir sır ve hikmet noktasına varamamış, ince idrakine yükselememiş ve adetâ, ibadet içinde

açılacağına, büsbütün kapanmış ve mahpus kalmış... O da Deniz Üssünde yemek yiyor ve Sabık Şair'in sohbetlerine katılıyor. Ve bazen öyle çıkışlar yapıyor ki, Sabık Şair'in gayet ince bir