metodla, albayından teğmenine kadar telkin altına almaya çalıştığı subayları birdenbire soğutuve-riyor.

Bir gün, önüne gelenin işine geldiği gibi içtihat edemeyeceği; içtihadın esasta serbest, fakat gerektirdiği şartlar bakımından kapalı olduğu mevzuunda konuşulurken Muhasebeci Bey atılıverdi: - Adamın biri eşeğine binmiş ve filân işi olmazsa eşeğinden inmeyeceğine yemin etmiş... Dşi

olmamış, fakat eşekten inmeye mecbur... Ne yapsın?.. Alçakça bir ağaç dalına tutunmuş ve oradan inmiş... Yani eşekten inmiş ve yeminini bozmuş olmuyor. Dmam-ı Âzam Hazretleri de hadiseyi haber almış, hareketi doğru bulmuş, ama adam, kendi kendisine içtihat etti diye idamına fetva

vermiş!.. - Muhasebeci Bey; şurada oturmuş, pervasızca konuşuyorsunuz! Sus-pus oturup konuşulanları dinlemek ve namazlarınızın sizden istediği din hikmet ve irfanını yükseltmeye çalışmak dururken, nedir bu gösterdiğiniz cahillik ve kabalık?.. Anlattığınız hikâye tam üç noktadan bâtıldır. Birincisi, "abes"e yemin olmaz. Dkincisi, edilen yemin bile bile bozulsa da cezası, yani "keffaret"i ödenir ve hükmü kalkar. Üçüncüsü ise büsbütün ağız tıkayıcı ve bâtılı gösterici; Dmam-ı Âzam Hazretleri böyle bir "abes"i asla doğrulamayacakları gibi, kaza makamında bulunma-

272 dıkları için idam fetvası veya hükmü vermekten uzaktırlar ve esasen böyle bir hareketin şeriatte ölüm cezasını gerektirici hiçbir tarafı yoktur. Biz burada ve her yerde, günümüzün buz döşediği sıcak iman nefesini üflemeye çalışırken, sizin ve benzerlerinizin buza buz katan soğu-tuculuğunuz, acaba imana mı, küfre mi hizmettir? Soğutmamak, ısındırmak, zorlaştırmamak, kolaylaştırmak, korkutmamak, müjdelemek emrini veren hadîs'i de mi bilmiyorsunuz?

Ve Sabık Şair, genç deniz subaylarına dönüp devam etti: - Tababette (aseptik), (anti septik) diye iki tabir vardır. Biri, mikrobu içeriden temizleyici, öbürü de mikroba dışarıdan mâni olucu iki tedbir... Elimde olsaydı, ben, Dslâmı içinden bozanları, ona

dışından taarruz edenlerden önce temizlerdim. Sabık Şair'e bir de "tasavvufa inanmaz, evliyayı inkâr eder!" kaydiyle Dzmit Müftüsünden bahsettiler. Bir namaz çıkışında caminin kapısında Müftüyü bekledi ve ona şöyle dedi: - Hakkınızda, tasavvufu inkâr ettiğinize dair bazı şeyler duydum. Ne dersiniz?

Ve Müftünün bin dereden su getirmeye çabalamasını görünce kısa kesti: - Şunu biliniz ki, tasavvufu inkâr etmek, Allah Resulünün bâtını ve ruhaniyetini reddetmeye varır. Bu iş şuurlaşınca da küfrün ta kendisi olur.

Bir de işin, şeriati inkâr edici sahte tasavvuf ve yalancı evliyalık tarafı var. Bu noktada da mukaddes ölçülere sımsıkı sarılmak ve her iki tarafın sahtelerine karşı "Sı-rat-ı Müstakîm"i göstermek borcundayız:

Şöyle ki; Dzmit'teki yedek subaylardan biri, Sabık Şair'e, Kadıköyünde Mardinli Feyzi veya Fevzi isminde, keramet satıcısı, velilik iddiacısı, fakat kendisince kâmil bir şahıstan bahsediyor:

273 7? 3 L/l C: VO 01 01