âleminde var diye böyle bir şüpheyle bakılamayacağı, buna din ve selim aklın cevaz vermeyeceği hikmetine asla baş vurmaksızın, memleket çapında bir narayla ilân edelim ki, Sabık Şair, böyle bir fiili, bugün yetmişe varan hayatı boyunca en kâbuslu rüyasında bile görmüş değildir. Bu tonla konuşabilecek biri varsa çıksın; ve Allanın şahitliği altında "ben de rüyada bile görmedim!" desin!.. Bu bahsi bu kadar uzun tutmamızın tek sebebi,

307 bahtları çile dolu Dslâm savunucularının, Dlâhî hikmet icabı, nelere karşı olduklarını göstermek, bu ince nokta üzerinde müslümanları uyandırmak, yarın Sabık Şair Allanın toprak altı rahmetine iltica edeceği zaman çıkması muhtemel sesler önünde verilecek cevabı bugünden sağlamak ve nihayet Babıâli'yi tam belli etmektir.

Ve, ve, ve... Ve Malatya hapsinden çıktıktan sonra, Basın Yayın Umum Müdürlüğünde tanıdığı Çetin Altan'la Ankara Palâs'tan Ümit Yaşar Oğuzcan...

Çetin Altan, ruhunun bütün girinti ve çıkıntılariyle Sabık Şair'e ters düştüğü ve onun her tatlı dediğini ekşi bulduğu halde ondan garip bir lezzet almış olmalı ki, uzun zaman, Ankara Palâs'ta, şurada, burada, eteğini bırakmadı; ve ileride, Haydarpaşa Lisesinde okuyan oğluna, hocasının, 8 heceli ve 19 harfli ismiyle "Sabık Şair büyük adamdır!" demesi üzerine "Milliyet" gazetesinde çırpıştırdığı isyan yazısına kadar onunla yakın dostluğunu devam ettirdi. Sonraki marifetleri, Sabık Şair'den gördüğü tepkiler ve buna rağmen mukabele etmeyişindeki gizli his, ortada... Çetin Altan, muhakkak ki, filimlerde otomobil tekerleklerinin ters dönmesi gibi, burnunu çevirdiği istikamete zıt görünüşleri gözden kaçamaz bir "yazık olmuş" ve inşa yerine sadece tahripte ve yaramazlık

hareketlerinde kalmış ve rüşde erememiş çocuk istidat... Sol-culuğuyla da, zoraki kahramanlık taslamalariyle de, fikirden ziyade tuhaflık meraklısı bir fantazyacı... Ciddiye alınamaz.

Sabık Şair, "ekâbir" defile sahnesi Ankara Palâs'ta, kendisini bir tutan, bir bırakan, sonra yine tutan, yine bırakan, en sonunda tekrar tutacak, tekrar bırakacak ve böylece 1950 - 60 havasına girecek olan Adnan Menderes'e tünel açmaya uğraşırken geçirdiği hafakanlı saatlerin insan ve ahbap

kadrosunda Ümit Yaşar da vardır. Ma- 308

sasına gelir. Sabık Şair'in bizzat unuttuğu şiirlerini ona ezbere okur, kendi şiirlerinin bilmem kaç baskı yaptığını anlatır, böylece Sabık Şair'e aşk kartpostallarından fazla sürebilmiş olmak

marifetinin hayretini aşılar ve son derece edepli tavrile de, temsil ettiği (erzats) ve (damping) malı sürümüne rağmen hoşa gitmekten geri kalmaz. Dleride radyo reklâm şirketleri ve boyacı küpü şarkı bestecilerinin, değerini çok iyi anlayacakları bir kaynak haline gelecek olan Ümit Yaşar, bir gün, âlemini pek sevdiği Hipodromda, gözünde bir damla yaş, Sabık Şair'e şöyle diyecektir:

- Beni siz zehirlediniz! Eğer Sabık Şair'in şiirindeki kimyevî madde, ümit Yaşar'ın maddesiyle birleşip zehir olduysa, bunu Sabık Şair, elinde olmayan bir halin mazereti diye ilân eder. Zehirleneceğine keşke beslenseydi. Ve...

Ve şimdiki Devlet Bakanı, o zaman Başvekâlet Müsteşar Yardımcısı Müslih Fer'in odasında, onunla girip onunla çıkacak kadar sıkı - fıkı halleşmeler... Aradabir Burhan Belge ve onun şu sözü: - Şahıslara değil, fikirlere inanmak gerek... Yoksa, işte şimdi olduğu gibi, şahıslar gümbürdeyince ortada fikir diye bir şey kalmıyor!

Eski solcu Burhan Belge, artık bütün gece uykusuz, sabahlara kadar (espri) savurmakla meşgul, sonra yatan, akşama doğru uyanan; ve Adnan Bey rejiminin iş vâhidlerini alt alta dizip yekûn çıkarmak yerine, peşinen verdikleri hazırlop yekûna göre adet aramaya memur bulunan tam bir burjuva...

Akşama kadar uykuda kalışını da şöyle tefsir eder: - Herkesin türlü ahlâksızlık tertipleriyle geçirdiği saatlerde uykuda olmak ne güzel!.. Madde rahatı onu yutmuş ve komünizmada zaten

309