YEDİNCİ BÖLÜM

Gemide suyun dağıtımından ve her türlü şeyinden sorumlu görevli tayfa, su almak için ambara indiğinde, fıçıların bilinmez eller tarafından delinmiş olduğunu görüverdi, ilk anda şaşkınlıktan apışıp kaldı. Bu nasıl olabilirdi?

Kaptan az önce çağrıldığı için ortaklarıyla sabah görüşmesi yapıyordu. Onları sepetledikten sonra, gece kamarasında kalan kamarotu da yuvasına gönderecekti. Yoksa yaptıkları iş derhal ortaya çıkar, su fıçılarını delme işinin kamarotla yaşlı kaptan arasında tezgâhlandığı dedikodusu yayılmaya başlardı.

Gelelim olayın patlak vermesine... Suyun dağıtımından sorumluydu ya, o tayfa su demekti, su da o tayfa. Bunu bildiği için avazının yettiği kadar bağıra çağıra hemen kaptana koştu Büyük bir telaş içinde:

“Kaptan! Kaptan! Benim hiçbir suçum yok Tanrı aşkına, dinleyin beni. Birisi bu işin sonuçlanmasını istemediği için fıçıları delmiş alt kamarada. Sular, seller gibi akıp gitmiş bir anda. Ne yazık ki hiç suyumuz kalmamış fıçılarımızda.”

Kaptan tam o anda ortaklarıyla birlikte güvertede bulunuyordu. Kaptan sanki hiçbir şeyden haberi yokmuşçasına şaşkın gözlerle tayfanın yüzüne bakarak bağırmaya başladı:

“Ne diyorsun sen evlât? Böyle bir şey nasıl olur peki?”

Sözünün birazı da ortaklarınaydı. Onlar da duysun, hatta aşağıya inerek olanları da görsün istiyordu.

Ortakları pek şaşkındı. İçlerinden biri:

“Fıçıları kim delmiş olabilir?” diye sordu.

Tayfa:

“Bilsem, hemen bıçağımla canını alırdım efendim. Koca denizlerde seyreden bir geminin suyunu boşaltmak ne demek? İyice araştırdım. Ambarda ne yazık ki hiç kimseyi göremedim.”

Ortaklardan bir diğeri:

“Bunu yapan vicdansızın tekidir bence.Ne demek bu kadar insanı okyanusta susuz bırakmak? Eğer böyle bir teşebbüste gemidekilerden biri bulunduysa, geminin en yüksek direğine assak yeridir.”

Hiddetle söylenen bu sözde açıkça bir gerçeklik payı vardı.

Kaptan yeniden tayfaya:

“Tayfa sence kim delmiş olabilir fıçıları, peki?” diye sordu.

Bu kez tayfa susmuştu. Hemen araştırmalar yapılmaya başlandı.Gemide olan herkes, kaptan tarafından sorguya çekildi. Gerçekten de ne yazık ki suçlular ele geçirilemedi.

Son koşullara göre Markiz Adaları’na doğru rota değiştirip dümen kırdılar. Bu işe en çok kamarot sevinmişti. Ancak bakalım gittikleri adada iyi kalitede bira bulabilecek miydi? O akşam kamarasında tıraş olurken.iki kaşının arasındaki lekeyi gördü ama bunu kötüye yormadı.”Yakında geçer,” diye düşündü. Onun cüzam belirtisi olabileceğini hiç aklından geçirmemişti.

Oysa aşçı Ah- Moy’un gözleri hep bu esmer lekedeydi. Adam lekenin günden güne büyümesini korku içinde izliyordu.

Ertesi gün gemi durgun, dalgasız denizde normal bir seyirde yol alıyordu. Bir ara büyük bir balinayla yavrusu önlerine çıktı. Ortaklardan Nişikanta, Ermeni Yahudi karışımı olarak hemen tüfeğine sarıldı, yavruyu bir kurşunda vurup devreden çıkardı.

Bu ortağın böyle konularda ne kadar acımasız olduğunu kamarota yaşlı denizci anlatmıştı. Yavrusunun denizin üzerinde hareketsiz yatmakta olduğunu gören balinanın annesi, büyük bir öfkeye kapılarak gemiye saldırdı, sancak tarafına bütün gücüyle bindirdi.

Gemi o an korkunç bir şekilde sallandı. İçindekiler dehşete kapılarak sağa sola tutunmaya çalışıyorlardı. Balinanın gazabından çok korkmuşlardı. Bunu fark eden kamarot, hemen kaptanın yanına koşarak, onu suya indirmelerini istedi; eline alacağı iki deniz yıldızını birbirine sürterek, balinayı sakinleştirmeye çalışacaktı.

Buna karşın balina ikinci kez saldırıya geçerek, geminin kuyruk bölümüne müthiş bir darbe daha indirdi. Vurduğu yer paramparça olmuştu. O andan sonra Kamarot Dagharti, iki deniz yıldızını alarak dalgaların arasına indi, onları birbirine sürtmeye başladı. Bundan sonra sakinleşen balina, gemiden ve gemidekilerden hızla uzaklaşmaya başladı.

O anda balinanın öfkesinden çok korkanlar, günde altı litre bira içmek gibi bir alışkanlığın kurbanı olan kamarotu bol bol alkışladılar. Eğer karşılarına bir daha böyle öfkeli bir balina çıkarsa, onu sakinleştirecek bir adamları olduğundan emindiler; yine gemi direklerine tırmanmaya başladılar. Böyle tırmanmak onlara hiç zor gelmiyordu. Çünkü hepsi de çekirdekten yetişmiş gemiciler olduklarından, direklere tırmanmak en büyük zevkleriydi.

Kaptan hemen tayfaları başına toplayıp onlara buyruk verdi:

“Çocuklar çabuk iş başına.! Kamarotun da sizlerin de paylarınıza düşeni artırıyorum. Kamarot bundan böyle yüz dolar alacak. Siz de payınızın yarısını zam olarak alacaksınız. Evet, hemen iş başına! Parçalanan yerler derhal onarılacak!”

Tayfalar tam işe koyulacakları sırada, balina yön değiştirerek geri döndü. Bu arada Mişel de bu olaya kafayı takmış, balinaya doğru sürekli havlıyordu.

Balina olanca hızıyla bu kez geminin tam ortasına, bir koç gibi tos vurdu. Mişel de tayfalar da bir anda yerleri öperek, temizlik yapmaya başladılar.

Kaptan büyük bir telaş içinde bağırdı:

“Herkes bir yerlere tutunsun!”

Ancak iş işten geçmiş, ne yazık ki gemi çoktan su almaya başlamıştı. Kaptan, büyük bir direnişle bağırdı::

“Bize hemen can kurtaran sandalını hazırlayın! Tek umudumuz o! Kamarot Dagharti ne yazık ki balinanın ilâcını az verdiniz. O da dönüp geldi tekrar. Siz de çocuklar, cankurtaran sandalının içine yeterli besin ve diğer araç gereçlerden yerleştirin, lütfen!”

Herkes, telaş ve aceleyle kısa sürede hazırlandı. Herkes can derdindeydi. Bunun için uğraşıp didiniyorlardı. En gerekli malzemeler ve pek çok yiyecek yedeklere alındı...

Bu arada yaşlı kaptan, denizcilikle ilgili gerekli aygıtlarını da yanına almayı unutmadı.

Cankurtaran, bir anda ağzına değin dolmuştu. Tek kişilik bir yer bile yoktu. Kamarot Dogarti, gerekli aygıtlarını yanına almıştı ama Mişel’i almak için zaman kaybettiğinden, cankurtarana binememişti ne yazık ki. Kaptan cankurtaranın içinden kamarota seslendi:

“Bay Dagharti, size ve gerideki üç kişiye ne yazık ki sandalda yer kalmadı. Artık başınızın çaresine bakmanız gerekecek... ”

Kamarot, sitem edercesine:

“Ben de sizinle gelmek için havada üç perende atıyordum sanki,” dedi. Hemen yardımcısına seslenerek:

“Hey dostum! Sakın korkmayasın! Eşyalarımızı güzelce şuradaki küçük sandala istifle bakayım. Sen bu işi güzel yaparsın.”

Biraz sonra cankurtaran ve küçük sandal denize açılmıştı. Balina da insansız gemiyle teke tek kalmıştı. Bütün gücüyle bir kez daha gemiye saldırdı. Böylece fok gemisinin, böyle bir emektarın idam fermanını imzalamış oluyordu. Mari Turner daha fazla dayanamadı, burun üstü batmaya başlayarak, ağır ağır denizin derinliklerine gömülüp gitti.