ONUNCU BÖLÜM
Geniş çaplı bir araştırmanın sonunda Harri Del Mar, Mişel’in bulunduğu yeri öğrenince çok sevinmişti. Çünkü o da büyük bir özlemle köpeği ele geçirmeyi istiyordu. Bu yüzden de yerini öğrenmesi çok önemliydi.
Harri Del Mar, Mişel’in Doktor Emori’nin avlusunda sıkıca kapalı kulübede olduğunu öğrenince, hemen bir taksiye atlayıp oraya gitmişti. Adam, taksiyi bir köşede durdurup bekletti. Taksi sürücüsüne:
“Beni burada bekle,” diyerek uzaklaştı. O saatte sokaklarda hiç kimse yoktu. Ortalık öyle sessizdi ki in cin top oynuyordu sanki. Doktor Emori’nin avlusuna vardığı zaman, çevreyi güzelce araştırdı. Ses çıkarmamaya dikkat ederek, kulübenin kapısını açtı. Bir tıkırtı duyan Mişel, safi kulak kesilmişti. Kapıyı açanın sahibinin yanında gördüğü bir arkadaşı olduğunu fark edince, sesini çıkarmamayı yeğledi. Harri Del Mar’ın kendisini sahibine götüreceğini aklından geçirdi. Böylece ipini çözen adamı takip ederek, kulübeden dışarıya çıktı. Bu onun yine her zamanki gibi cesurca yaptığı bir iş oldu.
Issız sokağı karanlıkta geçerek taksinin yanına geldiler. Mişel, Del Mar’ın işaretine uyarak taksiye bindi. Ona hâlâ güveniyordu çünkü. Gidip arka koltuğun önüne kıvrılıp yattı. Taksi hareket ettiği zaman, sevinçle kuyruğunu sallamaya başlamıştı.
Mişel, ara sokaklardan geçtikleri sırada, denizin tuzlu kokusunu almaya başlamıştı. Bay Dagharti’yi görebilmek için çok sabırsızlanıyordu. Durmadan Del Mar’ın yüzüne bakıyor, ondan kesin bir açıklama yapmasını bekliyordu.
Nedense Harri Del Mar da hiç konuşmuyordu. Belki o andan itibaren suçluluk duygusu kaplamıştı içini. Gerçekten hiç konuşmuyor ve böcek gibi donuk gözleriyle taksinin penceresinden dışarıyı seyrediyordu.
Sonunda iskeleye vardılar. Açılan kapıdan gülle gibi dışarıya atlayan Mişel, insanın yüreğini dağlayacak iniltiler çıkararak, çevreyi araştırmaya ve Bay Dagharti’yi görebilmek için çırpınmaya başladı... Bu onun için yeni bir deneyim oluyordu.
Sonra Mişel, orada dolaşan insanların arasına dalarak dostlarını aramaya başladı. Kalabalık arasında dostlarını bulamayınca, Harri Del Mar’ın yanına döndü. Ona iyice sokularak gözbebeklerinin içine bakmaya başladı. Adam sonunda dayanamadı, kendisini izlemesini işaret ederek, bir gemiye doğru yürüdü. Gemi Bay Dagharti ile yolculuk yapmış olduğu gemileri andırıyordu. “Bay Dagharti kesinlikle bu gemilerde olmalı,” diye düşündü zavallı köpek.Yoksa bütün umudunu yitirecek ve geleceği kararacaktı. Kümes gibi yerde kalmaya başladığı günden beri yaşadıkları aklına geldi; süreceği yeni yaşamda hiçbir şey bulamazsa, her şey eskisi gibi olurdu elbette.
O Harri Del Mar’ın yanına döndükten sonra bunları düşünürken, adam da bir gemiye dönmüş ve ona o gemiye binmesini işaret etmişti. Akıllı Mişel, bu işaret üzerine hemen gemiye bindi.
Geminin güvertesinde önce dikilip sağa sola bakmaya başlayan Mişel, aradıklarını bulmak için çok çırpındı. Ama ne yazık ki onları burada da göremedi. İstemeye istemeye
Harri Del Mar’ın kendisini bir kamarota teslim etmesine razı geldi. Kamarot, köpeğin tasmasına el atıp onu tutmaya çalıştı. Kamarotu durduran Harri Del Mar:
“Tasmayı tutmana gerek yok,” dedi... ”Mişel çok akıllı bir köpektir. Ona ne istediğinizi söylemeniz yeter. Öyle değil mi Mişel?”
Harri Del Mar’a sertçe bakan Mişel, hiçbir hareket yapmadı. Adamın davranışlarından artık ortada bir gariplik olduğunu algılamaya başlamıştı. Bunları daha önce sezebilseydi, belki de hiç böyle durumlara düşmeyecekti. Kamarotu izleyerek sonuca göre yeni bir tavır takınacaktı. Takınacağı bu yeni tavır da belki hem kendisini belki de Harri Del Mar’ı kesin bir sonuca götürecekti.
Şimdiki niyeti kamarotu izlemek, göreceği ve öğreneceği sonuca göre yeni bir tavır almaktı. Bu da onun umarı oluyordu.
Mişel’i kamaraların bulunduğu bölmeye indiren kamarot, bir kapıyı açarak seslendi:
“Hemen içeriye gir, Mişel!”
Kafasındaki tek düşüncesi eski sahibine kavuşmak olan Mişel, coşku içinde kamaraya atladı. O anda birden kilitte dönen anahtar sesini işittiği zaman, bu dönüşün hayırlı bir dönüş olmadığını anladı; bu kamaraya o an için tutsak olarak konulduğunu sezdi. Kendisi, o uğursuz adam Harri Del Mar tarafından sahibine getirilmemiş, bir kamaraya acemice kapatılmıştı, işte
Yüksek sesle havlamaya başladı. Bu arada da kapıyı tırmalıyordu. Bunun karşılığında yan kamarada bulunan yolcunun hem acıklı, hem de isyankâr sesi duyuldu:
“Hemen kapa çeneni, bayağı köpek. Köpek oğlu köpek! Yoksa ben bilirim çeneni kapatmasını. Rahatça uyuyamayacak mıyız yahu?”
Ancak hâlâ sahibini arayan, gelmesini bekleyen Mişel’in o anda susmaya hiç ama hiç niyeti yoktu. Bir süre sonra kapı açılıp da içeriye dalan Harri Del Mar, o anda gerçek yüzünü gösterip yüzündeki maskeyi kaldırarak:
“Boşuna uğraşma!” diyerek haykırmaya, bu arada da sırıtmaya başladı. “Bundan böyle gerçek sahibin benim... Akıllı ve uslu bir köpek olacak, söylediklerimi aynen yapacaksın. O zaman seninle çok iyi geçiniriz. Yoksa sürekli sopa yersin benden.”
Bu arada köpeğin feryadından rahatsız olan yolcu da oraya gelmiş ve Mişel’e bağırıp çağırmaya başlamıştı.
Harri Del Mar, saygılı bir sesle:
“Köpeğim adına özür dilerim sizden!” dedi. “Bundan sonra böyle yaramazlıklar yapıp sizi rahatsız etmeyecektir, emin olun!”.
Henüz sinirleri yatışmayan adam, hemen buna karşı çıktı:
“Köpeğin bu kamarada barınmasına asla izin veremem,” dedi. “Köpeği buradan derhal götürmeyecek olursanız, ben de yetkililere şikayet ederim sizi.”
“Kızmanıza gerek yok efendim. Köpek kesinlikle burada kalmayacak... Yolculuğunu artık ambarda tamamlayacak.”
Her şey tatlıya bağlanmış, öfkeli yolcu kamarasına tıpış tıpış dönmüştü. .Aldatılmaya dayanamayan Mişel, Harri Del Mar’ın üstüne gülle gibi atıldı. Pek usta bir köpek eğiticisi olan adam, o anda harekete geçerek, Mişel’in boğazından yakaladı ve şöyle dedi:
“Bana karşı geliyorsun ha, hain köpek?”
Bir yandan da Mişel’in boğazını sıkıyordu. Adam, Mişel’in boğazını gevşettiği zaman, hayvan kendini toparlar toparlamaz yeni bir saldırıya geçti. Harri Del Mar ise yana çekildi. Mişel’in üzerine bastı.
“Boş yere uğraştırıyorsun beni,” dedi. “Benimle iyi geçinmelisin ki sana iyi davranayım. Şimdi seni ambara götüreceğim.Yarından başlamak üzere gösterilerimizi gemideki yolculara sunabiliriz. Ninatilla’daki bütün yolcuların senden hoşlanacağına inanıyorum.”
Mişel zorla ambara kapatıldığı anda, Ninatilla adlı Pasifik gemisi sefere çıkmıştı. Kendini sağa sola Harri Del Mar olarak tanıtan sahtekârın asıl adı Perseval Grunski idi. Çocukluğu ıslahevinde geçmişti. Bir hayvan eğiticisinin ödediği kefaletle ıslahevinden kurtulmuş, özgürlüğüne kavuşmuştu. Grunski, Harris Collins adındaki hayvan eğiticinin deneyimlerinden çok ama çok yararlanmış, kendisi de bu işe yatkın olduğu için her şeyi çok çabuk kavramıştı. Zamanla ustası gibi yaman bir hayvan terbiyecisi olmuştu. Bu başarı ona yetmemiş, dünyanın dört bucağını gezerek, büyük cambazhaneler kurmayı başarmıştı. Ama ortaklarının ihanetleri yüzünden tam üç kez bu cambazhaneler batmış ve Grunsky, ortada çırçıplak kalmıştı. Sonuncu batışından sonra ustası Harry Collins, imdadına yetişerek, onu bu badireden kurtarmıştı. Yeni kurduğu marifetli hayvanlar topluluğuna, çok hünerli hayvanlar bulmak üzere yola çıkmıştı. Mişel’i görür görmez de onun çok değerli bir köpek olduğunu hemen anlamıştı.
İşte bu yüzden Mişel’in peşindeydi. Onunla kuracağı ilişkiler sırasında köpeğe birçok yeni şeyler öğretirken aynı zamanda da onun kendisiyle dost olmasını sağlayacaktı. Eğer bunu başaramazsa, Marifetli Hayvanlar Cambazhanesi’ne götürdüğü zaman, köpeğin canı gönülden çalışmayacağını ve köpeğin böylece ıskartaya çıkacağını biliyordu.
Ertesi sabah ilk denemeyi yapacaklardı. Bir görevlinin getirmiş olduğu yiyecekleri iştahsız iştahsız yiyen Mişel, ilk tepkisini vermiş ve Harri’nin moralinin bozulmasına neden olmuştu.
Ama bu arada hayvancağız da işinin ustası Harri Del Mar’a karşı çıkamayacağını anlamıştı. Ambara gelen Harri, alaycı bir sesle:
“Nasılsın Mişel?” diye sormuştu. “Seni istediğim gibi eğiteceğim... Sana öğreteceğim tüm numaraları, çabuk öğreneceğini biliyorum. İşe şarkı söyleyerek başlayacaksın. Sanırım şarkı söylemeyi seviyorsundur,” dedikten sonra elini onun başına götürdü. Mişel ilkin birkaç kez hırlardıysa da sonradan ses çıkarmadı. Onunla dost olmanın bir zararı yoktu. Buna inanmaya başlamıştı.
Harri Del Mar, küçük armonikasını dudaklarının arasına kıstırarak, biraz da dişlerinin yardımıyla oldukça neşeli bir hava çalmaya başlamıştı. Bir süre sonra da Mişel’e:
“Sıra sende, hadi bakalım!” dedi.
Adama karşı müthiş bir nefret duyan Mişel, yiyeceği dayağı umursamadan, hiç oralı bile olmadı. Harri Del Mar’ın emrini dinlemedi. Birkaç neşeli hava daha çalan Harri, dayanamayıp öfkelenmeye başlamıştı:
“Eğer canından olmak istemiyorsan, bana eşlik edersin!” diye haykırdı. “Senden tek başına söylemeni istemiyorum. Sadece eşlik etsen bile yeterli olur. Canın isterse bunu yapacağını çok iyi biliyorum.”
Olduğu yerde durmayıp geri geri giden Mişel, adamın gözlerinin içine şimşek gibi bakıyor, âdeta ona meydan okuyordu. Harri armonikasını tekrar ağzına aldı. Şimdi de “Yuvam” parçasını çalmaya başlamıştı. Bu parçayı duyunca hiç dayanamaz, hemen katılırdı. Bu yüzden o anda hemen direnci kırılmıştı. Bu parçayı Bay Dagharti ile günlerce ve defalarca birlikte söylemişti. Harri’ye eşlik ederek ulumaya koyuldu. Mişel’in uluması, sıradan bir köpek uluması değildi. Bir şarkının ezgisini ortaya çıkaran ve köpeğin ulumasına ayrı bir hoşluk veren ulumaydı bu.
Mişel, kendisine katılınca, köpek eğiticisi Harri’nin de neşesi yerine gelmiş, morali düzelmişti. Mişel’i yanına alarak güvertede aldı soluğu. Harri, burada iki yüzlü davranıyordu. Bu yüzden de hemen Mişel’in başını okşamaya başlamıştı.
Deniz yolculuğu sırasında, geceleri ambara kapatılan Mişel, gündüzleri Harri ile şarkı söylemeyi ve yeni numaralar öğrenmeyi sürdürdü. Mişel’in yeteneğine hayran olmuştu Harri. Büyük hayaller kuruyor, Mişel’in sayesinde kazanacağı paraları çuvalların, bavulların içinde görür gibi oluyordu.
Seattle’e birkaç saatlik yolları kalmış sayılırdı. Orada gemiden aheste inecekler, yolculuğu trenle sürdüreceklerdi. Harri Del Mar, New York’taki menajerine ve Harrins Collins’e göndermek üzere iki mektup yazmaya başladı. Mektuplarda şunları yazmıştı:
“Yanımda olağanüstü yetenekleri bulunan bir köpek getiriyorum. Hangi cambazhanede çıkarsa çıksın, en ilgi çekecek olan program bizimki olacaktır, dostum.. Şimdiden reklâmlarını yapmaya başlayabilirsiniz. Bana ait olan diğer köpekleri satınız. Elinize geçen paradan köpeklerime harcadığınız tüm bakım giderlerini düşüp, kalanı adıma bankaya yatırınız. Ağırlığınca altın edecek olan bu yeni köpeğimi görmeniz için öyle sabırsızlanıyorum ki anlatamam... Görüşmek üzere dostum!
Harri Del Mar”
Seattle’de karaya çıkan Harri Del Mar, doğuya sefer yapacak trenin iki gün sonra yola çıkacağını öğrendiği zaman, kentte bulunan New Washington Oteli’ne yerleşti. Mişel, otelin elektrikle aydınlatılmış bodrumuna bağlandı. Oradaki eşya taşıyıcılarının hepsi Mişel’i görünce sevmiş, onunla hemen yakından ilgilenmeye başlamışlardı.
Mişel, iki gün bulunduğu yerde bağlı kaldı.
Hamalların getirdiği yiyecekleri yiyor, onların yakın ilgileriyle sıkıntısı ve bunalımı biraz olsun azalıyordu. İkinci günün akşamı Mişel’in yanına gelen Harri, kapısı açılır bir sandığı göstererek:
“İçeri gir Mişel,” dedi. “Artık seni güvende görmek istiyorum.”
Hamallardan birisi:
“Bu sandık çok küçük efendim,” diyerek Harri’ye engel olmaya çalıştı. “Daha büyük bir sandık bulsaydınız... ”
Adamın karşılığında da bir küfür işitmediği kaldı. Harri bağıra bağıra köpeğin kendisine ait olduğunu, ona istediği gibi davranabileceğini belirtti. Zavallı iyi yürekli işçi, köpeğin bu durumunu görmemek için hemen oradan ayrıldı. Mişel, sandığa girmeye pek niyetli değildi İki ön ayağını gererek, direnmeye kalkıştı. Eline geçirdiği kalınca bir sopayı, Mişel’in ayaklarına indirerek, onun direnişini kırmak isteyen Harri, acı acı ulumasına hiç ama hiç aldırmadan Mişel’i küçük sandığın içine soktu. Demir parmaklıklı kapıya kilitleyen Harri:
“Ceza olarak New York’a kadar bu kafesten çıkarılmayacaksın,” dedi. “O zaman gör gününü.”
Mişel’in kapatılmış olduğu sandık diğer eşyalarla birlikte gara götürülürken, Bay Harri, eşyalarını toparlamak için odasına çıktı. Geri dönüşte asansörle aşağı inerken, cezasını buldu. Asansörü çelik halatlar taşıyordu. Bir an için asansör, çelik halattan kopuverdi. O anda büyük bir hızla aşağıya düşen asansörün içende yalnızca Bay Harri bulunuyordu. Bay Harri, cezasını bularak, asansörün içinde anında can verdi. Onun ölümünü, yakınları uzun süre duymadı.
İstasyonlarda dura kalka, sonunda tren yolculuğu bitmiş, New York kentine ulaşılmıştı. Harri Del Mar, Mişel’i kapattığı sandığın üzerine, köpeğin gideceği yerin adresini yazmıştı.
Zavallı köpek, New York’ta trenden indirildiğinde çok perişandı. Onu bir kamyonete bindiren bir görevli:
“Şu dünyada ne acımasız insanlar var, ne yapsan kökü kazınmıyor,” dedi
Bir başkası:
“Çok haklısın dostum,” diye yanıt verdi.
Her ikisi de zavallı Mişel’e çok acımıştı. Köpek, başına geleceklerden habersiz yol alıyor, Harri Del Mar’a olan öfke ve kini gün geçtikçe fazlalaşıyordu.
Aynı saatlerde Harris Collins, Harri Del Mar’ın köpeklerini satmış, eve henüz dönmüştü. Elli iki yaşlarında yumuşak başlı olan adam, bir süpürge sapıyla en yabanıl hayvanlarla bile baş edebilecek derecede usta bir hayvan eğiticisiydi. Sık sık gelip çalışma masasının başındaki mektubu okuyordu. O mektubu son kez okurken, Harri’nin getirmek üzere olduğu köpeği aklından geçiriyordu. Çok değerli ve yetenekli bir köpek olması gerekiyordu. Yanına yaklaşan on sekiz yaşlarındaki bir gencin seslenmesi üzerine tüm düşüncelerinden sıyrılıp bu tarafa geldi.
“Beklediğiniz köpek geldi efendim!”
“Çok iyi! Harri de geldi mi peki?”
“Hayır gelmedi efendim.!”
“Anlaşıldı, siz köpeği hemen yıkayıp temizleyin. Ben şimdi geliyorum.”
Harris Collins, Harri Del Mar’ın köpekle gelmemesine oldukça şaşırmıştı... Kimseye ama hiç kimseye güvenmeyen çırağı Harri, çok methettiği bu köpeği yalnız bırakmazdı. Başına bir şey mi gelmişti acaba ? Olur olur..Yoksa Harri’nin de çoktan gelmiş olması gerekir
Delikanlı, eline aldığı muşamba önlüğü önüne taktı. Kafesin yanına gitti. Mişel, getirildiği odayı hiç beğenmemişti nedense. Pis bir koku vardı burada. Bu da köpeği rahatsız ediyordu. Tanımadığı gencin kafesin kapısını açtığını görür görmez, kendini hemen dışarıya attı. Özgürce çıktığı yerde durup bir süre gerindi. Arkadan kendisine yaklaşan genç, ense kökünden yakalayıp bir hortumun yanına kadar götürdü. Mişel, kurtulmak için büyük çaba harcıyordu. İşini yapmaya kesin olarak kararlı görünen delikanlı, hortumu Mişel’in üstüne çevirerek, su sıkmaya başladı. Basınçla akan suyun altında neye uğradığını şaşıran Mişel, ne yazık ki o anda büyük güçlükle soluk alıp verebiliyordu.
Bu arada başka bir delikanlı gelmiş, arapsabunu ve koskoca fırçayla Mişel’i yıkayıp temizlemeye başlamıştı. Yıkama işi bittiği zaman, köpek kirlerinden arınmıştı. Gençler onu bir parmaklığın arkasındaki güzel bir köpek parkına götürmüşlerdi. O sırada Harris Collins de oraya gelmişti... Mişel’i tepeden tırnağa inceleyerek:
“Çok yorgun görünüyor zavallı,” dedi. “Bırakın dinlensin. Harri Del Mar gelince, ondan bu köpeğin hangi yeteneklere sahip olduğunu pekâlâ öğrenebiliriz.”
“Nasıl isterseniz efendim! Hay hay efendim!”
Tek başına kaldığında rahat bir soluk alan Mişel derin bir uykuya daldı. Yaşadığı kötü yolculuk, tüm dengesini altüst etmişti. Uyandığı zaman elinde yiyecek olan bir delikanlının kendisine baktığını gördü. Bu, kendisini kafesten çıkaran gençti, hemen tanımıştı onu. Gencin dost olmak ister gibi bir hali olduğunu gören köpek, getirilen yiyecekleri hiç burun kıvırmadan yemeye başladı. Mişel yemek yerken, parkın kapısı genç tarafından sıkıca kapatılmıştı.
Mişel karnını iyice doyurduktan sonra, çevresine bakındı. Görünürde hiç kimse yoktu. Bir hafta boyunca bu parkta tutuldu. İyi besleniyor, tertemiz su içiyordu. Dış dünyayla ilişkisinin kesilmesi dışında ortada hiçbir sorunu kalmamıştı.
Bir hafta kadar sonra, Harris Collins, Harri Del Mar’ın öldüğünü haber aldığı zaman, Mişel’in nasıl bir köpek olduğunu öğrenmeye karar verdi. Çevresine şöyle bir göz attıktan sonra, yanında çalışan çivi gibi gence:
“Yeni getirilen köpeği piste götür bakalım. Şimdilik neler yapabildiğini öğrenmenin vakti geldi,” diye konuştu.
Verilen buyruğu yerine getirmek için Mişel’in kapatıldığı yere giden delikanlı, köpeğin tasmasından sıkıca tutarak:
“Efendinin yanına gidiyoruz, Bay Köpek. Onun söylediklerini yerine getirsen çok iyi olur... Eğitim pistinde, göründüğü gibi yumuşak davranmaz, Bay Harris Collins”.
Bir hafta aynı yerde kapalı kalmaktan bunalan Mişel, büyük haz duyarak yürümeye başladı.Yolda giderken ayılarla karşılaştılar. Ayılar zincirlenmişlerdi. Hayatında hiç ayı görmeyen Mişel, yaradılışı gereği onlardan çekinmesi gerektiğini anladı. Tavanı camdan yapılmış, dikdörtgen şeklindeki eğitim pisti, daha çok bir cambazhane pistini andırıyordu. Cambazhane pistinden tek farkı, oturacak seyirci ve taktir eden insanların yerlerinin bulunmayışıydı. Bunu daha önceden fark etmeyen Mişel, artık oradan kopmak istediği zaman da diğer bir cambazhaneye çekip gidebilirdi. Ancak bu cambazhane onun dilediği gibi bir cambazhane olmayabilirdi. Bu da ona yeterli gücü sağlar, eline ayağına düşkün, diğer köpeklere hiç benzemeyen bir köpek olarak onun yetenek ve güçlerini gün ışığına çıkarırdı.
İşte bu gün ışığına çıkarma, acımasız eğiticisi Harri Del Mar’ın asansör içinde hayatını kaybetmesinden sonra, bir bakıma kendisine ettiği eza cefa sonucunda, kutlu adaletin yerini bulması üzerine aslında hiç ayırdına varmadan, Mişel’in de tüm kaygılarını uçurup götürmüştü.. Artık yönünü yordamını saptayamayan Mişel, kendini özgür görebilir ve büyük bir azimle bundan sonra yeteneklerini göz önüne serebilirdi. Eğitim pistine seyirci alınması kesinlikle yasaktı. Bu yasak artık gelenek haline gelmişti. Yalnızca Harris Collins, yanında çalışmakta olanlar ve hayvan alıcıları beğendikleri hayvanları seçmek üzere katılabilirlerdi. Cambazhanelerde neşe içinde alkışlananlar, büyük beğeni ve taktir toplayan yüzlerce yeteneğe sahip hayvanlar, bu eğitim pistinde ne yazık ki büyük işkenceler yaşıyor, bundan bir türlü kurtulamıyorlardı... Günlük hayatında yumuşak başlı olan Harris Collins, eğitim pistinde birden canavarlaşır, âdeta bir kurt gibi hayvanlara saldırıya geçerdi. Hayvanlara hiç kimsenin başaramayacağı değişik numaralar öğretirken, acıma duygusunu rafa kaldırır, defterinden bu kelimeyi silip atardı. Görevli gencin o sırada yanına getirdiği Mişel’e dikkatlice bakarak: “Harri bana, mektubunda bu köpeğin çok özel yetenekleri bulunduğunu anlatmıştı,” dedi. “Kendisi şu anda burada olmadığına göre, bu özel yetenekleri bizim öğrenmemiz gerekiyor artık. Ona bir iki alıştırma yaptır bakalım evlât!”
Genç bunun üzerine Mişel’e: “Yat bakalım!” dedi... Onun buyruğunu alan Mişel, isteksizce yattı. Sonra da kalk komutuyla kalktı ayağa.
Onları izlemekte olan Harris Collins:
“Şimdi bunu yapalım,” dedi. “Daha sonra da takla atıp atmadığına bakarız.”
“Bu kadar yeter evlât,” diyerek çalışmayı durdurdu. Mişel’in yanına yaklaşarak, işaretlerle ondan takla atmasını istedi. Soylu bir köpek olan Mişel, işaretleri anladığı halde, oralı bile olmadı. Artık sıkılmaya başlamıştı. Hiçbir şey yapmamaya karar vererek, olduğu yere yattı. Böyle bir davranışı ondan hiç beklemeyen Harris Collins:
“Bu köpek asi bir hayvana benziyor,” dedi. “Ama ben onu yola getirmesini bilirim. Zincirle kayışı getir bakalım Conni.”
Conni hemen zincir ve kayışı getirmiş, zincir Mişel’in tasmasına, kayışı da gövdesinin arka tarafına bağlamıştı. Kayışı tutan Collins:
“Zinciri hemen çek Conni,” dedi.
Tasmasındaki zincir onu geriye doğru çekerken, kayışa bağlı ip de arkasını öne doğru çekiyordu. Direnen Mişel, çenesine yediği kırbaçlara hiç aldırmıyor, Collins’e saldıracağı bir anı kolluyordu.
İki kişinin çabalarıyla zorla takla atıp sırtüstü yere yıkıldığında, kendisinden o anda hiç beklenilmeyen bir çeviklikle ayağa fırlayarak, Collins’in üstüne gülle gibi atıldı. Deneyimli köpek eğiticisi, Mişel’in çenesine bir tekme atarak:
“Bana karşı geldiğine seni pişman edeceğim zorba köpek,” diye bağırdı.
Conni:
“Belki de takla atmayı bilmiyordur, efendim,” dedi.
“Takla bile atamayan bir köpek neye yarar ki Conni?” diye konuştu.
“Başka şeyler deneyelim efendim.Sözgelimi sayı saydıralım.”
“Piyasada su gibi sayı saymasını bilen onlarca köpek var evlât! Ben bundan daha iyi şeyler yapmasını bekliyordum. Ama yine bir sınayalım bakalım.”
Kendisine sayı sayması söylenince onu da bilmiyormuş gibi yaparak tüm söylenenleri anlamazlıktan geliyor, için için öç almamın sevincini yaşıyordu. Birkaç numara daha deneyen Collins, Mişel’den umudunu şimdilik keserek:
“Köpeği 18 numaralı parka götür Conni,” dedi.”Ona ne yapacağımıza daha sonra karar vereceğim.”
Sedervayl adındaki bu kuruluş, hayvan göstericileri âleminde büyük ün kazanmıştı. Sahiplerinin buraya emanet bıraktığı hayvanlara çok iyi bakılıyor, turnelerde çektikleri acı ve yorgunluklar unutturuluyordu. Eğitilmek için bırakılan hayvanlar ise bu kadar şanslı olmuyordu Bir süre işkence gibi gelen eğitimden geçiriliyor, sonra da rahat bırakılıyorlardı.
Harris Collins, sahibi bulunduğu Sedervayl Okulu’nda duygusallığa asla yer verilmemesini savunuyordu. Ona göre duygusallık, her zaman zayıflığın belirtisiydi. Hayvanların söylenenleri aynen uygulamaları için korkmaları, eğiticisini canı gönülden dinlemesi gerekiyordu. Korkutulmayan ve eğitilirken canı yanmayan bir hayvan, gösterinin tam orta yerinde eğitmenini, dolayısıyla sahibini yüzüstü bırakabilirdi..
Mişel’in götürülüp kapatıldığı 18 numaralı parkın sağında ve solunda bulunan 17 ve 19 numaralı parklarda çeşitli köpekler vardı. 17 numaralı parktakiler kaniş cinsi köpekler, 19 numaralı parktakiler de melez köpeklerdi. Mişel dışarı çıkarıldığı zaman uzaktan onları görebiliyordu... Harris Collins, ceza olarak Mişel’i özellikle yalnız başına bırakıyordu. Mişel, günün belli saatlerinde dışarı koyuveriliyor, oradan eğitim pistine taşınıyordu. Tutsaklığa bir türlü alışamamıştı. Bu yüzden de hırçınlaşmaya başlamıştı, soylu köpek. Harris Collins, Harri Del Mar’ın Mişel hakkında yanıldığını aklından geçirerek her gün Mişel üzerinde yeni numaralar deniyordu. Bir ışık görmesi yeterliydi. Çünkü Harri Del Mar’a göre bu köpek bir mucizeydi âdeta. Ancak durum hiç de öyle görünmüyordu.
Üzerinde her şey denenmiş, Mişel bir dizi fıçı üzerinden atlamaya, vals yaptırılmaya, bir midilliye binmeye zorlanmıştı adeta. Köpeği yola getirebilmek için boğazına içi demir çivili tasma bile takılmıştı.
Yeni sahiplerinden en küçük bir sevgi görmeyen Mişel, çivili tasmaya, kırbaçlara ve ağzının burnunun kan içinde kalmasına asla aldırmamış, söylenen hiçbir şeyi yapmaya razı gelmemişti.
Onu gören, ilk bakışta hiçbir şeyden anlamayan uyuz bir köpek sanabilirdi. Görünüşü böyleydi işte. Kimsenin elinden bir şey gelmezdi artık. Bunu düzeltmek için büyük çaba harcanması gerekiyordu. Harris bu konuda çok gayretliydi ama bir türlü vurucu noktayı bulamıyordu.
Birkaç hafta ezilmeden ve hiç ara vermeden Mişel’le ilgilenen Harris Collins, Mişel’in ne yapsa direncini kıramayacağını bir türlü anlayamamıştı.
Köpek, ölümü pahasına da olsa direnmeye kararlı görünüyordu. Harris Collins, Mişel’e bir şeyler yaptırmaya çabalayan yardımcısı Şarl’ın ter içinde kaldığını görünce:
“Bırak onu Şarl,üzme kendini... Bu köpek canını vereceğini bilse bile kılını kıpırdatmaz. Götürüp yerine koy onu,” dedi.
Şarl, Mişel’in üstünlük kurmasına dayanamıyor, kendisini aşağılanmış hissediyordu:
“Bu köpek için özel bir numara düşünmekteyim efendim,” dedi, “özel bir numara.”
“Ne gibi bir şey, evlât?”
“Korkusuzluğu işimize çok yarayabilir... Yaşlı Aslan Annibal, eskiden çalıştığı Sinker Cambazhanesi’nde bir kadının başını ağzına alırmış. Kadının yaptığını Mişel’e de yaptırabiliriz. Gerçekten korkusuz bir köpekse, başını aslanın ağzına sokmaktan asla korkmayacaktır.”
Bir süre düşünen Harris Collins:
“Annibal yaşlılıktan nerdeyse bunamak üzere,” dedi. “Köpeğin başını saniyede koparabilir.”
“Köpek zaten işimize yaramıyor efendim... Kaybedecek bir şeyimiz yok ki... ”
“Haklısın Şarl,” dedi Harris. “Gidip Annibal’a bir bakalım. Çoktandır görmedim onu.”
Mişel’i de yanlarına alarak, yabanıl hayvanların bulunduğu bölüme gittiler. Annibal, Sedervayl’ın en yaşlı hayvanı olmasına karşın, bir tek dişini bile kaybetmiş değildi. Gücü de yerindeydi hayvanın. Kafeslerin yanında duran baş bakıcıya yaklaşan Harris Collins:
“Yaşlı Annibal, ne durumda?”diye sordu.
“Bir haftadır çok değişti efendim,” dedi, baş bakıcı. “Yanına hiç kimseyi yaklaştırmıyor. Dün kafesin dışını temizlerken, parmaklıklar arasından bana saldırdı. Neredeyse, kolumu kaptırıyordum.”
Baş bakıcı hemen sol kolunu sıvayarak, yaralarını gösterdi. Aslanın pençe izleri halâ kolunda duruyordu. Yardımcısının ve baş bakıcının gözünde değer kazanmak isteyen Harris Collins:
“Bana bir süpürge sapı getirin,” dedi,. “ona dersini vereceğim.”
“Ne yapacaksınız efendim?”
“Kafese gireceğim ahbap!”
“Bunu yapmasanız iyi olur efendim,” dedi, “Annisal neredeyse bunamak üzere.”
“Sen ne diyorsam onu yap!”
Onlar böyle konuşup dururken, aslan bir aşağı bir yukarı kafeste efelenerek
dolanıyor, arada bir de aslanlığı aklına gelmiş olmalı ki kükrüyordu...
Harris Collins, büyük bir yüreklilik göstererek, orada olanların şaşkın bakışları altında kafese dalıp aslanın yolunu kesti. Bu kesişme öyle pek de kolay olmamıştı ama yine de deneyimli eğiticiye büyük bir prim yaptırmıştı. Bütün kasları bir anda gerilen aslan, saldırıya hazırlanmak için geri geri gitti. Tam bu sırada burnunun üzerine yediği bir süpürge sapı darbesiyle neye uğradığını şaşırdı. Harris Collins, aslandan önce davranmış, süpürge sapını tüm hızıyla yaşlı aslanın burnuna indirmeyi başarmıştı. Bir kez ok yaydan çıkmış, Harris Collins, artık vurmaya devam etmekten başka çare olmadığını kabul etmişti. Bu nedenle de hiç acımadan, koca aslanın burnunun üzerine vurdukça vuruyordu. Süpürge sapı burnuna indikçe, aslan geriliyordu. Zavallı kafesin bir köşesine sıkışıp kalmıştı işte! Neşeli bir şekilde ortalığı kahkahaya boğan Harris Collins, yanındaki delikanlıya dönerek:
“İşte bu kadar evlât!” dedi. “Annibal, şimdi efendisinin kim olduğunu gayet güzel anladı. Artık ondan bir kötülük gelemez..Çünkü yüreğine korku düştü bir kez. Ben de o yüreğin başkalarına karşı daha akışkan, bitek bir tarla gibi olmasını sağlamak üzere çalışacağım, o kadar.”
Yalvaran bakışlarla Harris’e bakan Annibal; tek darbede düşmanını yere yıkabileceğini aklından geçiriyor, kocaman kırmızı dilini dişlerinin arasından sarkıtmaktan başka bir şey yapamıyordu. Bu onun en büyük imi olacaktı yaşama karşı. Bu im o vakit Annibal’i ve diğer hayvanları bu yuvada hayata yeniden bağlayacaktı.
İhtiyar aslan, çocukların ilkokul sıralarında okudukları öyküdeki İhtiyar Aslan değildi. Çünkü bu ondan çok daha güçlü bir hayvancağızdı. Ama Harris Collins’in ciğerini yaralayan bir kaplan, bir aslan da değildi. Çünkü o cambazhanenin en yaşlı hayvanıydı ama kendini savunacak kadar da güçlüydü.
Ama ne yazık ki bugüne kadar Harris Collins’in hünerli ellerine bırakılmış ve yıllarca ondan dersler görmüştü. Yaşlı aslan Annibal’in bu dersleri gördüğüne kuşkusuz inanan cambazhanedeki öteki yabanıl hayvanlar en fazla saygıyı ona gösteriyorlardı. Çünkü Annibal, düşlerinin Ormanlar Kralıydı. Tıpkı ilkokul sıralarında okunan Esir Aslan’da olduğu gibi.
Sedervayl okulunda en küçük bir sevgi kırıntısı bile görmeyen, sık sık kalbi kırılan Mişel, gün geçtikçe içine kapanıyor, hiçbir hayvanla dostluk kurmuyor, dayatılarak yaptırılan işlerin dışında da günlerini ister istemez yatıp uyuyarak dolduruyordu.
Harris Collins, yaşlı aslan Annibal’in ağzına köpeğin başını sokma numarasından caymıştı artık... Çünkü aslanın bu işe uygun olmadığını düşünüyordu. Ama Mişel’e de ne yapıp edip birkaç numara öğretmeye çalışmaktaydı. Çünkü Mişel’in bu konuda yetenekli olduğunu can dostu söylemişti. Bu direnme belki de sonsuza dek sürecek, ancak sonunda Harris Collins bu işi başaracaktı. Bu başarıda başkalarının da katkıları olacaktı ama Harris Collins’in katkı payı daha büyük olacaktı elbette.
Bir gün eğitim pistine götürülen Mişel, birden neye uğradığını şaşırdı gerçekten. Bağıra çağıra üstüne atılan Sara adındaki maymun, köpeğin yüzünü gözünü tırnaklamaya başlamıştı. İyice içine kapanan Mişel, maymuna karşı hiçbir tepki göstermedi. Bu, Sara’nın galiba hoşuna gitmişti. Onun kendisine karşılık vermemesinden çok etkilenen küçük maymun, Mişel’i tırmalamaktan vazgeçti. Sara, küçücük elleriyle bu kez Mişel’i okşamaya başladı. Gösterilen sevgiye dayanamayan köpek de karşılık vermek zorunda kaldı. O anda iki hayvan arasında hemen bir dostluk köprüsü kuruluverdi. O günden sonra serbest kaldıkları anda birbirlerinden hiç ayrılmaz oldular. Sara fırsatını bulduğu anda Mişel’in yanına çörekleniyor, saatlerce onun yanında kalıyordu. Bu da hem Mişel’e, hem Sara’ya yetip de artıyordu. Ancak bu güzel dostluk ne yazık ki pek uzun sürmedi... Bir akşam Harris Collins’e zamansız gelen Ralf Kastlemon adındaki bir adam:
“Köpeklerimden biri öldü, Harris,” dedi. “Bana kısa zamanda bir köpek bulursan sevinirim.”
Ralf iki köpekle birlikte kaplanların kafesinde numara yapıyordu. Collins’in yanında yamaktı.
Ralf’in çok üzüldüğünü gören Collins:
“Elimde şu anda bir İrlanda Teriyesi var Ralf,” dedi. “Onu bana Harri Del Mar göndermişti. Harri’ye göre mucizevi güçlü bir köpek olması gerekiyor. Bense buna hiçbir şey yaptıramıyorum. Dilersen onu bir deneyebilirsin.”
“Yiğit bir köpekse kesinlikle işime yarar.”
“Çok yiğit bir köpek olduğuna inanabilirsin, Ralf.”
Az sonra görevliler, Mişel’i kapalı tuttukları parktan çıkardı. Getirip Ralf’a “Al işte köpeğin,”dediler. Ralf hemen köpeğe dört elle sarıldı. O günlerde böyle bir köpek bulmak kolay değildi.
“En iyisi,” dedi, “ben bu köpeği götürüp bendeki arkadaşıyla tanıştırayım.”
Sonra götürüp arkadaşı Cak’la tanıştırdı. Ardından da kaplan kafesinin içine soktu.
Kocaman kaplanlar, yeni gelen köpeğe hiç de iyi gözle bakmadılar. Hepsi de homurdanarak sinirli ve öfkeli bir biçimde süzmeye başlamışlardı köpeği. Mişel de onların atalarının baş düşmanı olduğunu anlayınca, aynı şekilde onlara kin dolu gözlerle bakmaya başlamıştı. Hiç hayırlı bir karşılaşma olmamıştı bu karşılaşma.
Mişel’in hiç korkmadan gezindiğini gören eğitici Ralf, sevinçle elindeki kırbacı havada şaklatmaya başladı. Kafesin dışındaki diğer görevliler, ellerindeki demir çubukları havada bekletiyor, kaplanların korkup çekinmelerini sağlıyorlardı. Böylece onlar da geri duruyordu.
İlk çalışma Ralf’ın beklediğinden çok daha iyi geçti. Bu durumdan çok hoşlanan Ralf, Mişel’i büyük bir sevgi gösterisiyle okşadı. Tabii bu da Mişel’in hoşuna gitmişti. O da bu adamı sevmeye başladı. Mişel için işin açıkçası yepyeni bir dönem başlamıştı. Zamanının büyük bölümünde kaplan kafesinde geçiyordu günleri... Kaplanlardan kesinlikle korkmadığını kanıtlamak için Ralf’ın her isteğini yerine getiriyor, karşılığını da fazlasıyla alıyordu.
Her gün kaplan kafesinde antrenman yapılıyordu. Bu antrenmanlar çoğu zaman Mişel’in lehine oluyordu. Aniden dikleşen kaplanlar, Ralf’ın üzerine doğru ilerlemeye başladılar. Kırbaca ve havaya kaldırılan demir çubuklara hiç aldırmadan adamın üstüne saldırdılar. Bu saldırı Ralf’ın canını bir an büyük tehlikeye atmıştı. Ama o önceki deneyimleriyle bu tehlikeyi kendisini kurtarmaya gelen arkadaşlarını bekleyerek, daha kolay bir şekilde kurtulacağını kanıtlamış oldu. Ancak kafesin kapısı açılarak, Ralf dışarı alınıncaya kadar kaplanlar öçlerini almış, kendilerini günler boyu kırbaç darbeleri altında bırakıp inleten Ralf’ı yaralamışlardı. Kaplanların kafesten çıkmalarını önlemeye çalışan görevliler, hızla kafesin kapısını kapatmak zorunda kalmışlardı. Deneyimli eğiticiyi dışarı almışlar ama köpekler ne yazık ki içeride kalmıştı. Çünkü Ralf’ı dışarı alırken, korkularından kapıyı çok çabuk kapatmalarıydı. Bu nedenle köpekleri dışarı çıkaramamışlardı.
Bu arada Ralf’ın çığlıklarını işiten Harris Collins ve birçok insan, kafeslerin çevresine toplanmış, hayvanların müthiş kavgalarını seyrediyorlardı. Bu arada gerçekten kaplanlar ve köpekler müthiş bir savaşa girişmişlerdi aralarında. Tüm direnmelerine karşılık, köpeklerin pek o kadar da yaşama şansları yoktu. Cak,kanlar içinde yere serilmişti. Mişel, bir köşeye iyice sıkıştırılmıştı. Alfanso ismindeki kaplan, son vuruşu yapabilmek amacıyla saldırıya hazırlanırken, izleyiciler birden donup kalmışlardı.
Tam o sırada olup bitenleri izleyen Sara adlı maymun, incecik bedeniyle parmaklıklar arasından kayarak, kafese daldı. Mişel’le kaplanın arasına dikildi birden. Alfanso’nun yanındaki kaplan geri çekilerek, Mişel’i arkadaşına havale etmişti. Kaplanların başkaldırmasına çok kızan Harris Collins, birden silâhını çekti. Acılar içinde kıvranmakta olan Ralf:
“Lütfen yapmayın patron,” dedi. “Kaplanlar bu köpek gibi yüzlercesini satın alır... Onları öldürerek büyük bir yanlışlığa düşmüş olursunuz.”
Para düşkünü olan Collins, Ralf’ın haklı olduğunu kabul ederek, silâhını kılıfına koydu. Herkes Mişel’in hayatının sona erdiğini düşünürken, kaplanın yüzüne sıçrayan Sara, onu rasgele tırmalamaya başladı. Kaplanın o andaki şaşkınlığından yararlanan Collins, kafesin kapısını aralayarak, köpeği hemen dışarıya aldı. Sol omzundan büyükçe bir yara alan Mişel, bir şekilde yere serilen Sara’nın o anda yaşamını yitirdiğini fark ederek,uzun uzun ulumaya başladı. Sedervayl Okulu’ndaki en büyük dostunu kaybetmiş, bu yüzden de kırların geniş yeşilliklerinde aynı kanı taşıdığı köpeklerle birlikte yas tutarken uluduğu biçimde; ruhunu bir keman teli gibi gererek, hiç unutmadığı ezgiler arasında yine aynı ezgileri ulumasının içine deşifre ederek, bıkmadan yorulmadan söyleyip haykırmaya başlamıştı.
Kafesten çıkarıldıktan sonra bir veterinere götürüldü, Mişel Adam onun yaralarını özenle sardı. Mişel, sanki yarı ölü gibi yaşamaya başlamıştı. İçinde en ufak bir yaşama isteği kalmamıştı. Köpeği tamamen başından atmaya kararlaştıran Harris Collins, Dewis Wilson adındaki bir Cambazhane göstericisini okula çağırdı. Harris Collins’in daima elinde iyi köpekler bulundurduğunu bilen Dewis, büyük bir istekle Sedervayl Okulu’na geleceğine söz verdi... Orada yapılan pazarlıkta çok düşük bir parayla Mişel’i göstericiye sattı.
Acımasız bir adamdı Dewis Wilson. Henüz yaraları tamamen iyileşmemiş olan Mişel’i Brooklyn’e götürdü. Orada bir barakası vardı. O barakanın içinde gösteri yapıyordu.
Gösterilerinde kullandığı hayvanlar bir deri bir kemik denecek kadar zayıftı.
.Adam zavallı hayvanlara çok az yiyecek veriyor, üstelik onları sürekli kırbaçlıyordu. Gösteriden önce Mişel’e:
“Bu akşam sen de bizimle birlikte sahneye çıkacaksın. Deyzi Bel’e bakarak şarkı söyleyeceksin. Dediklerimi yapmazsan eğer kemiklerini kırarım,” dedi.
Adam bir yandan konuşuyor, öte yandan hayvanlara dayak atıyordu. Yediği sopanın etkisiyle düşünemez duruma gelmişti Mişel. Ama zorunlu olarak diğer hayvanlarla birlikte sahneye çıktı. Gösteride sırasıyla hayvanlara değişik figürler yaptırılıyor, orkestra eşliğinde şarkılar söyletiliyordu.
Gösterinin ilk bölümü tamamlanmış, köpeklerin ilginç hareketleri seyirciden bol alkış almıştı. Sıra şarkılar bölümüne gelmişti. Orkestra “Rio’dan Aşağı İnelim” şarkısını çalmaya başlamıştı. Dik ve Deyzi Bel, şarkıya eşlik etmek için sahnedeki yerlerini çoktan almışlardı.
Bir o vakitler Dagharti ve zenci uşağına bu şarkıyı söylemiş olan Mişel, tüm çektiklerini unutarak ulumaya başladı. Bu uluma bambaşka bir ulumaydı. Sanki bir hasret serenadı gibiydi, bu uluma. Avazı yettiğince uluyor, sesi izleyenlerin kulaklarını tırmalıyordu bir bakıma.
O anda tansiyon epeyce yükselmişti. İzleyicilerden birisi kamçı yemiş gibi bağırdı:
“Biz buraya şarkı dinlemeye geldik! Böyle kulaklarımızı tırmalayan uluma değil!”
Bir diğeri:
“Köpek uluması dinlemek isteseydik, sokaklardaki uyuz köpeklerin kuyruklarına teneke bağlamamız yeter de artardı bile,” diye bağırdı.
O anda her kafadan bir ses çıkıyor, bambu kamışlarından yapılma bir barakada yapılan gösterilerin hiçbir değeri kalmıyordu. Dewis Wilson ise Mişel’i bir an için susturabilmek üzere tüm gücü ile kırbaçlıyordu. Seyirciler birer ikişer barakayı terk edip dışarı çıkmaya başlamıştı. Mişel’i bayıltıncaya değin kırbaçlayan adam, şöyle bağırdı:
“Yarın sabah Sedervayl Okulu’na geri götürüleceksin adi köpek! Senin gibilere burada iş yok, anladın mı?”
“Üç gün sonra tanınmaz bir hale gelen Mişel’i karşısında gören Collins, sordu:
“Buna ne yaptın böyle Dawis?”
Hâlâ burnundan solumakta olan Dawis Wilson:
“Onun yaptıklarına göre bu yaptıklarım az bile,” dedi. “Sen olsan çeker tabancanı belki de vururdun bu köpeği.”Köpek nedeniyle müşterilerini kaçırdığını ve çok zor duruma düştüğünü anlatıyor,Collins’e ağzına geleni söylüyordu.Bu geveze adamdan ne yapsa kurtulamayacağını anlayan Collins,ondan aldığı zaten çok az olan parayı vererek,Mişel’i geri almak zorunda kaldı.Yanındaki görevlilere de şöyle dedi:
“Bu baş belâsını revire götürün çocuklar. Yeni bir müşteri çıkıncaya kadar orada kalmasını istiyorum.”