Gerçek Hayatta Aşkı Bulmak

Aamir Khan evlendi! Bu bir dedikodu mu, söylenti mi, yoksa gerçek bir haber miydi? Daha yazarlar fısıltı gazetesini araştırırken Aamir, Qayamat Se Qayamat Takın muazzam başarısının özel hayatını medya için kullanışlı bir yem haline getirdiğini fark etti. Aamir aslında Reena Dutta ile Qayamat Se Qayamat Tak ’ın çekimleri sırasında evlenmişti.

Görünüşe bakılırsa St Xaviers Üniversitesinin İstatistik bölümünden mezun olan ve babası Air India’da kıdemli memurluk yapan Reena’nın AamirTe çok az ortak noktası vardı. Ama yaşadığı hemen yandaki Air India binasından Aamir’in balkonunu rahatça görebiliyordu.

Daha sonraki röportajlarda, Aamir, onun kendi kötü nam salmış, haylaz karakterine uyan espri anlayışına kapıldığını itiraf edecekti. Bunu maceralı bir kur takip etti, ki bu çeşitli Hint filmlerinin senaryolarından hiç de farklı değildi.

Geçmişlerindeki farklılık, evlilik ve birlikte geçirilecek bir yaşam fikrini imkânsız kılıyordu. Ancak ilerleyen yıllarda karakteri haline gelen bağımsız kurla, 21 yaşındaki Aamir ve Reena yasal açıdan uygun yaşa gelir gelmez evlendiler. Bundan sonra, ikisi de kendi evlerine gitti, hatta evliliklerini Ree-na’nm kız kardeşi gittikçe şüphelenip onu olan biteni babasına söylemekle tehdit edinceye kadar büyük bir başarıyla gizlediler. Ancak o zaman Reena, Aamir’in evine taşındı; genç çift, evliliklerini ebeveynlerine açıkladı.

Anlatıldığına göre Tahir Hussain genç gelinini hemen kabullendi, onu yeni evinde bağrına bastı. Ama Reena’nm ebeveyni bu haberi kabul etmek için daha çok zamana ihtiyaç duydu.

Bay Dutta o kadar endişelendi ki rahatsızlandı ve hatta hastaneye kaldırıldı. Aamir, kayınpederini orada ziyaret etti; bu nazik davranışı sayesinde onun onayını kazandı.

Böylece Aamir’in Reena ile olan, ardı arkası kesilmez çekişmelere ve baskılara direnen 16 yıllık evliliği başladı. 2009’da Stardusf a verdiği bir röportajda Aamir, “Tanıştığımızda o 18 yaşındaydı, bense 20. Dolayısıyla bir yerde birlikte büyüdük denilebilir,” dedi.

Qayamat Se Qayamat Tak ’m çekimlerini takiben yapılan bir röportajda, Juhi Aamir’in Reena’ya her gün mektup yazdığını anımsadı. Bir keresinde, ekip Uti’den Bangalore’ye gitmek için hazırdı ama Aamir, Reena’ya telefonla ulaşamamıştı. Arabalar bekliyordu ancak gözleri yaşlı Aamir, karısıyla konuşmadan oradan ayrılmayı reddetmişti.

Qayamat Se Qayamat Tak piyasaya sürülmeye hazır olduğunda, hiç kimse ilk defa sahne alacak olan kahramanı evli bir erkek olarak tanıtmak istemedi. Böyle bir şey sadece, filmin bilinmeyen yüzler grubunun kullanılmasından kaynaklı tanıtım sorunlarına eklenen diğer bir basamak olacaktı. Ama Aamir’in ilerleyen günlerde yaptığı röportajlarda vurguladığı üzere, kendisi evliliğini saklamaya hiçbir zaman kalkışma-mıştı. Doğruyu söylemek gerekirse, hiç kimse sormamıştı ve Aamir de bu bilgiyi paylaşmaya gönüllü olmamıştı.

Yine de, Aamir’in evliliği Qayamat Se Qayamat Tak’m. büyük başarısının ardından herkes tarafından bilinir bir hal aldığında bu onun muazzam popülerliğinde küçük bir çengel oluşturdu.

Reena, kendi açısından, film dünyasından hep uzak kaldı. Bir süre bir seyahat acentasmda çalışmaya devam etti, işine otobüsle gitti geldi ve hiçbir zaman Aamir’in karısı olduğu gerçeğini vurgulamadı. Buna rağmen, o günlerdeki iyi raporlanmış diğer bir olay da, bilgisayar sınıfındaki herkesin, öğretmeni sırf Aamir’in en son filmi Dil ’i seyredebilmek için sınavı ertelemeye ikna etmesiyle, kocasının muazzam fanatik takipçilerinin varlığının farkına varmasıydı.

Aamir ve Reena, bu iki dünyada çizecekleri yollan tartışıp anlaşmaya bağlamış, aralarındaki dengeyi yıldız olmanın iniş ve çıkışlannda kurmuşlardı. Evliliklerinde insanlann ilgisini çeken çok sayıda mutlu an arasında, çocuklan Junaid ve îra’nın doğumu da yer alıyordu. 2009’da DNA dergisine verdiği bir röportajda, Aamir, oğlunun doğumunu şu şekilde aktardı:

1993’te oğlum Junaid doğdu ve bu, hayatımı tamamen değiştirdi. İlk kez baba olma hissinin nasıl bir şey olduğunu hâlâ hatırlıyorum. Her şey değişti, önceliklerim, sorumluluklarım... Bu tamamen farklı bir histi.

Oldukça sevilen bir aktör olan Aamir, artık genç bir koca ve baba olarak da yolculuğuna devam ediyordu.

Bölüm 3 “Kurtuluş” Sineması

O, kariyerini altı yıl önce başlatan Qayamat S e Qayamat Tak’m Aamir’i olarak kaldı. Filmin fanatikleri açısından filme dair bir şey ya da o filmde Aamir’e dair bir şey, zaman içerisinde bir türlü yitip gitmedi. Bu bugünün gençliğiyle o kadar ayrılmaz şekilde bağlantılı bir imgeydi ki, onların aktörün büyüdüğünü ya da rahat edemeyeceği kadar aşırı olgunlaştığını hayal etmeleri çok zordu. Aamir’in uzmanlık alanı hâlâ samimiyeti ve o can alıcı masumiyeti.

Film eleştirmeni Halid Muhammed, Filmfare, 1994

Son birkaç yıl içerisinde piyasaya sürülen eserlerime bakarsanız, oynadığım farklı rolleri incelemeniz kolay olacaktır. Qayamat Se Qayamat Tak (âşık bir oğlan), Raakh ve (farklı), Dil (bir arsız, tamamen saldırgan), Dil Hie Manta

Nahirn (tatsız espri anlayışı olan bir fırsatçı) Jo Jeeta Wohi Sikandar (yine ilişkilerini kendi çıkarları için kullanan, başarısızlıkları için hep sebep arayan bir arsız), Andaz Apna Apna(Herkesin Bir Tarzı Var), sanırım ben Tanrı’nın insanoğluna gönderdiği bir hediyeyim. Hum Hai Rahi Pyar Ke/Aşk Yolunun Gezginleri (üç çocuğun sorunluluğunu sırtlanmış çekingen bir insan), Rangeela (zeki ve sert bir adam), Akele Hum Akele Tum/Ben Yalnızım Sen Yalnız (bencil bir şarkıcı), Raja Hindustani(Hindistan Racası) (duygularını kolayca açığa vuran bir küçük şehir taksi şoförü), Ishq eğlenceli bir film, yapı olarak epizodik.

AsianAge’e verdiği röportaj, 1997.

Bu film Dil Hai Ke Manta Nahin (Kalp Anlamaz) farklıydı. Bu bizzat çalışmaktan haz aldığım, sonunda gördüğümde... sonucundan hoşlandığım bir film. Dolayısıyla insanların bunu beğenmeleri benim için çok önemliydi. Beğendiklerine de memnunum.

AamirKhan, Filmfare’de, 1991

Tanınmış bir Hint film yönetmeni, bu kitapta kapsana-cak filmlerin isimlerini dinler. Liste, Aamir Khan’ın 90Tar-daki filmlerine erişinceye kadar, oldukça iyi görünür. “En can sıkıcı dönem,” der. Fakat Aamir’in 90’h yıllardaki filmlerini kısaca “sıkıcı” olarak nitelendirip baştan atmak, onların popüler hayal gücünde kapladığı yeri ve onun basit bir komşu oğlundan her role uygun bir aktöre aşama aşama dö

nüşmesini görmezden gelmek demektir.

Takip eden yıllardaki film tercihleri de Aamir’in 90’lar-daki adımlarında yansıtıldı. Onun kararlarının arkasındaki temel ilke hiç değişmedi. Yirmi yıl boyunca sabit kaldı.

Ancak 90Tarın temposu ve gidişatı dönem başında piyasaya sürülen üç filmle belirlendi: Dil Hai Ke Manta Nahin, Jo Jetta Wohi Sikandar ve Hum Hain Rahi Pyar Ke.

Her şey fevkalade iyi bir senaryoyla başladı. Kısa süre sonra Hint sinemasına uyarlanacak bir Hollywood klasiği. Aamir Khan bir kez işin içine bulaşınca geri dönemedi. Daha sonraları, “Gerçekten de filme inanılmaz derecede tutulmuştum,” diye itiraf etti. Böylece Frank Capra’nın it Happened One Night ’ı Hint sinemasına Dil Hai Ke Manta Nahin (Kalp Anlamaz) şeklinde tercüme edildi. Capra’nm başyapıtı, gerçekten de Hintli film yapımcılarının hayal gücünü sürekli olarak harekete geçiriyordu. 1956’da, Raj Kapoorr ve Nar-gis’i yıldız yapan Chori Chori ondan esinlenmişti. Ardından, 1957Me, Navketan Production’m Nau Do Gyarah \ filmden ödünç alındı. Şimdi, yirmi yıl sonra, Mahesh Bhatt aynı sinematik esasa geri dönmekteydi.

O günlerde, Aamir, Hint film endüstrisindeki namını Lahu Ke Do Rang (Kan İki Renklidir) (1979), Arth (1982), Saaransh (1984), Janam (1985), Naam (1986), Kaash (1987) ve Daddy (1989) gibi ciddi derecede beğeni almış filmlerle kazanan Mahesh Bhatt ile birlikte çalışmak istedi. Hatta Mahesh Bhatt Aamir’e geçmişte bir film senaryosu önermiş ama bu, onun ilgisini çekmemişti. Dolayısıyla, biraz iç değerleıı-dirmenin ardından Aamir, her ne kadar onunla çalışmaya gerçekten çok hevesli olsa da bu filmde rol almak istemediğini ifade ederek, senaryoyu Mahesh’e geri vermişti. Mahesh sonradan Dil Hai Ke Manta Nahim 'in senaryosunu onunla paylaştı ve Aamir bunu seve seve kabul etti.

Aynen orijinalinde olduğu gibi film, sevdiği adamın peşinde koşan kotrolden çıkmış bir kadın mirasçıya dairdir. Yolda, onun hikâyesi hakkında özel bir rapor hazırlamak istediği için ona katılan bir muhabirle karşılaşır. Bunun yerine, birbirlerine âşık olurlar.

Bhatf m hikâyeyi tekrar anlatması, hem Amerikan romantik komedilerinden hem de muhteşem Hollywood müzikallerinden etkilenerek farklı bir tada bürünmüştür. Bu iki şey filmde, alaycı bir espri anlayışı katılmış büyülü bir tazelik ve masumiyet kazandıracak şekilde kaynaşmıştır. Başrollerdeki Aamir ve Pooja Bhatt güçlü kimyalarıyla mükemmeldir.

Her ne kadar film romantik komedi olsa da, Aamir’in karakterinin daha önce el atmadığı çarpıklıkları vardır. Aamir ile birlikte oynayan Raghu Jetley, zor durumların kolayca üstesinden gelen, görmüş geçirmiş bir adamdı. Olayların gülünç yönünü görme yeteneği vardı ama yalnızdı. Yüzeyin altında, ihtişam sessiz yapıyı kamufle etmiş, Raghu’yu çok-yönlü karmaşık bir karakter haline getirmişti. Seyircileri büyüledi ve hepsini güldürdü. Fakat işin zor yanı seyircinin sempatisini, her zaman empatilerine sahip olmaksızın kazanmaktı.

Şimdiye dek, romantik filmlerde bile, Aamir Qayamat Se Qayamat Tak’m utangaç, hassas içtenliğini arkada bırakmaya başlamıştı. Dil 'den bu yana, 90’lann başlanndaki filmlerinde bazen gereken saygısızlığa çoktan alışmaya başlamıştı.

Dil Hai Ke Mania Nahin, Aamir’in ilk başarılı karakter tanımlama girişimlerinden birisiydi. Aamir, Raghu Jetley için farklı açıları dikkate aldı... Karakterin ismini seçmekten, onun için özgün bir görünüş geliştirmeye kadar. Aamir’in daha sonra açıklayacağı üzere Raghu Jetley, kulağa mantıklı gelen, aynı zamanda da itici olmayan bir isim olmalıydı. Kontrolden çıkmış kadın vâris, muhabirin ismini duyduğunda, bunun kulağa korkunç geldiğini söyler. Dolayısıyla Aamir, Raghu Jetley adını seçer. Bunun kulağa kaba geldiğini ve kolayca sevilemeyecek bir isim olduğunu düşünmüştür.

Aamir’in Raghu Jetley’in beyaz şapkası altında saatler harcadığı söylenir. Kostümlerin hepsi, -ki bunlara ayakkabılar, saat ve şapka da dahildi- bu karakter için toplanan ve birleştirilen kullanılmış giysilerdi. Daha sonra, Rangee-la ’daki Munna da, her ne kadar Raghu Jetley aynı zamanda sofistike ve karmaşık olsa da, buna benzer bir görünüme bürünecektir.

Film, piyasaya sürüldüğünde gişede başarıyı yakaladı ve Raghu Jetley’in beyaz şapkası kısa süre içerisinde çoğu Hint şehrinde boy göstermeye başladı. Bu özgün “Aamir görünüşünün” ilk kez yeni bir coşkuya dönüştüğü andı. Aamir, takip eden yıllarda bunu defalarca tekrarladı; her seferinde de daha büyük bir başarı yakaladı.

The Times of İndia ya verdiği bir röportajda, “Benim performansım kusursuz değil ama Dil ’den sonra geliştiği kesin. Dil de kesinlikle Qayamat Se Qayamat Tak 'tan sonraki bir gelişimdi.” Aynı zamanda Dil Hai Ke Mania Nahim ’deki rolünü o noktaya kadar elde ettiği en kontrollü performans olarak tanımladı. Aamir artık çekimler arasında hangi yönü seçeceğini düşünmüyordu. Daha ziyade, performansı istikametini bulmuştu ve o bunun nereye doğru gittiğini biliyordu. Bazı açılardan, bu belki de Aamir’in ana akım medyasının bazen “tarz” oyunculuk olarak isimlendirdiği özgün tarzının başlangıcıydı.

1993’te Filmfare e, “Bu ilginç karakteri oynamak zor bir iş, Bhatt Sahab ile çalışmak da zenginleştirici bir deneyimdi. Film çekimi süresince kendime dair çok şey öğrendim. Sadece bir aktör değil, aynı zamanda da bir şahıs geliştirdim,” dedi.

Film daha sonraları It Happened One Night ’dan doğrudan alındığı yönünde eleştirilecekti. Ancak Aamir’in filmde bir aktör olarak üstlendiği rol hiçbir zaman eleştirilmedi. Aslında, Dil Hai Ke Mania Nahin, Aamir’in bu tarzdaki en başarılı çalışmalarından birisiydi ve 90’lardaki kişisel favori çalışmaları arasında düzenli olarak adından bahsedildi.

JJWS1 harika bir sanat çalışması değildir, öyle olduğu da hiçbir zaman iddia edilmemiştir. Yaptığı şey popüler sinemaya bir saygınlık, bir ağırbaşlılık hissi ve yaklaşık son on yıldır kaybettiği tadı katmaktır. Genç yönetmen Mansoor Khan, karakterlerini gerçekçi sosyal durumlarda köklendir-

mek için, geleneksel intikam formülünden ve süper kahraman idealinden büyük bir başarıyla sıyrılmıştır.

The Illustrated Weekly of India, 1882.

İki aylık çekim tamamlandı, filmin yüzde otuz beşi bitirildi ve kilit sahneler kaydedildi. Yine de bir şeyler yanlış gidiyordu. Yönetmenin hayal ettiği şey bu değildi. Eğer film kurtarılacaksa en baştan tekrar çekilmeliydi.

Filmin genç başrol oyuncusu, “Haydi, şunu yapalım,”

dedi.

Aamir Khan ve Mansoor Khan’ı ikinci çalışmalarında bir araya getiren film Jo Jeeta Wohi Sikandar ’in yapımı böyle başladı.

Mansoor, Qayamat Se Qayamat Tak ’in senaryosunu yazmadan çok önce, kafasında başka bir fikir vardı. Film gençlere özgü, taze ve farklıydı. Bu, Jo Jeeta Wohi Sikandar (Kral İskender Hep Kazanır) ’dı. Aslında Mansoor’un kalbine daha yakın olan film, Qayamat Se Qayamat Tak ’dan ziyade buydu.

Jo Jeeta Wohi Sikandar, o güne kadarki çoğu Hint filmi gibi, ana teması aşk, arkadaşlık ve aile olan bir filmdi. Ama hem düzenleme hem de yaklaşımıyla diğerlerinden farklıydı. Geleneksel içeriğine rağmen, can alıcı sahnelerinin merkezindeki spor faaliyetleriyle spor dramasını destekliyordu. Bu, o dönemin Hint sinemasında sıra dışı bir yaklaşımdı. Aslında, Batı’nm anladığı şekliyle gerçek bir spor filmi, Hint sinemasında mevcut değildi.

Qayamat Se Qayamat Tak gibi, bu film de aile, arkadaş ve sevgililer arasındaki bağlara ilişkin herhangi bir klişe kullanmadı. Spor faaliyetlerinin yanı sıra, aile ve aşk, bu filmi bütünleyen içeriklerdi. Mansoor Khan’ın kendine özel tarzında, film heyecan verici fotofinişe hızla yaklaşırken, aşk galip geldi; aile de.

Sonraki röportajlarda, Mansoor Khan filmin, diğer bir spor filmi olan Breaking Away* 'den genel hatlarıyla esinlendiğini söyledi. Burada, genç kahraman, tapındığı nesnenin gözleri önünde kırıldığını görür. Ama aradaki benzerlik bu noktada sonlanır, Jo Jeeta Wohi Sikandar 'm komplo ve alt-planları farklıydı. Mansoor, filmine evrensel bir yetişkinliğe geçiş hikâyesi çekiciliği katmıştı.

Çeşitli sebeplerden dolayı, projenin askıya alınması gerekmiş, sonunda ancak Qayamat Se Qayamat Tak 'm piyasaya sürülmesinin ardından gün yüzüne çıkmıştı. Yine deAamir hep Mansoor’un başrolde ilk tercihi oldu ve kuzenler kısa bir süre sonra tekrar birlikte çalışmaya başladılar.

Filmde ilk başta Aamir’in karşısında baş kadın oyuncu olarak Girija (kendisi daha önce yönetmen Mani Ratnam’m Telugu filmi Geethanjali’de başrol oynadı) yer alıyordu. Fakat sonra Mansoor çoktan çekilen kilit sahneleri atmaya, kendi aktörlerine en baştan rol taksimi yaparak çekimlere sıfırdan başlamaya karar verdi. Dolayısıyla, en önemli değişiklikler arasmda Ayesha Jhulka’nın Girija’yı baş kadın oyuncu rolünden alması geldi. Aynca, Pooja Bedi model Karishma tarafın-

* Peter Yates ’in yönettiği 1979 yapımı ABD filmi, (ed.notu)

dan oynanacak olan Devika rolüne getirildi. Deepak Tijori, Shekhar Malhotra rolünü Milind Soman’dan aldı.

Mansoor, hikâyesini anlatmakta kestirmeden gitmeyince filmi için gerçekçi ortamlar yarattıkça, hatta filmin parçası olan bisiklet yarışı bölümleri için gerçek yollar hazırlayınca karar daha da zor verildi. Tüm bunların şimdi tekrar yapılmaları gerekecekti.

Aamir’in o günlerde verdiği destek kesinlikle çok önemliydi. Aamir, onun efsanevi becerisi haline gelecek olan yönetmenlerini zor durumlarda destekleme yetisini kullanarak, Mansoor’a işe başlamasını söyledi. Mansoor’un bile kopma noktasına geldiğini düşündüğü anlarda Aamir, soğukkanlılığını kaybetmedi.

Takip eden senelerde Aamir, aynı azmi film yapımcılığı yolculuğunda hiç durmadan sergileyecek, aynı anda tüm anlaşmazlıklara karşı koyan kararlan destekleyecekti. Aslında, 1992’de bile, genç ve yeni tanınmaya başlanan bir yıldızken Aamir, bir filmin sinematik vizyonu konusunda taviz vermeyecekti.

Sonunda anlaşıldı ki, rol dağıtım değişiklikleri senaryoya katmanlar eklemişti. Ayesha’nm hem Aamir’in hınzır-lıklanna, hem de Pooja Bedi’nin duygusallığına mükemmel bir masumiyet örneği olduğu ortaya çıktı. Ayesha, Anjali rolünü canlandırırken, sinemada oynadığı en çarpıcı karakterlerden birini yarattı. Bu 90’lardaki diğer filmlerinde oynadığı diğer karakterlerin birçoğundan sonra da yaşamaya devam etti ve uzun süre unutulmadı.

Film yapımı süresince yapılan başka önemli oyuncu seçimi seçenekleri ve iptaller vardı. Rooth Kar Humse Kabhi şarkısında, Aamir ve Mansoor’un yeğeni Imran Khan, genç Aamir rolünü oynamaktaydı. Yükselen yıldız Akshay Kumar da, Shekhar’ın rolü için ses testinden geçirilenler arasındaydı, sonunda rolü Deepak Tijori’ye kaptırdı.

Qayamaî Se Qayamat Tak, muazzam bir başarı yakalamış olsa da, Mansoor’un bir spor filmi yönetme girişiminin sonuçlan konusunda spekülasyonlar yaygındı. Dil*in başarısı Aamir’de yeni bir ilgi uyandırıncaya kadar, filmin önünde istekli bir dağıtımcı kuyruğu oluşmadı. Ama film piyasaya sürülünce, Mansoor, seyircilerin, özellikle Hintli gençliğin tepkilerini yakından takip etti. Uzun süredir Aamir’in sadık fanatikleri haline gelen on üç-on dokuz yaş arası hippi kızlar filmi resmen yalayıp yuttular. Dolayısıyla Jo Jeeta Wohi Si-kandar gişe rekorları kırmasa da, yakaladığı mesleki başarının tadını çıkarttı.

1993 ’te Aamir, Filmfare 'e, “Muhtemelen bu kalbime en yakın film oldu çünkü çok büyük bir başarı yakalamadı. Aslında bugüne kadar karşılaştığım en iyi senaryolardan birine sahipti; fakat işe yaramadı. Muhtemelen bunun sebebi, Mansoor’un ikinci yanda belirli unsurları aşın dramatize etmeme hatasını yapmasındandı. Senaryo karmaşıktı, karakterlerler zorluydu ve filmde aynı anda birçok şey oluyordu; dolayısıyla ona böylesi zor şartlar altında çalıştığı ve ortalama üzeri bir film çıkarttığı için hakkını vermek lazım,” dedi.

Qayamat Se Qayamat Tak ’da olduğu gibi, Aamir’in Jo

Jeeta Wohi Sikandar 'da oynadığı kahraman komşu oğlunun zaaflarının hepsine sahiptir ve güvenilir değildir. Hatta, çok daha sorumluluk sahibi erkek kardeşiyle kıyaslandığında, bazen zayıftır. Buna rağmen, belki de dürüstlüğünden dolayı, Jo Jeeta Wohi Sikandar seyircilerin aklına yerleşir kalır, San-jay Lal Sharma’yı Aamir’in engin repertuvarında unutulmaz bir karakter yapar. Diğer yandan Aamir’in daha önceki çalışmalarından daha açık dönüşümler yaşanır. Qayamat Se Qayamat Tak ve Raakh’m genç Aamir’inin savunmasızlığı artık performansının tanımlayıcı bir yönü değildir. Fiziksel görünümü bile, Raakh ’daki ince yapılı Aamir’den Jo Jeeta Wohi Sikandar 'daki sporcunun çok daha kaslı bedenine dönüşür. Ekrandaki mevcudiyetine yeni bir serserilik egemen olur, arada sırada buna hassasiyet eşlik eder. Her ikisi de mükemmel bir ikili oluşturur; birbirini tamamlar ve geliştirir.

Film çevreleri haricinde sosyal yorumcuların bile filmi, sınıf çatışmasını tasvir ettiği için analiz ettikleri dönemde, Pehla Nasha kısa bir süre sonra jenerasyonun ilk aşk marşı halini aldı, bunu takip eden onlarca yıl boyunca da bir ulusun toplumsal hafızasında yerini sürdürdü. Büyük ölçüde Farah Khan’ın koreografısinin zaferi olarak düşünülen şarkı, yavaş çekimle çekilen en eski şarkılar arasındaydı. Şarkı, ilk aşkın harikulade niteliğinin verilmesi için, Jatin Pandit ve Lalit Pandit’in müziğiyle birleştirildi. Aamir Khan, Ayesha Jlıulka, Pooja Bedi ve Mamik, bu ruh halinin simgesi oldu. Müziğin başarısı da Jatin Lalit’in kariyerini birlikte gerçekleştirdikleri ikinci çalışmada yükselişe geçirdi.

Jo Jeeta Wohi Sikandar, Aamir’in medya tarafından "kurtuluş filmi” olarak alkışlanacak filmlerinden ilkiydi, eleştirel övgü ve endüstrinin takdirini kazandı. Filmin bıraktığı etki o kadar güçlüydü ki, Filmfare Ödülleri’nde o yıl gişe rekorları kıran Beta yı büyük bir yenilgiye uğratarak en iyi film seçildi. Fakat daha ilerde kötü bir karar olarak değerlendirilecek bir seçimle Aamir, Filmfare En İyi Aktör ödülünü kazanamadı. Bunu, Beta 'daki Anil Kapoor’a (bir kez daha) kaptırdı.

Bu aynı zamanda Aamir’in kampüs romantizmi içeren en son filmiydi. Bundan sonra daha olgun rollere yöneldi, kampüs ortamına ancak 2000 senesinden sonra döndü.

Akıntının tersine ilerleyen bir filmde her zaman bir şey vardır.

-Tahir Hussain, Hum Hain Rahi Pyar Ke hakkında, Filmfare, 1994

1993, Hindistan ve film endüstrisi için zor bir yıldı. 1993 ’lerin ortasında Filmfare *de kaleme alınan bir yazıda şu sözler vardı:

Ayaklanmalar, patlayan bombalar... 1993’ün ilk altı ayı Mumbai’nin film baronları açısından tam bir cehennemdi; eğlence sanayisiyle uzaktan bağlantılı olanlar bile bunun gelip geçici bir kâbus olduğunu umdular, dedi.

Aanken, yılın ilk “süper başarı”sıydı. Oyuncular Go-vinda ve Chunky Pandey sırasıyla Bunnu ve Munnu rolündeydiler, film “gişe başarısı göz önüne alınarak” yapılmıştı. Damini ve Rudali toplumsal mesaj veren 1993 tarihli filmlerdi. Sonra Shah Rukh Khan’m başlangıç zaferleri Baazigar ve Darr geldi. Bu olayların arasında, Hum Hain Rahi Pyar Ke (Sevgi Yolundaki Gezginler) sinema salonlarında ülke çapında oynatılmaya başlandı.

Aynen Dil Hai Ke Manta Nahin gibi, bu film de Sophia Loren ve Cary Granf e ün kazandıran Hollywood klasiği Houseboat2 'un yeniden çevrilmiş versiyonuydu. Aynı zamanda Steven Spielberg’in klasiği ET’den de etkilenmişti. Fakat filmde, sıradan Hint sinemasına dair hiçbir şey yoktu. Hum Hain Rahi Pyar Ke ne bir aşk hikâyesiydi, ne müstehcen bir komedi ne de aksiyon drama. Daha ziyade, kahkahalar arasında, mühendislik için okula giden, birdenbire erkek kardeşinin üç çocuğunun vasisi haline gelen Rahul Malhotra (Aamir Khan) adlı genç bir öğrencinin çektiği zahmetleri anlattı. Ona bu görevde, ailesinden kaçan, zengin bir işadamının kızı olan Vaijanty (Juhi Chawla) yardım etmekteydi.

Film, Mahesh Bhatt tarafından yönetildi, Tahir Hussain tarafından sahnelendi. Dil Hai Ke Manta Nahin ’de olduğu gibi senaryo, Hint seyircisine uygun hale getirildi. Onu o dönemin Hint filmlerinden ayıran şey, yetişkin aktörlerin arka planda olmalarıydı. Daha ziyade, kaba şakalar ve yaramazlıkla bezenen temanın merkezinde çocuk rol taksimi vardı. Çocukları ve yetişkinleri eşit derecede cezbeden filmlerin nadir olduğu bir ülkede, bu öncü bir eserdi. Gücü, senaryosunda yatıyordu. Gerçekçi bir şekilde ele alınan olaylar hikâyenin konusunu oluşturuyordu... Anne babalarının ölümünü kabullenen çocuklar; genç bir amcanın, koruması altındaki çocukları disipline etme girişimleri ve birdenbire erkek kardeşinin sorunlu işini yürütmek zorunda kalan çekingen genç bir adam...

Farklı tarzlarda, gençliğe yönelik romantik roller üstlenen Aamir (Raakh hariç), ilk defa sorumluluk üstlenen bir adamın hassas, olgun kişiliğine bürünmek zorunda kaldı. Aa-mir’in utangaç ciddiyeti, çocuk rolünün genç niteliğine ve Juhi’nin büyüleyici coşkusuna bir engeldi. The Sound of Music gibi Hollywood klasikleri ile Masoom gibi Hint klasikleriyle çeşitli paralellikler vardı. Her iki filmde de, filmi tamamlayan bir çocuk rolü mevcuttu. Aslında, filmdeki gelişmelerin Masoom ’dan hiç eskimeden kalan Lakdi Ki Kaathi şarkısıyla bile bir ilişkisi vardı.

Fakat Aamir bu karakteri nasıl yorumlayacağından emin değildi. Bunu 1996’da Filmfare ’e verdiği bir röporajda şöyle açıklıyordu:

Bir rolün çalışıldığı kadar hissedilmesi de gerekir. Ben bu dengeyi Dil Hai Ke Manta Nahim ve Jo Jeeta Wohi Sikandan' da yakaladım. Hum Hain Rahi Pyar Ke'de ise bunu yapmayı başaramadım. Belki de bu gerekli değildi çünkü zaten film boyunca endişeli görünmem gerekiyordu zaten. Film gösterime girdikten sonra bile, karakterin tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. Çok yorgun görünüyordum. Mahesh Bhatt bana, “Evet, işte bu. Böyle olman gerekiyordu,” dedi. Yani farkına varmaksızın, role katkıda bulunmuştum.

Bu aynı zamanda Aamir’in ana rolde bir çocuk karakterle çalıştığı ilk filmdi. Ancak herkesin dediğine göre, bu eğlence dolu bir deneyim gibi görülmüştü. 1994’te Film-fare ’e konuşan başrol oyuncusu Juhi, şunları anımsıyordu:

Birincisi, onlar (çocuklar) çok shareef (efendi) ve çekingendi. Ama ekipteki herkesi daha iyi tanımaya başladıklarında, küçük birer canavara dönüştüler. Film setinde kargaşa yarattılar. Tek bir huzurlu anım olmadı, sürekli olarak kendileriyle oynamamı istiyorlardı. Genelde de bunu yaptım; çekim aralarında... Ama, artık gürültücü bir çocuk olmadığım için, kısa bir süre sonra eneıjim kalmadı. Dolayısıyla onları kovaladım ama bu çok eğlenceliydi.

Tahmin edileceği üzere, bu ekrana “eğlenceli” bir atmosfer olarak yansıdı.

Aamir’in film senaryosu üzerinde bile çalıştığı Hum Hain Rahi Pyar Ke, onun farklı alanlarda tam anlamıyla ilgilendiği ilk filmleri arasındaydı; hatta Aamir’in belki de filmi geri plandan yönettiği türünden iddialara da sebep oldu; ki bu daha sonraki projelerinin bazılarını neredeyse frenleyen bir görüştü. Ama bu hem Aamir hem de Mahesh tarafından farklı röportajlarda yalanlandı. Juhi Mahesh’in film setinde hiçbir zaman yer almadığı ve filmin Aamir tarafından yönetildiğini bildiren rapor hakkında Filmfare 'e şöyle konuşmuştu

Bhatt Sahab hep etraftaydı. Ancak Aamir’in hemen hemen her sahne konusunda öneride bulunmak gibi bir huyu var. Bazen, öneriler senaryoya uyarlanıyor bazen de bir tarafa atılıveriyordu. Ama dönüm noktası Aamir’in fikriydi. Üç çocuk daha önce Dalip Tahil ve Navneef e yumurta atmışlardı, bunu filmde tekrar kullanabileceğimizi düşündü. Ve insanlar bu sahneye çok güldü.

Mahesh Bhatt ve Aamir Khan’ın birçok farklı yönü vardı, bunlar doğal bir yansıma da içeriyordu. Hem Dil Hai Ke Manta Nahin 'in hem de Hum Hain Rahi Pyar Ke nin başarı ve popülaritesine rağmen, Aamir’in Mahesh Bhatt’la yaptığı işbirliği, bu projeyle sonlandı. Fakat seyirci, bu anlaşmazlığı görmezden geldi ve filme karşılık verdi. Gişelerdeki diğer bir zor yılın ardından film ticari başarıyı yakaladı ve olumlu eleştiriler aldı. Filmfare En İyi Film Ödülü’nü kazanmak yolunda diğer adayları ezip geçti. Bu, Aamir’in babası için özel bir andı. Tahir Hussain, Filmfare’e, 39. Filmfare Ödülleri’nin ardından, “Her ne kadar bu işi 22 yıldır yapıyor olsam da bu benim ilk Filmfare ödülüm,” dedi. 1994 Ulusal Film Ödülleri’nde, Mahesh Bhatt, film yönetmenliğinden dolayı Özel Jüri Ödülü’nü bile kazandı. Filmi inceleyen The Hindu gazetesi “Aamir’in bu müthiş filmde Juhi Chawla karşısındaki performansı, köhne Hint film dünyasına taze bir soluk gibi geldi,” dedi.

Buna rağmen en büyük alkış, Juhi’ye ve filmin çocuk oyunculanna gelmişti. Aamir’in daha pragmatik bakış açısı, filmin çıkarları doğrultusunda hareket ettiği yönündeydi.

1994’te Filmfare 'e şöyle dedi:

Juhi çok iyi bir aktris, çoğunlukla benden daha iyi. Ama ben herkesi güldürmek ve salona oynamak için çalışsaydım, karakter yapılarımız arasında kesinlikle bir denge olmazdı. Eğer insanlar, onu benden daha çok sevdilerse, eğer o benden daha iyi bir başarı yakaladıysa, ona en ufak bir hınç beslemem. Onunla yarışıp filmi mahvetmeyi kesinlikle istemedim.

Fakat Hum Hain Rahi Pyar Ke hakkındaki tartışmalar, her zaman Aamir’in performansının ötesine geçti. Bu film, Jo Jeeta Wohi Sikandar ve Dil Hai Ke Manta Nahin le birlikte, onu 90’lardaki film yapımcılığının farklı bir türüyle ilişkilendirdi. Cazibesiyle popülerlik kazandı, insanlara tam bir eğlence imkânı sundu. Aamir’in Qayamat Se Qayamat Tak ve Raakh ile çoktan kanıtlanan farklı türden sinemaya ilgisi, bu film seçenekleriyle sağlamlaştın İdi.

Dil Hei Ke Manta Nahin ve Hum Hain Rahi Pyar Ke -Kamera Arkası

Her ikisi de Hollywood klasiklerinden alınmış, Hint hayal gücünde yankılanan filmlere dönüştürülmüştü. On beş yıldan daha uzun bir süre sonra, Mahesh Bhatt Dil Hai Ke Manta Nahin ve Hum Hain Rahi Pyar Ke’nin yapımlarını anımsıyor.

Mahesh Bhatt: Dil Hai Ke Manta Nahin, o karmaşık zamanlarda taze bir nefes gibiydi. Gücü ve rayihası özünden, senaryosundan yayılıyordu. Filmin, It Happened One Night adlı bir klasikten kaynaklandığı sır değildi. Bunu çekmeye karar verdiğimizde, onun telif hakkı sınırlamalarının ötesinde ve genel kullanıma açık olduğundan emin olduk. “Olur da büyük Frank Capra’nın yıllar önce kaleme aldığı şeyi ruhen tercüme edebilirsem, o zaman bunu büyük bir başarı olarak nitelendireceğim,” dedim.

Sonunda Amerikan hikâyeyi aldık ve bunu Orta Hindistan’da büyük nam salan, varlığının her bir dokusunda Hintli olan yazar Sharad Joshi’ye verdik. O bunu özümsedi ve sonunda o kadar sıra dışı bir ürün çıkarttı ki, bu orijinal çalışmadan neredeyse tamamen farklı görünüyordu. Tohum, Amerikan’dı ama Hint topraklarında ekilmişti. Çıkan çiçek sıra dışı ve özgündü, kendisine has bir kokusu vardı.

Aamir Khan, Pooja Bhatt, Anupam Kher ve rol alan yardımcı yıldız ekibinin tümü, filmi büyülü bir yolculuk haline getirdi. Bugün bile jenerasyonlar bu filme çok genç, canlandırıcı bir film gözüyle bakıyor. Filmde yalınlık, içtenlik ve Na-deem-Shravan’ın olağanüstü müziği vardı. Daha da önemlisi, çok uygun maliyette yapılmıştı. Bu yüzden tam bir başarıydı ve hâlâ da insanlara cazip gelmeye devam ediyor.

Yine de Dil Hai Ke Manta Nahin ’in yapımı diğer herhangi bir filmden farklı değildi. İyi ya da kötü bir film çekmek, eşit miktarda çalışma gerektiriyor. Ancak film saygın bir ürün halini alınca insanlar, kendi kendilerini ve dünyayı bunu başarmanın çok büyük çabalar gerektirdiği yönünde kandırmaya başlıyor. Aslında, her ne kadar her filmde yaptığımız gibi aramızda birtakım tartışmalar yaşasak da, olaylara çok basit bir yaklaşımımız vardı. Mesela Aamir Khan’ın şapkası saatlerce tartışıldı çünkü Aamir’in genel yaklaşımı bu. Her şeyi bitmek tükenmek bilmez bir şekilde tartışır çünkü böyle yapmazsa, elinden gelen çabayı göstermediğine inanır. Bunun dışında, her şey çok basit bir şekilde yapıldı, hissedildi ve uygulandı.

En zorlu anlarımız arasında, Pooja’ya filmin adını taşıyan şarkı DilHai Ke Manta Nahin'i söyletmekti. Çekimlerin ilk günüydü ve o Daddy nin hemen ardından zindeydi. İlk kez dudak senkronizasyonu yapacaktı. Ekibin hepsi haykırıyor, onun algılarını yok etmek için şarkı söylüyordu. Bu hiçbir zaman unutmayacağım zorlu bir sınavdı. Ama bu hâlâ, herhangi bir koreograf olmaksızın bugüne kadar filmini çektiğim en güzel şarkılardan birisi olarak varlığını koruyor. Sadece ben, Pooja ve Aamir. Birlikte çalışıp başardık. Şarkıda koreografın varlığı durumunda yok edeceği türden bir rahatlık ve asalet mevcut.

Dil Hai Ke Manta Nahin ’in başarısının, aktörlerin performanslarından geldiğini söyleyebilirim. Filmi ve siyah-beyaz klasiğini gören insanlardan bazıları, bunun orijinalinden daha iyi olduğunu bile ifade ettiler. Neden öyle söylediklerini tabii ki anlıyorum. İt Happened One Night 'da orta yaşlı karakterler vardı. Ekranda orta yaşta karakterlerin romantizm yaşadıklarını gördüğünüzde, bu aynı yaş grubun-dakilere bile çekici gelmiyor. Fakat Dil Hai Ke Manta Nahin 'de genç ve güzel bir çift vardı ve romantizm için doğru yaşta görünüyorlardı. Şarkı söyleyip dans etmeye başladıklarında, filmin ruhu olan kaygısızlık inandırıcıydı.

İnsanları kahkahadan kırıp geçiren diğer bir etmen de, Anupam Kher’in olağanüstü performansı ve Hint içeriğinin muhteşem olduğu sonraki çarpıcı sahneydi. Burada kızma evlilik pandal"ından kaçıp kurtulması için yalvarıyor, kızı sonunda bunu yapınca neşe içerisinde hoplayıp zıplıyordu. Bu, Hint sinemasının yaptığı, babaların dizleri üzerine çöküp sırf bunun bir ebeveynin hayatının “en önemli anı” olması gerektiği için kızlarının evlenmelerini sağlamak maksadıyla yeri yaladıkları filmlerin tamamen zıttıydı.

Tabii ki, filmde Aamir ve Pooja’dan da sağlam sahneler de vardı. Yardımcı oyuncu rolü de çarpıcıydı. Bir film iyi olduğunda, içindeki diğer her şey de iyi oluyor. Bu, ne yazık ki başrol oyuncusu aldığı beğeniyle yoluna devam ediyor olsa da, hiçbir zaman tek kişinin zaferi değil. Gerçek şu ki, film herkese ait.

Dil Hai Ke Martta Nahin'm “yeniden çevirim” bir film olduğu eleştirisine gelince, buna karşı çıkacak halim yok. Yapılanı hakir görüp filmin ulusal bilinçteki yerini inkâr eden insanlar var. Fakat iş, bu filmin bir avuç eleştirmen tarafından kararlaştırılan “büyükler”in imtiyazlı kısmına girmesine izin vermeye geldiğinde, bu insanlar sadece eşik bekçisi rolünü oynayabilir. Filmler, seyircilerinin hatıralarında ölümsüzlük bulur. Sonunda yankılanıp yaşadıkları yer de budur.

Dil Hai Ke Manta Nahin bir pan-Hint fenomeni değildi. Başarılı bir filmdi. Fakat daha çok bir büyük şehir fenomeniydi. Onu küçük kasaba Hintlileri açısından ilginç kılan daha çok sayıda unsura sahip olan Hum Hain Rahi Pyar Ke kadar büyük değildi. Ya da Dil Hai Ke Mania Nahin kadar sapma göstermedi. Müzik de çok Hintliydi, özellikle de sonrasında çok ünlü olacak Ghunghat Ki Aad şarkısı.

Bir yönetmen olarak, Hun Hain Rahi Pyar Ke’de çocuklarla çalışmaya bayıldım. Kunal Khemu, muhteşem bir çocuktu. Onunla ilişkim neredeyse konuşma gerektirmiyordu. Alanında uzman olan tecrübeli aktörlerin her şeyi bitmek tükenmek bilmez şekilde tartışmak için inanılmaz enerji harcadıklarını o zaman keşfettim. Çocuklar bunu sessiz kalarak yapıyor.

Aynı zamanda Juhi’yle çalışmak da çok kolaydı. Bu yönden özeldi ve performansından dolayı Filmfare Ödülü’nü kazandı. Her ne kadar onun mükemmelliyetçilik takıntısını paylaşmasanız da, Aamir bile sıkı çalışan bir oğlandı. Dünyaya bunun her bir “i”nin üzerine nokta koymanızı ya da her bir “f’ye çizgi çekmenizi gerektiren bilimsel ya da yasal bir doküman olmadığım söyleyip duruyorum. Bu, her şeyin kişisel becerilerden ibaret olduğu sanat alanında geçerliydi. Yine de mükemmellik olarak adlandırılan ve erişilmesi kesinlikle imkânsız olan şu şeyi elde etmeye çalışırken çok zaman harcıyoruz.

Ama bence Juhi filmde parladı ve ardından rahatladı. Ortaya yazılı olmayan, tamamen kendisine ait bir şey çıkarttı. Yine de filmi bir arada tutan, samimiyeti ve yapımcı olarak detaylara bakma becerisiyle Aamir’di. Bu Aamir Khan'a yönelik bir özellikti.

Dolayısıyla Hum Hain Rahi Pyar Ke 'de çalışmak iyi bir deneyimdi. Her iki film de içinde bulundukları dönem için sıra dışıydı ve halkı güldürdü, gülümsetti, varoluşlarını kutladı. Bir kez daha tekrarlamak gerekirse, Hum Hain Rahi Pyar Ke ye başarıyı getiren müziğiydi. Bir Hint filmi, müziği ek bir boyut katmadığı sürece, kesinlikle meşhur olamaz. Hint sinemasının tarihine baktığınızda da bunu görürsünüz.

Bu filmde, Nadeem-Shravan, performansının zirvesin-deydi. Aashiqui ile başladılar, hızla yükselen bir ivme kazandılar. Dolayısıyla filmi bir arada tutan etmenlerin iyi bir hikâye, güçlü performanslar ve öncekine kıyasla içinde daha çok Hint unsuru barındıran sıkı bir film olduğunu söyleyebilirim.

Dil Hai Ke Mania Nahin hâlâ evinden kaçan asi bir kızın hikâyesi olarak devam ediyor. Kendisine Hintli gözüyle bakılmıyor. Hum Hain Rahi Pyar Ke’de de bir Hintli kız var. Ama o daha çok kendisine karşı durulan bir çocuk. Çocuklarla birlikte biraz zaman harcıyor, kadın olmaktansa kreş ve okul zihniyetine zincirlenip kalıyor. Filmdeki favori sahnelerden bir tanesi, Juhi’nin büyümekte olduğunu fark ettiği an. Bir gün âşık oluyor, bununla birlikte acı ve mutfakta yalnız olduğunun farkındalığı geliyor.

Tabii ki çocukların, amcalarına yaptıkları muzipliklere dair sahneler de var. Adil olmak gerekirse, sadece Aamir gibi cesur bir adam böyle bir curcunayı bu kadar çok sayıda ana karakter aktörüyle paylaşabilir ve onlardan gözü korkmazdı.

Aktörler, yıldızlar ve yapımcılar, kameralar diğer karakterlerin üzerine kaydığında ve ilgilerini onlara odakladığında kendilerini çok güvensiz hisseder. Dolayısıyla bu, diğer bir Aamir Khan özelliği. Onda bir film yapımcısının kafası var ve kendisi hiçbir zaman sadece aktör olmadı.

Birlikte çalışmaya başlamadan önce dahi, Aamir’in bir aktörden fazlası olduğunu görebildim. Canlı ve cesur bir zihni var, yeni bölgelere girmek istiyor. Bu ondan söküp alamayacağınız bir nitelik. Birlikte çalıştığım çok az aktörde bu var. Fakat Aamir’in detaylar konusunda gittikçe şiddetlenen takıntısı karşısında kendimi hiç rahat hissedemedim. Karakterlerimiz farklıydı. Onun bilgi alanı dışındaki detayların peşinde koşarak kendisini tükettiğini görebiliyordum. Sonuç olarak, o bunu düzeltmeye devam ederken huyu onun enerjisini tüketti. Rahatsız edici bir yolculuk başlamıştı, farklı yönlere gittiğimizi ve içimizden birinin bu yolculuğu incelikle bitirmesi gerektiğini görebiliyordum. Profesyonel iki insan olarak, filmimizi bitirecek adımlan attık ve başarıya da ulaştık.

Dil Hai Ke Manta Nahin ve Hum Hain Rahi Pyar Ke ile ilişkili olarak, İkincisinin kolaylık açısından çok daha hoş bir deneyim olduğunu söyleyebilirim.

Geriye dönüp her iki filmde de aktörlük yapan Aamir’e baktığımda, onun cesur bir oyuncu olduğunu düşünüyorum; çünkü ilgi başka birisine dönünce kendisini tehdit altında hissetmiyor. O yürek parçalayıcı bir şekilde içten. Bunu sorgulayamazsınız. Fakat iki film arasında, Dil Hai Ke Mania

Xahin 'deki performansı çok daha rahattı. Ama bu ikisi birbirlerinden tamamen farklı yapımlardı.

Hum Hain Rahi Pyar Ke ’de çok daha fazla sorumluluk üstlendi. Orada hem yapımcı hem de aktördü. Filmin bitirildiğinden emin olmalı, ona sonuna kadar babalık etmeliydi. Belki de, omuzlarındaki ekstra yük, onu tüketen şey oldu. Juhi bu yüzden filmden şöhret kazanarak ayrıldı. Filmfare Ödülü’nü aldı. Ama Aamir’in sonunda olacağı kişi olma sürecinde olduğunu görebiliyordum: evrenin kendi istediği gibi olmasını isteyen bir film yapımcısı. İnsanlar, her şeyi kontrol edebilecekleri bir dünyaya sahip olmak için ellerinden geleni yapar, aksi takdirde kendilerini kontrol ellerindeymiş gibi hissetmezler. Ben de onun, bir aktörün becerisini anlayarak evrim geçirdiğini hissediyorum. Hum Hain Rahi PyarKe ’de çok daha etkindi fakat Dil Hai Ke Manta Nahin ’deki masumiyetini ve pervasızlığını kaybetmişti. Bana göre, eğer bunları kaybederseniz, yine etkili bir film çekimi gerçekleştire-bilirsiniz ama bir şeyler eksik olur. Çocuksu bir niteliği olmaz.

Buna rağmen, eğer Aamir Khan’a Dil Hai Ke Manta Na-him ’de 10 üzerinden 8 verecek olsam, bu rakam Hum Hain Rahi Pyar Ke için 7 olurdu. Bunun sebebi de filmin mantıklı sona ulaşmasını görme yükünü tek başına taşımasıdır.

Bölüm 4 Bir Yıldız Yaratılıyor

Tüm gelişmesine rağmen, Aamir KhanTn Anil Ka-poor’un seviyesine gelebilmek için bir fırın ekmek yemesi gerektiğini söyleyenler var. Bu noktada, Madhuri Dixit’in Sridevi’e meydan okuduğu söylendiğinde yapılan kıyaslamanın ne kadar saçma olduğunu hatırlamak uygun olur. Aynı şekilde, Aamir Khan da zaman içerisinde Anil Kapoor’a derecelendirme konusunda kök söktürebilir. Şu noktadan itibaren Anil Kaapor sadece yaşlanırken, Aamir Khan hâlâ gençlik yıllarında olacak.

Sinema yazarı, gazeteci Girija Ravindran, The Times of India, 1990

90’ların bitiminde, her ne kadar Amitabh Bachchan’ın gölgesi hâlâ ufukta önemini koruyor olsa da, rekabet edilecek yıldız Anil Kaapor’du. Anil, ününü 90’lı yılların sonlarında.

Mr lndia (1987), Tezaab (1988), Ram Lakhan (1989), Pa-rinda (1989), Kişhen Kanhayya (1990), Lamhe (1991) ve Beta (1992) gibi ya eleştirmenler tarafından alkışlanan ya da ticari başarı yakalayan filmlerle pekiştirdi. Buna rağmen Aamir, Salman Khan ile birlikte, yeni jenerasyonun sözünü müjdeledi.

Fakat 90’ların ortalarında, diğer bir karizmatik varlık sahnede belirdi. Hiçlikten gelmişti ve geçmiş tahminlerin hepsini yıktı. Filmcilik geçmişi olmasa da, kendisini Baazi-gar (1993), Darr (1993) ve Dilwale Dulhania Le Jayenge (1995) ile büyük bir hızla kabul ettirdi. Shahrukh Khan gelmişti.

90’lann sürekli değişen yapısı karşısında Aamir, ününü aktör olarak pekiştirdi. Her ne kadar 80’lerin sonlarında yaptığı çalışmaların büyük çoğunluğu onu romantik bir kahraman olarak tanıtmış olsa da, artık serbest kalmıştı. 1993’te, Aamir’le birlikte Filmfare ’e verdiği ender röportajlardan birinde, Shah Rukh bundan Aamir’e bizzat bahsetti.

O (Aamir) sahip olduğumuz en iyi aktörlerden biri, Amitabh Bachchan, Shashi Kapoor ve Rishi Kapoor’un yaptığı gibi evrimselleşeceğini düşündüğüm bir insan. Ya da günümüzde aynen Tom Cruise’ün yaptığı gibi... Rajesh Khanna bunu başaramadı. Fakat Aamir hiçbir zaman kendi imajına yem olmamalı. Onun sınırlarının olmadığını biliyorum... Aamir, senin Aamir Khan dışında birisini canlandırmaya başlaman gerektiğini hissediyorum. Bir altı yedi yıl daha yoluna devam edebilir, canlandırdığın rollerden dolayı da on yıl

daha hatırlanırsın.

Ancak bu röportajdan önce, Aamir tamamen romantik rollerden ciddi duygusal rollere, komediden aksiyona geçerek çoktan kendisini tekrar yaratmaya başlamıştı. Canlandırdığı karakterlerin farklı tonları vardı: üniversite öğrencisinden genç babaya, ondan taporiye (sokak çocuğu)... Komik rolleri başarma becerisini keşfettikten sonra bile, performansına ihtişam getirdi. Her seferinde, kendisine tamamen farklı bir rol verdi, karakterin ta kendisi oldu.

Aamir, filmlerinde de seçici davranmaya başlamıştı. Ancak daha sonraki yılların tam aksine, seçimlerini her zaman mükemmel derecede doğru yapmadı. 90’larda, başarı ve başarısızlık oranı birbirine eşitti. Sinema yazan, gazeteci Rajeev Masand’m o dönemde yaptığı bir röportajda, “İnsanların filmlerimi ve yaptığım seçimleri sevdikleri anlar da var, sevmedikleri anlar da... Bu geçmişte yaşandı, gelecekte de yaşanacak,” diye itiraf etti.

Bir projeden tatmin olduğunda, Aamir onunla bağlantılı risk almaktan kesinlikle çekinmiyordu. 1997’de The Times of India 'ya verdiği bir röportajda bunu şöyle vurguladı:

1993’ten beri, en önde gelen yönetmenlerden önemli proje önerilerini aldım. Ama ben bunu yapmaktansa genelde yeni yönetmenlerle çalışmayı tercih ettim... Bunlardan biri Rangeela’dan önce üç ya da dört fiyasko yaşayan Ram Gopal Varma’ydı ama ben yine de onunla çalışmaya karar verdim. Sonra, Raja Hindustani için Dharmesh Darshan ile çalışmaya

karar verdim; Dharmesh’in başarılı tek bir filmi vardı, Loo-tere... Ramu’yu ya da Dharmesh’i aşağılamak niyetinde değilim; bu süre boyunca sürekli olarak “en başarılı yönetmenler” olarak adlandırılan insanlardan çeşitli film teklifleri aldım.

90’larda bile, çoğu kişi tarafından fark edilmese de, Aamir farklı seçimler yapmaya başlamıştı.

Onlar gençlikleriyle yürek hoplatıyorlar. İsimleri gişelerde başarı zilleri çaldırıyor. Her ikisinin de sinemada çarpıcı bir mevcudiyetleri var. İlk filmleri şahane başarılar kazandı. İkisi de 80’lerin sonunda fenomen.

Aamir Khan ve Salman Khan 'a dair, Newstime, 1991

Hint sinema endüstrisindeki ilk deneyimlerinden itibaren ki aralarında sadece birkaç yıl vardı, Aamir Khan ve Salman Khan adları sık sık bir arada anıldı ve hatta bazen birbirleriyle kıyaslandı. Dolayısıyla, Rajkumar Santoshi, iki genç yıldızın Andaz Apna Apna ’da başrol oyuncuları olduğunu duyurunca büyük bir başarı kazandı. İkili, zengin kadın vârisin kalbine girmek için kendilerine has yollar deneyecek ve oraya girdiklerinde de büyük banka hesabını ele geçirmeye çalışacak iki genç adamı canlandıracaktı. İki karakter kendilerini birbirleriyle sidik yarıştırırken bulur ve ikisi de diğerini alt etmek ve kadının sevgisini kazanmak için her türlü hileye başvurur. Tabii ki en dolandırıcı anlarında dahi, sevimli iki hergele olarak kalırlar ve seyirciyi tam anlamıyla

kendilerine bağlarlar.

Bir Shakespeare komedisi kadar çok şaşırtmacaya sahip olan film baştan sona eğlenceli bir şekilde kaleme alınmıştı. Durum komedileriyle komiklik, diyaloglarla değil. San-toshi’nin eleştirmenler tarafından takdir gören Damini ’sinin ardından piyasaya sürülen bu film, ciddi can alıcı bir sinemadan neredeyse peri masalı niteliğindeki bir durum komedisine geçen yönetmen için ilginç bir molaydı.

Doğal olarak, iki yıldızdan birinin, diğerini gölgede bırakıp bırakmayacağı konusunda kayda değer bir merak vardı. Fakat 1993 Ocak ayında, çekimlerin bitmesine yaklaşık yirmi gün kala Filmfare ’e konuşan Aamir, “Hem Salman, hem de ben çok iyi oynadık. İkimizin de birbirinden belirgin biçimde farklı ve dengeli rolleri vardı, kimin daha iyi olduğuna karar vermek zor olacak. Benim hayranlarım onu gölgede bıraktığımı iddia ederlerken, Salman’ın sevenleri onun için mücadele edecek, fakat sonuç olarak, oy oranının birimizden birinin lehine olabilecek kadar ağırlık taşımayacağından eminim. Seyirci ikimizi de beğenecek ve bu, filmin başarısına katkı sağlamalı,” dedi.

Daha önceden de tahmin edildiği üzere film, sinema salonlarında oynatılmaya başlandığında durum aynen öyle gelişti. Her iki aktör de kendi yerini korudu, muhteşem ekran kimyasıyla seyirciyi memnun etti. Aamir’in usta serseriliği, Salman’ın gürültülü yaramazlığını dengeledi.

Filmin senaryo yazarlığını da yapan Santoshi, seyircinin farkında olmaksızın destek vereceği birtakım tarihi sinematik detayı filmle tanıştırarak aynı zamanda yıldızların karakterini geliştirdi. Aamir’in hapse atıldığı o kilit dramatik anda, Qa-yamal Se Qayanuıt Tak ’in muhteşem müziği Papa Kehte Hain arka fonda çalındı. Diğer bir noktada da, Aamir Jo Jeeta Wohi Sikandar3, dedi. Bunların ikisi de Aamir’in daha önceki filmlerini seyircinin aklına derinden işledi.

On yıldan daha uzun bir süre sonra Planet Bollywood fa film hakkında yazan bir eleştinnen şöyle dedi:

Aamir Khan, Amar olarak mükemmel. Tamamen kalpten gelen bir performans sergiliyor ve romantik rollerdeki güvenilirliğini gösteriyor. Muazzam bir ekran hâkimiyeti var ve rolünü hiç çaba harcamaksızın iletiyor... Aamir Khan’ın Salman Khan’ı tamamen gölgede bıraktığını söylemek haksızlık olur. Aamir her ne kadar daha iyi olsa da, Salman yerini korumayı ve ona ayak uydurmayı başarıyor. Komik bir rolü ilk defa deniyordu (eğer yanılmıyorsam) ve bunda da olağanüstüydü. Bir komedyen olarak başarısını gösterdiği birkaç sahne var. Aamir ile mükemmel bir uyumu paylaşıyor ve ben onların neden birlikte daha fazla filmde oynamadıklarını merak ediyorum.

Eleştirmenin Aamir’in Salman’ı gölgede bıraktığına ilişkin ileri sürdüğü fikre her ne kadar itiraz edilebilecek olsa da, her iki yıldızın da yerini büyük bir başarıyla koruduğu kesinlikle doğru.

On beş yıldan daha uzun bir süre sonra, Salman Khan

televizyonda 10 Ka Dum ’u sunduğu ve Aamir’i misafir olarak aldığında, ikili sahneye Andaz Apna Apna ’dan alınma bir şarkı olan Do Mastane’nin melodisi eşliğinde bisikletle girdi. Seyirciler, hatırladıkları her hallerinden belli olan şarkıyı ve hafızalarında hâlâ yerini koruyan ekran dostluğunu alkışladılar.

Bunların hiçbiri çaba harcanmaksızın elde edilen başarılar değildi. Durumsal bir komedi ağırlıklı diyalog alışverişine dayanır. Aamir daha sonra, filmde mükemmel komik zamanlamayı yakalamak için harcanan çabadan bahsetti. Bu, film yapımcılığında her zaman mükemmeli arayan bir aktör için kolay olamazdı.

Komedide olduğu gibi, Rajkumar Santoshi senaryoyu mizah seviyesini yükseltmek için üzerinden geçerlerken doğaçlama yaptı. Sonuç olarak, çekimler yaklaştığında, Santoshi aşırılığa kaçmıştı. Dolayısıyla ekip 6-7 sahneyi tekrar çekmek için kamera görüntülerine geri döndü.

Ama sonunda, sert eleştirileriyle tanınan Aamir bile, o dönem filmdeki performansından mutlu olduğunu ifade etti. Filmin gösterime girmesini takip eden yıllarda yapılan çeşitli röportajlarda, Andaz Apna Apna yi en favori performansları arasında gösterecekti.

Yine de, piyasaya sürüldüğü dönemde, film muazzam bir ticari başarı yakalayamadı. Ama eleştirmenlerden büyük alkış aldı, Filmfare Ödülü’nde En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Aktör (Aamir Khan) ve En İyi Komedyen (Shakti Ka-poor) dallarında aday gösterildi. Daha sonraki yıllarda, film aşama aşama büyük bir izleyici grubu kazandı. Hayranlar Aamir ve Salman gibi büyük yetenekleri bir araya getirecek başka bir film için yaygara kopartmaya başladı. Belirli aralıklarla, Andaz Apna Apna ’nın en baştan çekileceği ya da filmin devamının yapılacağına ilişkin dedikodular çıkıyordu.

Film hakkında Planet Bollywood’da yazan bir eleştirmen, filmin gişe başarısızlığını şu şekilde açıkladı:

1994’de piyasaya sürülen Andaz Apna Apna, muhtemelen videosunun hemen yayınlanmış olmasından dolayı gişelerde çok başarılı olamadı. Fakat film kesinlikle iyi şeyler iletiyor, 90’lardaki en iyi komedi filmleri arasında da yerini almakta, Hint sinema tarihine girmiş durumda. Bunun Bollywood tarihinde çekilen en iyi komedilerden birisi olduğu da kesinlikle tartışma götürmez bir gerçek.

Aamir’in maskaralık dolu bir komediyi başarma becerisi konusunda çeşitli şüpheler var idiyse bile, bunlar Andaz Apna Apna türü filmlerle rafa kaldırıldı. Ishq türü filmlerle birlikte, Aamir’in bir aktör olarak evriminde çizdiği diğer bir sınırın parçası haline geldiler.

Rangeela büyük bir başarıydı ve her ne kadar sıradan bir “iki oğlan-bir kız” gönül ilişkisi üzerine kurulmuş olsa da büyük etki yarattı. Bunun sebebi, Ram Gopal Varma’nm sokak çocuğu Munna ve genç film adayı Milli arasındaki macera dolu aşk hikâyesinde sıra dışı hiçbir şeyin olmayışıydı... Hem Munna hem de

Milli sıradan, arzularıyla seyirci açısından çok tanıdık ve bilindik görünen alelade insanlardı.

Times Film Guide, 2007.

Munna rolünü kabul ettiğimden dolayı hiç pişmanlık duymadım. Kazanamayacağını biliyordum.

Aamir Khan, Asian Age ’e verdiği bir röportaj, 1998

Dil Hai Ke Manta Nahin ’in oportünist gazeteci yazarı, Jo Jeeta Wohi Sikandar ’m azimli sporcusu haline gelen sorumsuz üniversite öğrencisi, Hym Hain Rahi Pyar Ke ’nin sorumluluk sahibi “genç” amcası, Andaz Apna Apna nm kaygısız sahtekârı... Aamir Khan’ın geçmişteki rollerinin hepsi tapori ya da Rangeela ’daki (aynı zamanda Bollywood Dreams adıyla da oynatıldı) sokak çocuğuna yol verdi.

Film özenti içerisindeki küçük bir yıldızın (Urmila Ma-tondkar tarafından oynandı) aktris olma yolculuğunu aktarıyor. Aynı zamanda bu, küçük yıldız ile Munna’nın (Aamir) sokaklarda yaşayan film bileti karaborsacısı arkadaşı arasında gelişen itiraf edilmemiş bir aşkın da hikâyesi. îkonik film yıldızı Raj Kamal’ın (Jackie Shroff) ortaya çıkmasıyla birlikte bir aşk üçgeni oluşuyor.

Bu film, film yönetmeni Ram Gopal Varma’nın Hint film endüstrisindeki ikinci girişimiydi. Her ne kadar Ram Gopal Varma Telugu film endüstrisinde büyük başarı kazanmış filmler yönetmiş olsa da, Hint film endüstrisinde ilk denemesi olan Raat, beklenen başarıyı yakalayamamıştı. Tipik olarak, Aanıir Ram Gopal Varma’nın geçmiş başarısızlığına odaklanmadı. Bunun yerine, zorlu Munna rolünü oynamaya kendini adadı. 19%’da Filmforc’c, “Ben beni zorlayacak projelerle ilgilenmeyi seviyorum. Andaz Apna Apna veya Rangccda gibi. Rangeela ’da tapori olabileceğimden pek emin değildim, çünkü öyle birine benzemiyorum,” dedi. Ama Aamir role kolayca adapte oldu ve film, sokak hayatını film şeridine taşıdı. Aamir, Filmfare e, “Rangeela, her ne kadar bir tapori olarak normalde kullanmadığım türden bir sokak argosuyla konuşmam gerekse de, oldukça sorunsuzdu. Nee-raj tarafından kaleme alman diyalog özgündü; enerji doluydu. Kulağa yapay gelmesigibi bir korkum vardı, bilirsiniz işte, ‘Apun ca reyla, aa reyla 'demek bir süre sonra sinirlerinize dokunabilir. Ama, belki de satırların bazılarını atladığım için işe yaradı. Bir taporiyi canlandırdığım gerçeğinin hiçbir zaman altını çizmedim,” diye anlattı.

Aamir, bu film için kendisine, siyah şapka, önü açık gömlek ve boyuna dolanmış bir mendille tamamlanan özel bir tapori görüntüsü yarattı. Her zaman havalıydı ve insanların Mumbai tren istasyonunun hemen dışında karşılaşmayı umdukları sayısız taporiden çok da farklı değildi. Daha sonraki dönemde, tapori görüntüsüne otantiklik kazandıracak giysiler aradığını hatırlıyor. Oynayacağı karakterin eski giysiler giymesi gerektiği için, yeni giysiler satın alıp bunları eskiymiş gibi giyinmek istemedi. Bunun yerine, sette getir götür işlerine bakan çocukların üzerinde tapori tarzına uyan bir şeyler gördüğünde bunları ödünç aldı, daha sonra yerine yenisini hediye etti.

ıoo

Diğer yandan, sokak jargonu Aamir’de çabuk yerine oturdu. Birkaç ayını Mumbai’deki sokak çeteleri arasında, hem dillerini hem de tavırlarını seyredip öğrenmek için geçirdiğine dair tek bir rapor yok. Aslında, 1998’de bir röportajda Asian Agee, “Karakter üzerine çalışmaya gelince, aksan dışında pek fazla bir şey yapmama gerek olmadı. Ben Mumbai’de doğup büyüdüm, oranın sokak jargonuna da oldukça yakınım,” dedi. Yine de Aamir’in kendisini filmde gösterecek olan özgün sokak tarzını öğrenmesi gerekti. Sonuç, renkli sokak giysileri, tavırları ve argosuyla diğerlerinden ayrılan bir karakter oldu.

Her ne kadar Aamir ele avuca sığmayan afacanı geçmiş yıllarda oynamış olsa da, Munna’da daha önceki performanslarında görünmeyen basit bir şatafat vardı. Ama, senaryo gerektirdiğinde, son derece ölçülü oluyordu ve bu filmi en usta performansları arasında nitelendirmeye devam edecekti. Aslında, bir kadın kahramanın aktrisliğe uzanan yolculuğunu anlatan bu filmde Aamir, daha önce Hum Hain Rahi Pyar Ke ’de yaptığı gibi, filmin çıkarları doğrultusunda sık sık ana sahneyi Urmila’ya bıraktı.

Aamir ve Ram Gopal Varma, Rangeela nın piyasaya sürülmesinin ardından bir ayrılık yaşamış olsalar da, Aamir’in filme olan bağlılığı kesinlikle sorgulanmadı. 2000’de film eleştirmeni Rajeev Masand şöyle yazdı:

Aamir’in artık en ufak bir ilişkisinin olmadığını belirttiği Ram Gopal Varma bile, Aamir’e dair en iyi şeyin iyi bir film ortaya çıkartmak konusunda muhtemelen film yapımcısı

kadar istekli olması gerçeği olduğunu kabul ediyor.

Aktris olmak isteyen bir kadının ve onu seven tapori nin hikâyesi, gişelerde anında büyük bir başan yakaladı.

Rangeela, Ram Gopal Varma’nın Hint film endüstrisindeki ilk büyük başarısıydı. Takip eden yıllarda, Satya, Com-pany ve Sarkar gibi ki bunların hepsi de Mumbai yeraltı dünyasını anlatan klasik Hint gangster filmleriydi, çığır açan Hint filmlerini yönetmek için bu filmin başarısını destek alacaktı. Bu film aynı zamanda, o günlerde çocuk aktris (ilk defa Kalyug'da sahne aldı ve Mansoom ’un çocuk yıldızı olarak nam saldı) olduğu için önemsenmeyen Urmila Matond-kar’m doğuşunu da işaret etti. Her şeyin ötesinde, Rangeela müzik kompozitörü-yönetmen A.R. Rahman’m ilk Hint filmiydi. Rahman, bu filmle birlikte, takip eden on yıl süresince hatta daha uzun bir zaman dilimi boyunca, Hint sinemasının en sevilen müziklerinden bazılarını bestelemeye devam etti, Slum-dog Millionaire sayesinde iki Oscar kazanmayı bile başardı.

Rangeela da Aamir’in 90’lardaki en büyük ticari başarılarından biriydi. Her ne kadar Filmfare Ödülü, Hint sinemasının 1995’te gişe rekorları kıran filmi olan ve Hint sinemasının değişen yüzünü temsil eden Dilwale Dulhania Le Jayenge 'deki rolünden dolayı Shah Rukh’a verilmiş olsa da bu film Aamir’in performansı sayesinde eleştirmenlerin beğenisini kazandı.

Dilwake Dulhania Le Jayenge nin 90’h yıllardaki Hint sineması üzerinde bıraktığı etkiden en ufak bir şüphe duyu-

Iamayacak olsa da, o günlerde, Aamir’in geçmiş yıllardaki çok sayıda güçlü performansı, yarışma jürisi tarafından görmezden gelindi. Aamir, sistem tarafından tamamen hayal kırıklığına uğratıldı. Asian Age, kendisine Filmfare Ödülü’nü kaçırdığı için hayal kırıklığına uğrayıp uğramadığını sorunca Aamir, “Hayır, hiç de değil. Bunun sebebi, bu ülkede filmlerin başarısı için verilen herhangi bir ödülün benim için hiçbir anlamının olmayışı. En iyi performans türü şeylere verilen sayısız ödül var, mesela Screen’ Ödülü, Filmfare Ödülü vb. Ama bir aktör olarak, ben burada hiçbir ödüle değer vermiyorum. Seyirci, beni Rangeela 'da sevdi ve benim açımdan önemli olan da bu,” şeklinde yanıt verdi.

Ben, filmi vurgulayan şeyin özündeki basitlikten kaynaklandığını düşünüyorum. Bu bir Hint filmi. Bu muhteşem yapıt Hollywood’u kökünden sallamış gibi davranmıyoruz.

Yönetmen Dharmesh Darshan, Raja Hindustani 'nin yapımı üzerine kısa bir eleştiri, 1996.

Bu, sizi hayaller âlemine sürükleyen bir film... Karakterleri neredeyse komedi kitabı kişiliklerini andırıyor. Yine böylesine etkileyici ve duygusal bir karakteri ilk kez canlandırıyorum.

Aamir Khan, The Express Magazine, 1998

Yönetmen Dharmesh Darshan’ın Hintli seyirciler için yaratılmış basit bir hikâyesi vardı. Zengin bir kıza âşık olan

fakir oğlanın hikâyesi, Hint sinemasının en sık anlatılan hikayesiydi. Ancak kendine has bir gerçeklik karışımıyla, aynı zamanda bir peri masalını da içine dahil etmişti. Bu Raja Hindustani ydi. Film tam bir peri masalıydı; çünkü taksi şoförü Raja (Aamir Khan) bir kadın vârisi (Karisma Kapoor) sevdi. Fakat, ara sonrası film, çoğu aşk hikâyesinin kaldığı yerden başladı. “Hayatları boyunca mutlu olan çifF’in hayatına baktı. Bunu yaparken de, popüler Hint sineması için gösterilmeye değer bir parça yaratarak, melodram anlarını ön sıralarda hedeflenen mizahla karıştırdı.

Dharmesh aynı zamanda Hollywood’un büyük klasiklerinin duygusallığını da takdir etti ve The Sound ofMusic ’in basit canlılığını film setine, Palankhet’in doğal hayali manzarası eşliğinde getirdi. Filmin gücü, ilk olarak Sagina’ââ (1974), ikonik Dilip Kumar’da resmedilen Sala Main To Sahab Ban Gaya şarkısının kullanılması gibi Hint klasiklerine yaptığı göndermelerde yatıyor. Ruh halini yükseltmek Nadeem-Shravan’dan kaynaklı bir müzikal başan ki bu seyircilerin aklında film bittikten sonra uzun bir süre kalan Par-desi şarkısını da içermekteydi.

Aynen Raja Hindustani gibi, Aamir de Rangeela 'mn ihtişamından taşkın, dik kafalı, aşın milliyetçi küçük kasaba taksi şoförü ve turist rehberini oynamaya geçti. Bedensel gösterişinin tam aksine, Karisma uçuk soylu memsahib 'di. Seyircilerin en iyi ilişki kurabildiği karakter nasıl Aamir’se ulaşmayı arzula-dıklan tannça da Karisma’ydı. Filmdeki performansına şöyle bir dönüp bakan Aamir The Times of India 'ya şunları söyledi:

Daha önce hiçbir karakteri Dharmesh’in Raja Hindus-tam’sindeki kadar büyük bir istekle oynamadım. Bununla kıyaslandığında, Rangeela'daki âşık çok daha zordu. Rangee-fa’da, oynadığım Munna karakteri, kıza deli gibi âşıktı ama ona duygularından bahsedecek cesareti yoktu. Raja Hindustani'deki Raja, kompleksleri ve gururuyla tipik bir küçük kasaba adamıydı. Egoist, paylaşmayı sevmeyen ve çok eski kafalı bir insandı. Dharmesli, beni bir aktör olarak bu karakteri oynamam ve daha önce hiç denemediğim sahneleri çekmem için sınırlarımın ötesinde zorladı. Ondan çok şey öğrendim.

Ayrıca genç suç ortağı Rajnikanth (Kunal Khemu) ile arasındaki kimya, Aamir’in performansını tamamlayan şeydi. Bu Kunal’in, Hum Hain Rahi Pyar Ke ’deki çocuk rolünü takiben, Aamir’le birlikte ikinci çalışmasıydı.

Dharmesh Darshan, filmin atmosferini sette bir kutlama ve arkadaşlık ruhu inşa ederek yarattı. Raja Hindustani nin yapımı konusunda çekilen bir video kayıtta Aamir, “Bu filmi yapmak bir zevkti. Bu, deneyim olarak en hatırda kalır filmlerimden birisi olacak. Bu filmin çekimlerinde tüm ekip elemanlarıyla yaşadığımız çok sayıda mutlu an mevcut,” dedi. Ancak kahkahanın yanı sıra, iyi bir film yaratma kararlılığı da bir yandan sürüyordu. Bu, sarhoş Aamir’in karısının doğum günü partisini berbat ettiği sahneyle başarıldı. Ağzına içki koymayan Aamir, gerçekçi bir beden dili yakalamak için, sırf bu bölüm uğruna bizzat sarhoş oldu. Raja Hindustani 'nin çekiminden bahsederken Aamir, “Bunu ylikümlülü-ğümden dolayı yapmadım. Sebep tecrübe eksikliğimdi. Sahneyi başarılı bir şekilde oynayabileceğimden emin değildim. Benim için, sarhoş sahnesi alengirli çünkü numara yapıyor gibi görünmemelisiniz. Dolayısıyla, sahneyi gerçekçi bir şekilde oynayamamak, benim bir aktör olarak çekincemdi. Bu da, fiziksel hareketlerimin çaresine bakmak için, alkolün fiziksel yardımına ihtiyaç duymama sebep oldu,” dedi.

Bu yükümlülük hissini tüm ekip paylaştı. Diğer bir olayda, Aamir’in Pramod’un boğazını sıkması gereken, Aamir ve Pra-mod Muthu tarafından oynanan kavga bölümünde, boğuşmalarının etkisiyle Pramod gerçekten de dokuz saniyeden daha uzun bir süre baygın kaldı. Fazladan yarım saniye bile sonucu ölümcül kılabilirdi. Daha sonra Aamir, bu olaydan bahsederken, “Bir çekimin beni ne zaman tamamen etkileyerek yönlendirdiğini ve artık ne yaptığımın bile farkında olmadığımı biliyorum. Aslında o noktada değildik. Çekimin kontrolü tamamen bendeydi. Bu onun kullandığı baskı miktarından olabilir; çünkü sanki boğazlanıyormuş gibi rol yapması gerekiyordu,” dedi. Her ne kadar hiç kimse hâlâ bu olayın nasıl gerçekleştiğinden tam olarak emin olmasa da, film setlerindeki ekibin ne kadar büyük heyecanlar yaşayabileceğini net bir şekilde gösterdi.

Filmdeki ilişkileri, aynı zamanda film yapımı süresince Aamir ve Dharmesh arasında gelişen uzlaşmada da kendisini gösterdi. O günlerde, Aamir Raja Hindustani nin yapımına ilişkin, “Dharmesh ile birlikte çalışmak gerçek bir zevkti. Onun sektörümüzdeki en yetenekli yönetmenlerden birisi olduğunu düşünüyorum. İnanılmaz derecede çalışkan ve yetenekli. Söz konusu müzik seçimini yapmak, aktörlerin rollerini icra etmelerini sağlamak ve onlan doğru hızda çalıştırmak olduğunda, bir yönetmen olarak çok sayıda güçlü yönü var,” dedi. Aamir’in Dharmesh’e Mela yi yönetmesini önermesi de bu filmin çekimi sırasında gerçekleşti ki bu film Aamir’in erkek kardeşi Faisal için bir atlama taşıydı.

Raja Hindustani ’nin çekimleri iki yıldır sürmekte olduğundan, filmin piyasaya sürülmesi konusunda büyük bir beklenti vardı. Bu özellikle Aamir için geçerliydi çünkü bu film onun 1996’da gösterime çıkan ilk çalışması olacaktı. Raja Hindustani daha ilk aydan salonlan tıka basa doldurunca, bu kadar beklemeye değdi. Kısa bir süre sonra da film, yılın en büyük başarı hikâyesi haline geldi.

Her ne kadar bazı eleştirmenler filmi cinsiyetçi yaklaşımından dolayı eleştirmiş olsalar da, Raja Hindustani 90’lann Hint sinemasının içeriğindeki önemli konulan açımlamayı hâlâ başarabilen tam bir eğlenceydi. Başrol oyuncusu Raja Hindustani herhangi bir dini ya da sözel topluluğa ait değildi. O sadece Hindustanlıydı4 yani... bir Hintli. Memsa-hib5 ’e beslediği aşktan dolayı varsayımlara meydan okuyan sıradan bir adamdı.

Diğer bir önemli an da, birbirlerine besledikleri aşkı keşfeden taksi şoförü ve memsahib ’in öpüşme sahnesiydi. Sıfırın altına düşen bir havada çekilen bu sahne, filmde oyuncular için inanılmaz derecede zor bir sahneydi. Fakat aynı zamanda da o dönemin Hint sinemasında sevginin cesurca sergilendiği bir sahne olmuştu. Her ne kadar romantizm çoğu Hint filminde her zaman hikâyenin temel taşı olsa da, aşkın ekranda fiziksel olarak gösterimi hâlâ inanılmaz derecede enderdi. Film şeridinde sevgililer öpüşmek için birbirlerine yaklaştıklarında, bu manzara hemen birbirleriyle buluşan iki çiçek görseliyle yer değiştirirdi.

Tüm bu içerikler, Raja Hindustani 'nin 90Tarda gişe rekorları kırmasını, ödül törenlerinde defalarca ağırlanmasını sağladı. Bu durum Filmfare Ödülleri’nde En İyi Aktör, En tyi Aktris, En İyi Film, En İyi Müzik Yönetmeni ve En İyi Erkek Playback Şarkıcı ödüllerini kazanmcaya kadar sürdü. Ayrıca film En İyi Aktör, En İyi Yönetmen, En İyi Film ve En İyi Komedyen dallarında Screen Ödülleri’ni de kazandı. Aamir’in performanslarının birçoğu geçmişte görmezden gelinmiş olsa da sonunda o En İyi Aktör dalında ilk Filmfare ve Screen Ödüllerini kazandı.

Ancak Aamir, yaptığı çalışmaların Hindistan’da itibar görmesine ilişkin beslediği beklentiyi çoktan kaybetmişti. Bu ödülleri kabul etmesi ve o günleri 1998’de Express Magazine e şu şekilde açıkladı:

“Bu tür ödül törenlerinde birçok tutarsızlık var. Ayrıca bir film dergisinin bu ödülleri vermek için doğru oluşum olduğunu da düşünmüyorum; çünkü kendileri ilgili taraf.”

Hint ödül törenlerinin hepsinden kopması kesinlikle bir sondu.

Eğer Jo Jeeta Wohi Sikandar ve Hum Hain Rahi Pyar Ke gibi filmler onu çığır açan başarılı sinemaya taşıdıysa, Raja Hindustani"de Aamir’i 90’larda kitlelere taşıyan en başarılı filmiydi. Dil 'in ardından ilk defa bir Aamir Khan filmi yılın en çok kazandıran yapıtı olmuştu. Rangeela nın başarısını takiben, Raja Hindustani onu ticari başarı yakalayacak gözüyle bakılan aktörler ligine fırlattı.

Aamir farklıydı, sonunda da popüler olmuştu.

“Ghulam(Köle) hayatımdaki en iyi çalışmam.”

Aamir Khan, Asian Age ile yaptığı bir ropörtaj, 1998

Demiryolu rayları karanlığa doğru uzandı. Tren aşama aşama uzaktan belirdi. Genç aktör, onu karşılamak için öne atıldı. Birbirleriyle buluşmak için koştular. Kameralar hızlandı. Daha yakın, daha yakın... Sadece birkaç saniye uzakta. Tren saatte 40 km ile gümbürdeyerek ilerledi. Neredeyse çok geç kalınmıştı, genç aktör hemen yana sıçradı. Ama güvendeydi. Tren gürültüyle yoluna devam etti ve karanlıklar arasında kayboldu.

Aamir Khan, Ghulam 'in film setinde Dus Ka Daud sahnesini biraz önce tamamlamıştı. 1998’de India Today's* “Benim açımdan çok büyük bir aptallıktı. Ama bazen iyi bir çekim elde etmek için duygularınızla savrulmanız gerek,” dedi.

1954 yapımı bir Hollywood klasiği olan On The Waterf-ront’dan esinlenen Ghulam, ilk başta Mahesh Bhatt tarafın-dan yönetilecekti. Fakat Mahesh sadece bu filme odaklanama-ymca, sonunda yönetmenliği Vikram Bhatt yaptı. Vikram dört yıl önce, Aamir’in erkek kardeşi Faisal’m ilk filmi Madhosh u da yönetmişti. Her ne kadar bu film faciayla sonlanmış olsa da, Aamir Ghulam 'in çekimi için Vikram’la birlik oldu.

Vikram da Aamir’le Ghulam için anlaşma imzalarken kendine göre kumar oynamaktaydı. Bunu 1997’de Film-fare 'e şöyle açıklıyordu:

Aamir Khan günümüzün en iyi aktörü. Birçok kaynağı var. Şu âna kadar, genelde âşık genç, Akele Hum Akele Turn türü duygusal rollerle sınırlandı. Kendisi bir aksiyon kahramanının basmakalıp imgesine uymuyor. Uçarak tekme atmak konusunda pek inandırıcı görülmeyebilir... Yine de, ona Ghulam’da bir aksiyon rolü verdim. Bu rol, onun daha önce üstesinden geldiklerinden oldukça farklıydı.

Bir bakıma, Ghulam, Rangeela nın bıraktığı yerden başladı. Rangeela ’da olduğu gibi, Aamir tekrar sokakların zeki taporVsiydi. Ama benzerlik burada sonlanıyordu; Aamir, Ghulam ’da sokak stiline sertlik getirdi. O sokaktaki sıradan bir genç adam değildi. Mumbai’nin yeraltı dünyasının sınırında yaşayan birisi olarak, deri ceket giyip eldivenlerini parlatarak bir gangster görünüşüyle ortaya çıktı. Aamir, bu iki rol arasındaki farkı 1998’de Express Magazine ’le yaptığı röportajda bizzat şu şekilde açıkladı:

Filmde görev aldığımda, insanların benim sürekli kendimi tekrarladığımı düşünebileceklerinin farkındaydım. Ardından Munna ve Siddharth (bu Ghulam’da oynadığı karakter) arasında, her ikisinin de tapori olması haricinde hiçbir benzerlik olmadığını fark ettim.

Ghulam, erkek kardeşi Jai (Rajit Kapoor) ile işbirliğinden dolayı farkında olmaksızın Mumbai’nin yeraltı dünyasına çekilen boksör Siddhu’nun (Aamir Khan) hikâyesini anlatmaktaydı. İnanılmaz derecede zeki ve çalışkan olan Jai, yeraltı dünyası babası Ronnie (Sharat Saxena) için kilit sırdaştı. Film zirvesine tırmanırken, Siddhu, erkek kardeşi ve sevgilisi (Rani Mukherjee) arasında bir seçim yapmak zorunda kaldı.

Mumbai sokak argosunun yanı sıra, Aamir rolüne bir gangsterin çalımını da taşıdı. Charlie’nin motosiklet çetesiyle karşılaştığı sahnede, deri ceketli yandaşlarının motosikletleri üzerinde eşlik ettiği Charlie’ye (Deepak Tijori) “Akele aa raha hai, ya sab ko lu? ” (Tek mi geleceksin, yoksa hepinizin birden mi icabına bakmalıyım?) diye meydan okur. Bu an, Aamir tarafından canlandırılan iki tapori arasındaki farkı ortaya koydu. Ghulam ’da, Aamir Siddhu rolüne abartısız bir güç kattı.

Rol paylaşımında yıldızı parlamaya başlayan genç Rani Mukherjee vardı. Rani, Lata Khubchandani’ye yaşadığı deneyim konusunda, “Çok utangaçtım. Hiç erkek arkadaşım olmamıştı ve ‘Büyük Aamir Khan’la romantik bir sahne çekmek, benim içime kapanmama yol açtı. Ama o sadece çenemi tutup havaya kaldırdı ve o kadar sıradan ve rahat bir tavırla, ‘Bana bak,’ dedi ki, karşısında yavaş yavaş rahatladım. Kariyerimin bu kadar erken bir döneminde Aamir ile birlikte çalıştığım için kendimi şanslı sayıyorum. Onu birçok yönden öğretmenim olarak görüyorum,” dedi.

Aamir’in gerçek sanatçılığının sadece kişinin kendi performansına bağlı olmadığının her zaman farkında olduğu açık. Ekibin tüm üyeleri tam güçleriyle çalıştıkları zaman harika filmler ortaya çıkıyor. Diğer birçok açıdan da Aamir’in filmle ilişkisi tamdı. Filmin on altı hikâyesinin oturumuna katıldı ve Ghulam ’ın ruhuna iki yıl boyunca bağlı kaldı; hatta rolünü oynarken gerçek bir boksöre benzemek için atletik bir vücut bile geliştirdi. Gerektiği gibi, sesinin kulağa en iyi geldiği saat olan sabahın 5’inde seslendirme yaptı ve filmin başarısı için hırpani bir görüntü kazanmak maksadıyla yüzünü sekiz gün yıkamadı. Kendisini Ghulam a adadı. Filmin piyasaya sürüleceği tarih yaklaştıkça Aamir bir kez daha Ghulam ’m o güne kadar yaptığı en iyi çalışma olduğuna inandı.

Rol, Aamir’i o kadar etkisi altına almıştı ki, Vikram Bhatt, Aati Kya Khandala şarkısını söyleyecek birisine ihtiyaç duyduğunda kendisine, bunu Aamir’in yapması önerildi. Aamir, Express Magazine ’e, “Şarkının karakterin bakış açısını yansıtması gerekiyordu, Vicky işte bu yüzden benden bunu denememi istedi, tik başta çok tereddüt ettim çünkü ne zaman şarkı söylemeyi denediysem ailem bana sesimi kesmemi söylemişti,” dedi. Yine de, sıra dışı sorumluluk hissiyle, Aamir iki hafta boyunca çalıştı ve sonra kendisini şarkıyı stüdyoda söylemeye hazır hissetti.

Ghulam piyasaya sürülür sürülmez muazzam bir gişe başarısı yakaladı. Hızlı bir aksiyon filmi olarak, gangster

filmlerinin en iyi özellikleriyle süslenmişti. Hâlâ da Vikram Bhatf ın en iyi çalışması olarak değerlendiriliyor. 80 ve 90’lardaki çoğu Hint filmi gibi, bunun da çok eski bir konusu vardı. Aradaki fark, yönetmenin konuyu ele alışında ve oyuncuların performanslarındaydı.

Aati Kya Khandala şarkısı ülke çapında beğeni kazandı, hatta Rani Mukheıjee “Khandala Kızı” olarak tanındı. Aslında Ghulam, tıpkı aynı yıl piyasaya sürülen Kuch Kuch Hota Hai gibi, Rani Mukheıjee’nin Hint film endüstrisinde bir yıldız olarak yükselişini başlattı.

Ghulam ve Baazi, Aamir’in en eski aksiyon filmleri arasındaydı. Ghulam ’da başarı bileşenleri doğruydu. Güçlü, deri ceketli gangster sahnedeydi. Qayamat Se Qayamat Tak ’m hassas ve savunmasız Raj’ı sonunda tamamen kaybolmuş gibi görünüyordu. O karaktere yapılan imalar, takip eden on yıl süresince Aamir’in basında yer alışıyla kaydadeğer derecede azalacaktı.

tyi iş yapsın ya da yapmasın, filmlerimin her birinden birçok şey öğrendim. Bu şekilde, her filmim; bana beni bir sonraki oyunculuk çabama taşıyacak bir şey öğretti.

Aamir, The Hindu röportajı, 2001

Aamir’in 90’lardaki filmlerinin yanı sıra, o günden bu yana unutulup giden bir avuç dolusu filmi de mevcut. Yine de bu filmler, dönemlerinin önemli eserleriydi. Aamir, bir şe-

kilde, onların büyük başarısı ya da korkunç başarısızlıklarıyla da şekillendi.

Parampara/Gelenek (1993) 90’larda büyük ilgi gören bir filmdi. O dönemde Parampara Aamir için heyecan verici bir seçenek gibi göründü. Yönetmeni, eski çalışmaları arasında Hint sinemasının Waqt (1965), Deewar (1975), Kabhi Kabhie (1976), Trishul (1978), Silsila (1981) ve Lamhe (1991) gibi klasikleri yer alan Yash Chopra’ydı. Ama Parampara filmin başrol oyuncularını hayal kırıklığına uğrattı ve gişelerde berbat bir hasılat yakaladı.

Her ne kadar çoğu kişi sadece Parampara’mn başarısızlığını fark etmiş olsa da Aamir, The Hindu ’ya şöyle dedi:

“İnsanlar, Yash Chopra’mn Parampara ’da yönetmen olarak ne kadar hatalı davrandığından bahsediyor. Ama benim için, Parampara, Yash Chopra gibi kendini ispatlamış birisiyle çalışarak kazandığım çok değerli bir deneyimdi. Bu faydalı birliktelikten çok şey öğrendim.”

Her ne kadar Yash Chopra ve Aamir, Darr(Korku) konusunda çeşitli fikir ayrılıklarına düşmüş olsalar da -ki bu film sonunda Shah Rukh’u yıldız yaptı- Aamir, Param-j    para 'mn bir aktör olarak kişisel evrimindeki yerini hiçbir za-

■    man unutmadı.

O dönemde, Ashutosh Gowariker (Aamir’in tenis gün-f lerinden eski arkadaşı ve Holi 'deki başrol oyuncusu) yönetmen olmuştu. Aamir’e Baazi’dz (1994) oynaması için teklif götürdü. Filmde Aamir bir komandoyu canlandırdı, bu onun

ilk aksiyon filmiydi. Amir film boyunca, çeşitli kimliklere büründü; bunlardan en kötü nam salanı “geri zekâlı” rolü oldu. Film, seyircileri hayran bırakmayan esprilerle yüklüydü ama Aamir, filmin başarısızlığının çok daha karmaşık sebepleri olduğuna inandı. 1998’de Asian Age ’e verdiği bir röportajda, “Baazi, on yılın en abartılı filmi Bombay ’le birlikte piyasaya sürüldü ki ben bunun yapımcı açısından bir hesaplama hatası olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla film neredeyse fark edilmedi,” dedi. 1996’da, Filmfare’e söylediği şu sözlerle filmdeki performansının da arkasında durdu: “Baazi ’yi hâlâ destekliyorum. Onda olabilecek en iyi performansı sergilediğimi düşünmüyorum fakat bu yine de benim için yeterli. Filmi gördüğümde, Amar Damji kadar inandırıcı göründüğümü hissediyorum.” Baazi, Aamir’in rol aldığı, As-hutosh tarafından yönetilen ilk filmdi.

Her ne kadar çeşitli büyük başarılar onu kovalamış olsa da Aamir, Mansoor Khan’m üçüncü filmi Akele Hum Akele Tum ’un (1995) peşine düştü. Bu onun romantizmden duygusal dramaya geçişini sağlayan filmler arasındaydı. Üniversiteli genç rolleriyle geçirilen uzun yılların ardından, Aamir sonunda genç babayı oynuyordu.

Akele Hum Akele Tum piyasaya sürülür sürülmez hassasiyetle çekilmiş bir film olarak eleştirmenlerin takdirini kazandı ama Aamir’in Mansoor’la daha önceleri yaptığı çalışmalar gibi seyircinin ilgisini çekmeyi başaramadı. Buna rağmen, bu film her zaman Aamir’in inanıp güvendiği bir çalışma olarak kaldı. 1997’de The Times of India ’yla yaptığı röportajda, Aamir, ^ Akele Hum Akele Turn un ardından, filmi beğenen birkaç kişiyle karşılaştım. Bunlar, ‘normal seyirci kategorisi’ne giren türden insanlar da değildi. Burada size Pencap’tan gelen, bana filmi beğendiklerinden bahseden kamyon şoförlerinden bahsediyorum. Bunun dışında, bir aktör olarak, Akele Hum Akele Turn benim işime yaradı. Raja Hindustani ya da Rangeela gibi süper başarılı olmayabilir fakat bir fiyasko da değildi. Para kazandırdı,” dedi.

90’lar aynı zamanda Aamir’in Indra Kumar’la iki zıt filmde işbirliği yapmasına da sahne oldu. Dil ’in muazzam başarısının ardından, İndira ve Aamir Ishq ’da (1997) ikinci kez bir araya geldi. Bu tipik bir Indra Kumar komedisiydi, Dil*in yapısını taşıyor, Aamir Khan, Juhi Chawla, Ajay Devgn ve Kajol’ün kaydadeğer yeteneklerini bir araya topluyordu. Fakat Ishq tamamlandığında Aamir’in beklentilerini pek karşılamadı. Aamir sinema yazarı gazeteci Rajeev Ma-sand ile yaptığı bir röportajda şu itirafta bulundu:

Ondan (Ishq) tam anlamıyla mutlu değildim. Birçok sahnenin inanılmaz derecede iyi ve komik olduğunu düşünüyorum ama film bir bütün olarak aklıma gelmiyor. Her ne kadar büyük bir başarı yakalamış olsa da, ondan memnun olmama sebebim filmin hedeflendiği gibi bitmemiş oluşu.

Belli ki, çekim sırasında senaryoda çeşitli değişiklikler yapılmış ve bu da filmin temel dayanağını değiştirmişti. Ancak filmi beğenen büyük bir seyirci kitlesinin olduğu da açıktı.

Dil ve Raja Hindustani ’nin yanı sıra, Iskq da Aamir’in

90’lardaki en başarılı filmleri arasındaydı. O kadar ki, filmin komedi ve aksiyon sahneleri Hint ve etnik bölgeler dili sinemalarında da takip eden yıllar boyunca tekrarlandı.

Ishq 'dan kısa bir süre sonra, Aamir ve Indra farklı türden bir film yaratmak için Mann’ da (1999) üçüncü kez bir araya geldiler. Aamir, The Times of India 'ya bu filmde çalışma kararını verişini şöyle anlattı:

“Ben farklı roller oynuyorum. Birkaç yıldır romantik bir filmde rol almamıştım. Dolayısıyla Indu, bana Mann 'ın senaryosundan bahsedince hoşuma gitti. Bu benim açımdan tekrar yapacağım taze bir şeydi. Böyle bir Kazanova karakterini daha önce hiç oynamamıştım. Flört etmeyi seven, çeşitli ilişkilere giren ve ardından da yoluna devam eden bir adam.”

Indra Kumar’m daha önceki abartılı komedilerinin yerini duygusal drama almıştı. Ama onun olağan tarzından bu şekilde uzaklaşması çok destek görmedi ve film gişelerde başarısızlığa uğradı. Yine de, bu film hem aktör Aamir, hem de yönetmen Indra Kumar açısından farklı bir şey yapma girişimiydi.

Bu arada, her ne kadar Aamir büyük başarı kazanan Raja Hindustani’yi tamamlamak için koşturuyor olsa da, diğer çok farklı bir filmin de yapım aşamasındaydı. 1994’te, Tahir Hussain, Aamir’in erkek kardeşi Faisal’ı Madhosh ’la piyasaya sürme girişiminde bulunmuştu. Şimdi Aamir, Mela ile (2000) yeni bir deneme peşindeydi. Bu filmi yapması için, hâlâ Raja Hindustani üzerinde çalışmaya devam eden Dhar-mesh Darshan’a yaklaşmıştı.

Mela başarısız olunca, anında zarar gören Faisal’ın ve Dharmesh’in film seyahatleri oldu. Aamir, anka kuşu gibi küllerinden doğdu, Dharmesh de yıllar sonra Dhadkan ile yeniden hayata döndü. Dharmesh geriye baktığında, “Mela tamamen duygusal sebeplerden yapılmıştı. Kariyerimin zirvede olduğu dönemde, Raja Hindustani nin muazzam başarısının ardından kariyerimde büyük bir gedik oluşturdu. Bunu hemen yaptığım, yine büyük başarı yakalayan Dhadkan ile düzelttim. Ama Mela’nm yara izini hâlâ taşıyorum. Kariyerimi kesinlikle köstekledi. Bir hataydı. Ama sorun değil. O, Raja Hindustani’nin yansımalarından biriydi {güldü). Aamir, erkek kardeşi Faisal için bir film yapmak istedi. Aamir Khan’ın Raja Hindustani 'de gösterdiği fedakârlıktan çok etkilenmiştim. Dolayısıyla itiraz edemedim. Ama ne yazık ki işler beklenildiği gibi gitmedi,” diyor.

Aamir’in 90’larda en beklenen projeleri arasında yer alan ama bunu başaramayan çalışma Time Machine 'di. Bir bilimkurgu macerasıydı, Aamir ve Hint sinemasının en önde gelen uluslararası yönetmeni Shekhar Kapoor’u bir araya getirdi. Aamir’in filme olan inancı o kadar güçlüydü ki, söylenilenlere bakılırsa filmi başka bir yönetmenle yapmayı düşünmeye bile hazır olduğu bir noktadaydı. Film çalışmaları çoktan başlamıştı ama hiç tamamlanamadı. Sonunda Time Machine elde edilebilecek ancak karşılanmamış potansiyelle başarısızlıkla sonlanan bir film olarak kaldı.

Jo Jeeta Wohi Sikandar’dan Akele Hum Akele

Tum’a - Sıra dışı Popüler Sinema

Qayamat Se Qayamat Tak ’ın büyük başarısının ardından, Mansoor Khan, Jo Jeeta Wohi Sikandar ve Akele Hum Akele TvlvcYda Aamir ile geri döndü. Her ne kadar gişeleri sallamayı başaramamış olsalar da, çalışmaları duyarlı, sıra dışı ve yine de popüler sinemanın örneği olarak kaldı. Mansoor yolculuklarını anlatıyor.

Mansoor Khan: Aamir Te film yapmak, benim Qayamat Se Qayamat Tak Tan önce, aklımın bir ucunda Aamir varken Jo Jeeta Wohi Sikandar \ yazmamla başladı. O günlerde, özellikle de film yapımcısı olmak niyeti taşımayan birisi olarak, birçok fikrim vardı. Ticari bir film yapıyorsam bunun belirli bir şekilde yapılmasını istedim. Sıradan bir film yapmak istemedim. Babam, Qayamat Se Qayamat Tak üzerine çalışırken ben de kendi senaryomu yazıyordum. İlk başta, bu bana kalıplaşmış bir hikâye gibi göründü. Benim için, Jo Jeeta Wohi Sikandar daha çok bir fikrin açımlamasıydı. Onun aynı Aamir olmadığı açıktı; çünkü başladığında kendi kimliği vardı. Ama o senaryoyu tamamlamayı başaramadım. Dolayısıyla filme de başlayamadık. Ama Aamir’i hazır olduğumda Jo Jeeta Wohi Sikandar ’a dahil edeceğime çoktan karar vermiştik.

Sonra babam, bana Qayamat Se Qayamat Tak 'ı çekmemi önerdi; çünkü senaryo çoktan hazırdı ve ben de bunu yapmaya karar verdim. Böylece ikinci film ortaya çıktı. Ama bu Aamir’e Akele Hum Akele Tum ’da otomatikman rol vereceğim anlamına gelmiyordu. Bu film için, aklımda Aııil Ka-poor ve Madhuri vardı; çünkü film Kramer Kramer'e Karşı ’ yı andırıyordu. Olgun bir çifte ihtiyaç vardı... Yedi yaşında çocukları varmış gibi görünen insanlara. O günlerde, Aamir bu işin içine dahil edilebilecek gibi değildi.

Aamir, “Ben bunu yapacağım. Başarabileceğim konusunda seni ikna edeceğim,” dedi. Ama ben ona, “Hayır, emin değilim,” karşılığını verdim.

Anil’e gittim ve Madhuri’yle konuştum. Her nedense, bu bir işe yaramadı. Dolayısıyla ikinci seçeneğim Aamir’di. Eğer Aamir oynayacaksa, ona Manisha’nın eşlik etmesi gerekliydi. Bu işe tereddüt içerisinde girdim; fakat Aamir rolü oynayabileceği konusunda beni ikna etti ve başardı da. O çok genç görünen birisiydi, özellikle de o günlerde. Bu konuda endişelenmiştim.

Daha sonra, dördüncü filmim Josh 'ta, Aamir, Shah Rukh’un rolünü oynamak istedi. Onu bu role uygun göremedim. Kendisinden diğer rolü üstlenmesini istedim. Aamir, “Oynamayacağım,” dedi. Sonra Shah Rukh, “Ben de oynamayacağım,” dedi. Böylece yapılmadı. İlk başta bunun Akele Hum Akele Tum 'dan önce yapılması gerekiyordu. Sonunda, Shah Rukh’a geri döndüm. Dolayısıyla film hiçbir zaman tercih hakkı içermedi.

Yaptığım filmler arasındaki Jo Jeeta Wohi Sikandar, o günün diğer filmlerinden çok daha karmaşıktı. Yönetmenin işini yapmasma yardımcı olmak için rolleri çok daha net bir şekilde betimlemeye çalıştık. Daha önce kimse planlama cetveli yapmıyordu. Babam sistematik bir adamdı ve kendine

göre disiplinli bir şekilde çalıştı. Ancak senaryo karmaşıklaştıkça film ekibi de gittikçe büyüyordu.

Bisiklete binmek konusunda bir film yaptığımız için, seyircileri bisikletçiliğe dair ikna etmek istedik. Bisiklete binmeyi montaj lanmış sahnelerle çekmek istemedik. Daha önceki filmlerde, bir badminton maçı gösterildiğinde, herkesin iki nokta arasında gidip gelmesinin 10 ya da 15 kez çekimi yapılmıştı. Sonra her şey sizi neden o kişinin kazandığına ikna edecek şekilde düzenlenip kısaltılmıştı. Herhangi bir grafik takip edilmedi. Ama eğer bir spor filmi çekiyorsanız, tek kişinin kazanmasına sebep olan grafiği göstermelisiniz. Ben bunu bir maç gibi seyretmek istedim. Yine de bu mümkün olmadı; çünkü bu yönlere önem verilmedi. Her şey bir sahne olarak dikkate alındı. Ben bunun filmin esası ya da zirvesi olduğuna inanmıştım. Farklı bir şekilde çekilmeliydi.

Bir sahaya, özel bisikletçilere, izinlere ve eğitilecek aktörlere ihtiyacımız vardı. Bisiklet yanşı diyagramımız mantıklı ve anlaşılır olmalıydı. Duygular şiddetlenip hafifleme-liydi. Bu da, tüm bunları büyük bir dikkatle yapacak yedek bir ekip gerektiriyordu. Sadece kalabalıkla ve telsiz telefonla ilgilenecek bir yönetmen yardımcısına ihtiyacımız vardı. Aslına bakılırsa, o günlerde telsiz telefon diye bir şey yoktu. Amatör telsizlerle uğraştığım için benim telsiz telefonlarım vardı. Sonuç olarak o filmi çekmeyi başaracaktım. Fakat çev-reyolunda, Film City’nin hemen dışında polisler tarafından durduruldum. Benim terörist olmadığımı ve orada çekim yapıldığını biliyorlardı. Yine de bana güçlük çıkartmaya çalışıyorlardı. Şansıma amatör telsiz lisans kartımı çıkardım; ama tabii ki üzerinde onu bu şekilde kullanabileceğim yazmıyordu. Fakat elimdeki kaynaklara güvenmek zorundaydım.

En başta planlama yapmak olmak üzere, birçok yeni şeyle uğraşıyorduk. Bunlardan bazıları işe yaradı bazıları yaramadı. Ama herkesin aynı zihniyette olmasını gerektirdi.

A kel e Hum Akele Tum 'un çekimine ve çelişen başarısına gelince, bence insanlar o günlerde böyle bir filme çok hazırlıklı değildi. Bunun da ötesinde, kendimi olmaması gereken bir yerde bir şeye rıza göstermişim gibi de hissediyorum.

Rohit (Aamir) ve Kiran (Manisha), ikisi de oldukça istekli şarkıcılardır. Aamir ve benim aramda Kiran’ın (Rohif in karısı) evi neden terk ettiğine dair bir tartışma yaşanır. Aralarında, “yıldızlara birlikte ulaşacağız,” şeklinde küçük bir anlaşma vardır. Bu onların bağıdır. Ama evlendiklerinde, Rohit, kariyerinin peşine düştü. Gidip Gulbadan Kumar (filmdeki bir müzik yönetmeni) ile tanışır. Bu çok iyi sonuçlanmaz.

Onun geri döndüğünden ve Gulbadan Kumar’in kendisinden bir kaset istediğini söylediğinden bahseden bir sahne yazdım: Kansı bunu duyunca çok heyecanlanır ve kaydı yapmak ister. Ama Rohit konuyu değiştirir ve ondan çay yapmasını talep eder. Arkadaşı ona bunu neden yaptığını sorar; çünkü çay içmek istememişlerdir. Rohit, “Anlamıyorsun. En iyi sunumu yapmak zorundayız ve şu anda o o kadar iyi değil,” der. Karısı bunu duyar. Kocası bu sözleri kendisine söylemediği için kendisini kandırılmış hisseder ya da yeterince iyi olmadığını düşünür.

Filmde bu tür bir ihanete ihtiyaç vardı. Ama Aamir, bu sahnenin gereksiz olduğuna inandı. Bundan hoşlanacak mı ya da bunu hatırlayacak mı, bilmiyorum... Yine de ona neden bu sahnenin yer almaması gerektiğini hissettiğini sormak isterdim. Bana göre, bu sahne her şeyi gerekçelendiriyordu. Rohit’in kötü bir adam olduğunu söylemiyordum. Sadece bu onun olaylara bakış tarzıydı. Her şey onun işine yarayacak şekilde geliştiğinde, bunun karısı için de en iyisi olacağına tüm içtenliğiyle inanıyordu. Ama bu yapılan, Kiran’a ihanetmiş gibi geldi. Dolayısıyla, bu dokuyu ortaya koymak- önemliydi. Bunu insanların zihninde çok daha iyi gerekçelendirecektim.

O dönemden bahsettiğinizde, birçok insan Hintli bir kadının neden kocasını bu şekilde bıraktığını merak etti. Birincisi, ortada ‘Hintli kadın’ diye bir şey yok. Bu neredeyse onun, ne yapmak istediği ya da istemediği konusunda bir şey söylemeye hakkı olmadığını ifade etmekle eşdeğer bir şey. Dolayısıyla insanlara mantıklı gelmedi. Onun neden kalkıp aniden terk edip gittiğini anlamadılar. Kiram biraz tuhaf ve kaprisli kaldı. Fakat eğer bu ihanet açıkça ortaya çıkmış olsaydı, olan biteni çok daha iyi gerekçelendirecekti. Filmde yapılması gerektiğini hissettiğim tek eksik yan bu. Ama çekildiği dönem dikkate alındığında, filmin takdir gördüğünü hissediyorum. Mumbai ve ABD’de iyi iş yaptı. Mumbai’de seyircilerin temelde kadın olduklarını düşünüyorum; çünkü filmle özdeşleştiler ve bunca açıklamaya ihtiyaç duymadılar. Bir kadının kocasını terk etmeyi düşünmesinin yüzlerce sebebi olabilir. Onun yerine boşlukları doldurmanız gerekmez.

Dolayısıyla, kadınlar açısından sorun yoktu. Ama erkekler bunu anlayamadı. Hatta birisi bana şu aptalca soruyu sordu, “Kadınları kocalarını terk etmeye mi cesaretlendiriyorsunuz?” Ben de, “Hayır, hayır. Bu nasıl bir cesaretlendirme olabilir?” karşılığını verdim.

Ama sanırım düşünce sonuçlanmamış, eksik kalmıştı.

Konu, üç filmimizde aktörlük yapan Aamir’e gelince: kendisi, çok odaklı ve senaryo ya da yazılı metin konusunda nelerden hoşlandığı hakkında net. ikimiz arasında, var olabilecek tek fark, karakterlerin betimlenmesinde. Ama o, o anı aklında tutar ve kesinlikle izini kaybetmez. Bana anın püf noktasını hatırlattığı ya da bir şeylerin ters gittiğini söylediği birçok an olmuştur. Bu, özgüvenini kazandıktan sonra sınırlan iyi belirlenmiş dikkate değer bir özellik.

Qayamcıt Se Qayamat Tak ’da, o kadar çok şey söylemedi ve ben de az çok kendi işimi yapıyordum. Ama Jo Jeeta fVohi Sikandar’da, biraz daha çok ortaklık vardı. Bu gerekliydi; çünkü o çok daha zor bir filmdi. Birçok yönetmen ve aktörde, “kaptan benim ve hiç kimse bana ne yapacağımı söyleyemez,” türünden bir yaklaşım vardır. Ben buna inanmıyorum. Bence mantıklı bir şekilde konuşulunca her insan, işbirliği yapabilir. Dolayısıyla Aamir, Jo Jeeta Wohi Sikan-dar’da, -aksi takdirde filmin bugünkü halini alamayacağı-birkaç şeyi yoluna koydu. Mesela bir şeyi tekrar çekmemiz gerektiğinde, “Endişelenme, diğer herkesi kovacağım,” deme cesaretine sahipti.

Altmış günlük çekimlerin ardından, bizimle deli gibi tartışan aktörler işten çıkartılacaktı. Şimdi tek sorun, onları çıkartmamız durumunda altmış günlük zorlu çekimleri tekrarlamamız gerekecekti. Sırf onun kendine güveni yüzünden, altmış gün süresince yeni çekim yaptık. Ben ruhen çökmüştüm. İşi orada bırakmaya ve her şeyi unutmaya hazırdım. Ama Aamir bana, “Endişelenme,” dedi.

Buraya (Ooty) çoktan gelmiş, bisiklet yarışlarını çekmeye başlamış, yamaçlara gitmiş ve Maharashtra Bisikletçilik Demeği’ni yanımızda götürmüştük. Juhu Bungalovlarında çekim yapıyor filan değildik. Bu ağır bir çekimdi. Fakat Aamir bunu tekrar yapabileceğimizden emindi. Muazzam bir prodüksiyon netliği ve işlerin nasıl yapılacağına dair algısı vardı. Bu katılım ve ilgi emsalsizdi.

O sadece bir aktör değildi. Eksiksiz bir sinema adamıydı. Amatörce ilgilenmeyebileceği tek bir şey vardı ki o da yazmaktı. Ama ben denese onu da başarabileceğinden eminim. Her şeyi kalpten ve içgüdüleriyle yapıyor. Geri kalanı da disiplin.

Birlikte çalıştıkça her şey daha net bir hal almaya başladı. Akele Hum Akele Tum 'da, daha çok katılım oldu. Dolayısıyla bu gittikçe büyüyen bir deneyimdi. Birbirimizi gün geçtikçe daha iyi anlamaya başladığımız açıktı. Aslında, Aa-mir’le bugün bir film çekebilmeyi dilerdim. Ama hemen şimdi, bunu söylüyorum çünkü daha fazla büyüyüp geliştiğimi düşünüyorum. Daha huzurlu ve sakin oldum. Kendimle daha barışık olduğumdan, onunla da çok daha iyi ilişki kurabileceğimi düşünüyorum. Ben hep stres altında çalışıyordum. Bugün tekrar birlikte çalışabiliyor olsak, her şey çok daha farklı olurdu, diye düşünüyorum. O günlerde, her şeyi daha önceden formatlanmış şekilde yapmaya alışkın yapımcıların algısıyla, mümkün olmayan birçok şeyi yapmaya çalışıyordum. Ama eğer okul sahnesi için ergene ihtiyaç varsa, gidip getirirdim. Aamir’in bana tam destek verdiği şeyler bunlar. O çekimi ergen artistlerle yapmaz.

Dolayısıyla çok eğlenceli olurdu.

1

Jo Jeeta Wohi Sikan dar (Kral İskender Hep Kazanır) filmin kısa söylenip, (y.n)

2

Melvin Shavelson 'm yönettiği 1958 yapımı ABD filmi. (y.n)

3

l W2 yapımı Amir Han {ilminin adı: "Kral İskender Hep Kazanır. ' (y.n)

96

4

(Farsça) Hindu Ülkesi. Tarihte Hindistan 'ın kuzey kesimine verilen ad. Günümüzde Hindistan ile eşanlamlı kullanılır, (y.n notu)

5

(Hint.) Üst sınıf Hintli kadın, (y.n. notu)