Aamir Khan'ın İnanılmaz Yolculuğu
Hayranları yeteneğini oynadığı filmlerden önce gözvndçkkışık£a» seziyor çünkü oyunculuğu da kendisi gibi samimi. 'Gömeriyle oynayan adam* lakabını almasının bir sebebi var. ,
Ona sade"' sevgi değil saygı da duyuyorlar çünkü ülkesinda yolsuzluk. eÇ. ¿istemi, clnsiyetçllik, çocuk istismarıyla mücadele,
İnsan : ¡anları gJbl meselelerde örnek bir aktiylst. -
O, bir zamanların Hintli çocuk yıldızı, sinemanın içinde doğmuş bir aileye mensup, oyunculuktan yönetmeliğe uzanan
zirvenin sahibi. _ ,
Gençlerin kalbinin gümbür gümbür atmasına sebep olan ‘çikolata oğlan’dan, Hint sinemasının dönüm noktası sayılan filmlere uzanan yolculuğuyla parlagıış bir yıldız.
Çağdaş Hintsineması-ena çok şey borçlu. Fllmografisindekl yirmi bir filmle kalıplaşmış algısına yenilikler kattığı 6o/(ywoo<fun gözbebeği, Tıme'ın seçtiği en etkili 100 İsimden biri.
Amir Khan'ın zirveye yaptığı tutkulu ve olgun yolculuğun, hayata ve sinemaya duyduğu aşkın, Tann'ya ulaşma çabasının inanılmaz hikâyesi...
'Eğer bir şeyleri değiştirmek istiyorsak, hepimizin içine dürüst bir şekilde bakması, yanlış bulduğu şeyleri düzeltmek İçin çalışması gerek. O zaman toplum genelinde büyük bir değişim yaşanır.'
Aamlr Kahn
'Mezuniyete inanmıyorum. Bir işte gerçekten iyi olmak istiyorsanız, onu öğrenmelisiniz. Ben de bunu yaptım. Büyük bir karardı."
■Pft Aamir Kahn
'■3kOf5)UUtJv\
YrClln*.
Aamir Khan’ın
İnanılmaz Yolculuğu
Christina Daniels
Çeviren: Özlem Gültekin
1. Baskı: Ağustos 2015 ISBN: 978-605-348-785-2 Yayınevi Sertifika No: 12330
Copyright© Christina Daniels
Bu kitabın Türkçe yayın haklan Om Books Ajans aracılığıyla Martı Yayın Dağ. San. Tic. Ltd. Şti.’ye aittir.
Yayınevinden izin alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz ve yayımlanamaz.
Baskı
Ezgi Mat. Teks. Pors. İnş. San. Tic. Ltd. Şti.
Matbaa Sertifika No: 12142
Sanayi Cad. Altay Sok. No: 14 Çobançeşme-Yenibosna/İstanbul Tel: 0 212 452 23 02
Orijinal Adı : I Will Do It My Way Yayın Yönetmeni: Şahin Güç
: Özlem Gültekin : Çiğdem Aldatmaz : Elif Yavuz- Elif Hazal Çök : Zerrin Özalp : Alla Özabat
Çeviren
Editör
Sayfa Tasarımı Redaksiyon Kapak Tasarımı
Aamir Khan’ın
İnanılmaz Yolculuğu
Christina Daniels
Çeviren: Özlem Gültekin
MARTI
İçindekiler
1. İlk Yıllar 7
2. Bir Yıldız Doğuyor
23
3. “Kurtuluş” Sineması
67
4. Bir Yıldız Yaratılıyor
91
5. Bir Farkla Sinema
145
6. İkon, İkon Düşmanı
157
7. Her Şey Parçalanınca
183
8. Değişim İçin Sinema
191 9. Süperstar 231
10. Ebedi Gündoğumu 231
SonsÖz 289 Filmografı 294 Ödüller ve Onur Nişanları 309 Unutulmaz Melodiler 312 Teşekkür 319
Oğlumun ünlü olacağını hiçbir zaman söylemedim. Kim böyle bir şeyin olacağını tahmin edebilirdi ki?
Tahir Hussain, Filmfare röportajı. 1990
Akşam üzeri kapı zili çaldı. Film yapımcısı Tahir Hus-sain’in evini, hikâye anlatımı için birisi daha ziyaret ediyordu! Kısa bir süre sonra diğer bir hikâye anlatımı başladı. Hemen yanlarında, neredeyse hiç fark edilmeyen bir halde, Tahir’in sekiz yaşındaki oğlu Aamir oturuyordu. Oğlan hem anlatılanları, hem de takip eden tartışmayı büyük bir ilgiyle dinledi.
Yıllar içerisinde, Tahir’in evine kendilerine has film fikirleriyle istikrarlı bir ziyaretçi dalgası aktı. Bazen bunlar basit kavramsal taslak bazen de neredeyse üç saat uzunluğunda anlatılardı. Her seferinde aynı örüntü tekrarladı durdu, Aamir görüşmelere sessizce katıldı. Aamir 12 yaşma geldiğinde, Tahir
anlatıların sonunda oğlunun fikrini almaya başlamıştı.
O günlerde, Aamir’i bu tartışmalara katılmaya teşvik eden şey, hikâye anlatımına duyduğu sevgiydi. Yirmi beş yıldan daha uzun bir süre sonra, Kabir Bedi’nin misafiri olarak katıldığı televizyon programı Director s Cut 'ta konuşurken, Aamir o seyrek buluşmaları içselleştirdiğini itiraf etti.
Ama Tahir Hussain’in oğlunun hayatına dair farklı bir hayali vardı. Hint sinemasına kendini kaptırmış biri olarak çocuklarının, Hint film endüstrisinden uzak bir kariyerin peşine düşmesini istiyordu. Dolayısıyla Aamir, çocukluk döneminin başlarında bu toplantılar haricinde, hiçbir zaman film dünyasına faal bir şekilde katılmadı. 1990’da, Aamir’le birlikte katıldığı ender bir röportajda, Filmfare 'e konuşan Tahir, “Aamir’in sinema dünyasına girmesini istemedim... Bu alandaki hayatın çok belirsiz, güvenilmez olduğunu hissediyorum. Çocuklarımdan hiçbirisinin bu belirsizliklerle yüz yüze gelmesini istemedim,” dedi.
Film yapımıyla geçirilen bir hayatın aşırılıklarını Tahir’ den daha iyi anlayan çok az sayıda insan vardı. Hem o, hem de erkek kardeşi Nasır Hussain’le hayatlarının erken döneminde “sinema” böceği tarafından ısınlmışlar, Hint film endüstrisinin dayanılmaz cazibesiyle Mumbai’ye ( Bombay*) sürüklenmişlerdi. İlk önce Naşir, 40’lı yılların sonlarında Luknov’dan Mumbai’ye taşındı, ilk başta film prodüksiyon şirketi Filmistan için büyük Hint klasiği Anarkali 'yi kaleme alarak kendisine yazar payesini kazandırdı. Tahir onu daha sonra, 1955’te takip etti.
* Kerttin verel dilde adı Mumhai dir. Bombay, Batı dünyasının verdiği isimdir, (y.n)
Naşir yazar olarak çoktan nam salmış olsa da, asıl Tumsa Nahin Dekha ile doğru yolu yakaladı. Shammi Kapo-or’u yıldız yapmasıyla kayda geçen film aynı zamanda yönetmen olarak Nasir’in yeterliliğini de ispatlamış oldu. İkinci başarılı reji girişimi Dil Deke Dekho ile, Nasır Hussain Film’le birlikte yapımcı-yönetmene dönüştü. Başarısı, Jab Pyaar Kisise Hota Hai, Phir Wohi Sham, Teesri Manzil, Buharon Ke Sapne, Pyar Ka Mosam, Karavan, Yadotı Ki Baa-raat ve Harh Kisise, Kum Nahin gibi 60’lar ve 70’lere ait çok sayıda favori Hint müzikaliyle pekişti. Nasır Tn film yapımcılığının benzersizliği; karakterlerine verdiği ağırbaşlılıkta, müziğinin tazeliğinde ve yeni yüzleri denemeye hazır olmasında yatmaktadır. Film yapımcılığının etkisi, filmlerinde kullandığı popüler müziklerin yeni jenerasyon sinema hayranlan için tekrar tekrar piyasaya sürülmeye devam etmesi sayesinde, otuz yıl sonra bile devam etmektedir.
Tahir için, önündeki yol daha uzundu. Aktör olma hayali hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşmedi. Filmfare't, “Fazladan birkaç filmde çalıştım ama boyum çok kısaydı. Dolayısıyla hiç kimse bana kahraman rolü önermedi,” diye hatırlattı. Daha sonra Tahir’e, iyi bir sese sahip olduğunda, Filmistan’ın Samrat korosunda Hemant Kumar ve Asha Bhosle'yle birlikte şarkı söyleme fırsatı tanındı. Ancak şarkıcılık ve aktörlük kariyeri, şans eseri yakaladığı bu fırsatlarla sonlandı. Sonradan, Nasır yönetmen olduğunda, Tahir onun yardımcılığını yaptı. Nihayet Hint film endüstrisinde yapımcı olarak yerini buldu. Tabirin 70Tİ yıllarda yapımcı-
lığını üstlendiği filmler arasında Karavan, Ananıika, Madesh, /ahnıınıcc, Cananı Cananı Ka Saat ve Hıaı Ki Pııkaar yer alıyordu. Ama onun kendi filmini yönetme hayali ancak onlarca yıl sonra, oğlu Aamir’le gerçekleşecekti.
Tahir, Karavan gibi girişimlerin başarısı kadar, Locket1 gibi filmlerin başarısızlıklarını da tecrübe etti. Locket, altı buçuk yıl süren yapım aşamasındaki sorunlar sebebiyle hedeflenen bütçeyi üç buçuk milyon rupi aştı. Dolayısıyla, her ne kadar film iyi gişe yapmış olsa da, Tahir ve ailesi yine de büyük kayıplara uğradı. Ama Tahir, film yapımcılığında yaşanan iniş çıkışlara karşın, hep Hint film endüstrisinin bir parçası olarak kaldı.
Genç Aamir de bilinçaltında film yapımı sürecini farklı şekillerde öğreniyordu. Babasının bir prodüktör olarak edindiği zor deneyimlerden bazılarını gözlemlemek, Aamir’in bir aktör olarak film yapımcılığının ticari unsurlarının fazlasıyla farkına varmasına yol açtı. Onunla çalışanlar, Aamir’in yönetmen ve prodüktörlerine karşı beslediği güçlü sorumluluk duygusunu her zaman doğruladı. 2010 yılında The Times of India’ya verdiği bir röportajda, Aamir, “Aktör olduğum andan itibaren ticaretin ne olduğunun farkmdaydım. Yapmayacağım tek şey, başka birisinin parasıyla deney yapmak... Benim ilkem, filmimle ilgisi olan herkesin para kazanması gerektiği. Yaratıcı bir alanda çalıştığımın farkındayım ancak bunun ticari bir yönü de var ve ben hiçbir zaman mantıksız davranmayacağım,” dedi. Aktör Aamir’in alışılmadık filmlerin peşinde koşarken bile, bunların ticari başarılarını göz
ardı etmemesi, yaratıcı değerlerinden ödün vermemesi şaşırtıcı değildir. Onun açısından sinemanın temel amacı, insanları eğlendirmektir
Her ne kadar Tahir eski sinemasal etkileri oğlu Aamir’in hayatına farkında olmaksızın sokmuş olsa da, kendisiyle yapılan birkaç röportajda dillendirdiği kendi itirafları doğrultusunda, bu konuda hiçbir zaman babasına aşırı derecede yakın olmadı. Çocukken, babası yorucu bir iş gününün ardından eve döndüğünde, Aamir sadece onun yoluna çıkmamaya çalışırdı. Daha sonra, 2008’de Cineblitz ile yaptığı bir röportajda, “Aslında sanırım o jenerasyonda, genelde çoğu baba-oğul böyleydi... Bence eskiden babalar ekmek parasını kazanmakla o kadar meşgullerdi ki, çocuklarının kendilerini rahatsız etmelerini istemiyorlardı,” itirafında bulundu. Buna rağmen, baba oğul arasında yine de özel bir bağ vardı. Sinema ya da hayata ilişkin farklı düşüncelere sahiplerken dahi, tuhaf ilham perilerinin sebep olduğu zorluklarla benzer şekilde uğraşıyor, sinemanın seslenişine ömürlerini aynı şekilde adıyorlardı.
“Mutfaktaki bhamis ’ten (kavanoz) yükselen acar (turşu) kokusunu hatırlıyorum.”
Aamir Khan’ın çocukluk anıları, Directors Cut, 2008
Aamir ebeveyninin dört çocuğundan ikincisiydi. Ondan önce kız kardeşi Nikhat gelmişti. Onun arkasından ise erkek kardeşi Faysal ve son olarak da kız kardeşi Farhat doğmuş
lardı. Ebeveyninin onları ark lambalarının ışığından uzak tutma kararları sonucunda, Aamir ve kardeşlerinin çok normal bir çocukluk dönemleri oldu. Yıldız olmanın ışıltısından uzakta, Aamir’in akima gelen en eski hatıralar her günkü mehndi2 ve turşu kokularıydı. 2009’da Cineblitz’e verdiği bir röportajda, küçük bir çocukken yaşadığı neşeli bir anı şu şekilde dillendirmişti. “Gerçekten mutlu olduğumu anımsadığım en eski anılarımdan bir tanesi, ilk bisikletimi aldığım andır. Küçük bir çocuktum ve bisikletimin olmasını çok istiyordum. Annem, bana bir bisiklet aldı. Yan tekerlerim de vardı; böylece birisinin bisikleti tutması ve ben pedal çevirirken yanımda koşması gerekmiyordu.”
Mumbai’de büyüyen bir çocuk olarak, apartman topluluğu algısı çocukluk yıllannın ayrılmaz bir parçasıydı. Director 's Cut ’ta dönüp çocukluk yıllarına baktığında, kardeşleriyle oyun oynayarak, apartman bloklarının etrafında bisiklet sürüp ve uçurtma uçurarak geçirdiği günleri hatırladı. Daha sonra “Zaman Geçirme Çetesi”ni oluşturmak için apartmanındaki diğer çocuklara katıldı, yavaş yavaş grubun lideri olarak öne çıktı. Birlikte oyun oynamaktan oturdukları site için fuarlar düzenlemeye, hatta diğer gençleri kendilerine katılmaya davet etmeye başladılar.
Aamir’in bu yıllarından yetişkinlik dönemine taşıdığı ilgi alanları arasında hayvanlara ve kitaplara duyduğu sevgi vardı. Hayvanlara beslediği sevgi o kadar büyüktü ki bu, köpek ve kedilerden yılanlara kadar uzandı! Hissedilen sevgi karşılıklıymış gibi görünüyordu. Nasır Amca’nın genelde azılı olan Alman çoban köpekleri, Aamir açısından bir istisna oluşturdu. Aslında Aamir, Nasır Hussain’in bungalovundan hemen yandaki kendi sitesine yürürken bu köpeklerden teki mutlaka onu gözetirdi.
Bu sıra dışı bağ yetişkinlik çağma kadar devam etti ve Turn Mere Ho 'nun film setinden eve, yavru bir kobra yılanı getirmeye ya da Jo Jeeta Wohi Sikandar 'da çalışırken bir köpek (ki ona Çakıltaşı adını vermişti) sahiplenmeye kadar uzandı. Çocukken köpek sahibi olmasına izin verilmediği için, yetişkinlik döneminde çok sayıda evcil hayvan edindi.
Her ne kadar sinemaya gitmek, ender yapılan bir şey olsa da, kitaplar genç Aamir’in her zaman arkadaşı olmuştu.. İlk Enid Blyton’ım daha altı yaşındayken okudu. Bunu kısa bir süre sonra Alfred Hitchcock, Hardy Boys3 ve Nancy Drew4 takip etti, hepsi de büyüme yıllarının bir parçası haline geldi. Cep harçlığı, ki bu ayda 20 rupiydi, almaya başladığında, hepsi kitap almaya harcandı. Aamir’in ilerleyen yıllarda, çalışmaları konusunda bilgili bir şekilde konuşacağı yazarlar arasında P.G Wodehouse, Charles Dickens ve Lev Tolstoy gibi birbirlerinden çok farklı isimler yer alıyordu.
Ailesinin o yıllara dair ortak hatıralarına bakılırsa, Aamir düşünceliliği, masumiyeti, utangaçlığı ve haylazlığı benliğinde birleştiren genç bir oğlandı. 1990’da Filmfare ile yaptığı röportajda, Tahir Aamir’in çocukluk yıllarını, inanılmayacak kadar sorunsuz bir dönem olarak adlandırdı. Oğlunu yaşma göre olgun, sade, sorumluluk sahibi ve düşünceli bir çocuk olarak betimledi.
Tahir’in hatırlayabildiği tek tatsız olay, Aamir yaklaşık beş aylıkken yaşanmıştı. Bir gün karısının ve ayah5 larının çığlıklarını işiten Tahir eve koşmuş, Aamir’i cansız yatarken bulmuştu. Ayah 'in tavsiyesi doğrultusunda, Tahir oğluna beş dakika boyunca suni teneffüs yapmıştı. Sonunda Aamir hareketlenmiş ve hemen hastaneye gitmişlerdi. Bu yaşanan panik haricinde, Aamir nadiren sorunlu bir çocuk olmuştu. Okuldaki ilk yıllarını Avabai Petit ve Saint Anne’de geçirmişti. Daha sonra Bombay Scottish’e gitti. Sınıf arkadaşları arasında, Aamir’in ilk film yapımcılığı denemelerinde birlikte çalışacağı, geleceğin film yapımcısı Aditya Bhattaharya vardı.
Yıllar sonra, Taare Zameen Par \n (Yerdeki Yıldızlar) piyasaya sürülüşünün duyurulması amacıyla Headlines Today ’de yapılan bir programda, okul yıllarından bir öğretmeni onu sınıfta öne çıkan öğrencilerden biri olarak anlattı. Aamir hiçbir zaman kitap kurdu olmamıştı, ama inanılmaz derecede zekiydi. Ama Aamir’in çocukluğuna ilişkin anıları farklı. 1994’te Filmfare ile yaptığı bir röportajda şöyle demişti:
“Okulda, korkunç bir kabadayı olarak görülüyordum. Sekizinci sınıfa kadar eğitim gördüğüm Pali Hill’deki Saint Anne’de sınıfın en kavgacı oğlanlarından biriydim. Ama evde çok içekapanıktım.”
Okul kavgalarının birkaçını anımsayarak devam etmişti:
“Okul sonrası, skor eşitlemek için kavga ederdim. Bir
keresinde, biri erkek kardeşim Faisal’a vurunca, onun intikamını almaya gitmiştim. Tam bir dövüş horozu, sert bir çocuktum. Hiç kimse bana sataşmaya cesaret edemezdi.”
Kardeşlerinin de, büyüdükten sonra film setlerinde yaptığı muzipliklerle tanınan bir aktör olan haşarı erkek kardeşlerine ilişkin anekdotları var. Küçük kardeşlerini önemsiz ayak işlerinde kullanmak için oyunlar yaratmak Aamir açısından hiç de alışılmadık bir şey değilmiş. Dolayısıyla ne zaman bir bardak su istese, hemen Ferhat ile Faysal arasında suyu ilk kim getirecek türünden bir yanşma yaratıverirmiş.
Fakat her ne kadar küçük kardeşleri karşısında gardım indirse de, onu o yıllardan tanıyan başkaları üzerinde farklı kalıcı bir izlenim bırakmış. Nasir’m oğlu ve Aamir’in büyük kuzeni Mansoor genç Aamir’i, “Küçük bir çocukken Aamir kesinlikle çok farklıydı. Utangaç ve çok sessizdi. Onun oyuncu olmak istediğini daha sonra öğrendim. Ama gençlik yıllarımızda, bir insan olarak, onun içinde ne olduğunu kavramak zordu çünkü çok çekingendi. Belki onunla birlikte çekim yaparken hissettiğim en temel endişelerden birisi de buydu. Onun gibi utangaç birinin kameralann önünde nasıl rahat konuşacağını merak etmiştim,” sözleriyle hatırlıyor. Aamir’in aktör olma yolculuğunda kaybetmek zorunda olması kişisel bir özellikti. Geriye dönüp yaşanan dönüşüme bakan Mansoor, “Tamamen rahatlaması yıllar aldı. O güne kadar da sadece belirli rolleri oynadı. Fark ettiyseniz, onun duygusal sahneleri çok daha iyidir. Ama göz alıcı sahnelerdeki ritmi yakalaması biraz zaman aldı. Bence Rangila ile
doğru yolu buldu,” diyor.
Aamir'in büyüme yıllarında tesiri altında kaldığı en etkin kişi annesi Zinat Hussain oldu. 2008 senesinde Cineb-litz ile yaptığı röportajda, sevgiyle, “Gerçek anlamda bağlantı kurabildiğim ve birçok şey öğrendiğim en önemli kişi, annemdi. O inanılmaz derecede güçlü bir insan, başkalarının yaşadıkları konusunda çok hassas, insan olarak çok nazik, muhteşem bir kadın. En önemlisi de dengeli ve olgun,” diye aktarmıştı. Aktörün içindeki insanı şekillendiren de işte bu güçlü, hassas kadın oldu.
Fakat Aamir’in aktör olarak sergileyeceği nitelikler aynı zamanda tenis kortunda da kendini gösterdi. Eski günlere dair anlatılan diğer bir anekdot da, 12 yaşındaki Aamir ile ilk kez Khar Cimhana’da tanışan film yönetmeni Ashutosh Go-wariker’dan gelmekte. Her iki oğlan da erkenden gelmişti, görünürde başka kimse yoktu. Aamir tek başına antrenman yapıyordu, Ashutosh ona eşlik etmek istedi. Ama Aamir, bu talebi efsanevi kaba bir yanıtla, ona oyununu mahvedeceğini söyleyerek geri çevirdi. İlk başta Ashutosh bunu züppelik olarak algılayıp duymazdan geldi. Ama daha sonra Aamir’i oynarken seyredince oyuna olan hâkimiyetine hayran kaldı. Ashutosh’un onu yenebilmesi imkânsızdı.
Aamir’in tenise duyduğu bağlılık o kadar büyüktü ki tek bir antrenmanı bile kaçırmazdı, hatta buna oruç tuttuğu Ramazan ayı da dahildi. Bu odaklanma, onu okul yıllarında Mz-haraştrcCnın eyalet tenis şampiyonu yaptı.
Tenis aynı zamanda Aamir’e, en yakın arkadaşlarının sürekli olarak onunla ilişkilendirdiği bir nitelik olan empatiyi öğretti. 2009’da Cineblitz ile gerçekleştirdiği röportajında yaşadığı bir olayı, “Maçlardan sonra eve her dönüşümde, annem, ‘Kazandın mı, kazanmadın mı?’ diye sorardı. Normalde kazanırdım, dolayısıyla yanıtım her zaman, ‘Kazandım,’ olurdu. Bir keresinde eve geldim, o bana yine aynı soruyu sordu ve ben de aynı şekilde karşılık verdim. Sonra annem bakış açımı tamamen değiştiren bir şey söyledi. ‘Kaybeden çocuğun ne hissettiğini merak ediyorum, tabii eve dönüp yenildiğini söylediğinde annesinin ne hissettiğini de öyle.’ İşte, her şeyin bir de ‘diğer yanı’ olduğunu o zaman fark ettim,” diye aktardı.
İ
Aamir, tenis kortuna karşı hissettiği bağlılığı, Rubik küpünde ustalaşırken de kullandı. Yaşıtı birçok çocuk gibi, küpü keşfetmek ve çözmek için zaman harcadı. Fakat yaşıtı çocuklardan farklı olarak, hobisine duygduğu ilgiyi yeni bir seviyeye taşıdı ve dünya rekoru kırmaktan bahsetmeye başladı. Gazeteci Lata Khubchandani ile yaptığı röportajda, kız kardeşi Farhat Rubik küpünü çözerken Aamir’e zaman tutmaktan sıkıldığında, Aamir’in bir gün dünya rekorunu kırdığında, ona bu başarısında kendisine yardımcı olduğu için kendisine alenen teşekkür edeceği yönünde söz verdiğini hatırladığını ifade etti. Böylece Farhat’ın zaman tutmaya devam etmesini de sağlamış olmuştu.
Fakat Aamir’in strateji oluşturan zihni, belki de yetişkinlik yıllarına kadar uzanan ve hatta oğlu Junaid’e geçen satranç sevgisinde hayat buldu. Bangalore’de Hint Yönetim
Enstitütüsü’nde 3 Idiots 'ı (3 Aptal) çekerlerken, Aamir IIMB6 satranç takımının lideriyle sık sık bir tur satranç oynuyordu. Ancak ülkenin en iyi genç ticari zekâlarının bile bu karşılaşmaları kolayca kazanan Aamir’e karşı koyamadıkları açıktı.
Aamir, ister tenis ister satranç isterse de Rubik küpü olsun hedefine odaklanarak ilerleyen günlerdeki tek amacı olan mükemmelliyetçiliği kovalamacasının ilk ipuçlannı açık bir şekilde ortaya koydu.
“Filmlerde çalışmak beni mutlu edecekti, önemli olan tek şey buydu.”
(People, 2010 Aamir üniversitede filmlerde çalışma kararını aldığı
andan bahsediyor.)
“Eğer başarısız olursam, eğer hiç kimse beni artık görmek istemezse, film yapımcılığına girmek isterim; Belki bir yönetmen ya da yönetmen yardımcısı olarak. Eğer bu da işe yaramazsa kurgulamayı denerim, bu da olmazsa ayak işlerine bakarım. Ama endüstriden ayrılamam. Bildiğim tek şey bu.”
Aamir Khan, The Sunday Observer ’la yaptığı bir röportaj, 2001
Her ne kadar Aamir genelde film çekimlerinden uzak tutulmuş olsa da, Naşir Hussain’in yerli üretim Yadon Ki Baarat 'ında üç erkek kardeşin en küçüğü rolü için seçildi, ‘cana yakın görünümlü’ olarak afişe edilen sekiz yaşındaki Aamir, filmin birkaç sahnesinin parçası oldu ki buna Yadon Ki Baarat'ın film müziği de dahildi. Ama Aamir için film setleri korkunç yerlerdi. Director ’s Cut ’ta Kabir Bedi’ye, “İlk kez makyaj yapıldığında, bunu gerçekten çok komik buldum. Krep kullandıklarını düşündüm. Islaktı ve insana kendisini garip hissettiriyordu. Kokusunu hâlâ hatırlıyorum,” dedi.
Bu aslında genç Aamir’in ikinci ekrana çıkma girişimiydi. Daha önce kendisinden Pyar Ka Mosam filminde küçük Shashi Kapoor rolünü oynaması istenmişti. Film başarısızlıkla sonuçlanmıştı çünkü film çekimleri onun bir arabada oturmasını gerektirmekteydi. Ama Aamir arkadaşı, film yapımcısı Rac Khosla'nm kızı Reena’ya, onunkinden farklı bir arabada oturarak ihanet etmek istemediği için bunu reddetti.
Bir yetişkin olarak, Aamir ilk sahne deneyimini yaşamaya hazırdı. Fakat Yadon Ki Baarat’daki sekansı seyreden hayranlarına göre, o gitarını tıngırdatan, başını müzik eşliğinde sallayan ve ekranda annesinin kollarına koşan sevimli, küçük bir erkek kardeşti.
Bu kısa ve öz ‘cana yakın görünüm’ün yanı sıra, Aamir’in ailesinin onun için başka planlan da vardı. Tahir, Aamir’in mühendis ya da doktor olacağını hayal ediyordu. Ama bu genç oğlamn kısa bir süre içerisinde, Bombay Scottish’deki sınıf arkadaşı Aditya Bhattacharya’nın eşliğinde sinemayla hayatı boyunca sürecek bir buluşmaya hazırlandığının farkında değildi.
Aditya, film sektöründeki tanınmış bir Mumbai ailesinden geliyordu. Yönetmen Bimal Roy’un torunu ve yönetmen Basu Bhattacharya’nın oğlu olarak önlenmişti. Her ne kadar iki oğlan henüz mezun olmamış olsalar da, Aditya film yapımcılığı sürecini anlamak için ilk 40 dakikalık kısa filmi
Paranoiya yi çoktan çekmeye başlamıştı. Aamir, ona ayak işlerini yapmak, yardımcı olmak ve yapım müdürlüğü işini yürütmek için katıldı. Daha sonra, Aditya ondan filmde rol almasını bile istedi. Aditya, yaşananları, “Paranoiya çok basit yapılmıştı, neredeyse bir deneme çalışmasıydı. Sadece film yapımcılığı sürecinin tümünün üzerinden geçmek ve nasıl işlediğini görmek hevesindeydim. O günlerde, el kameralarımız yoktu. Dolayısıyla filmi 16 mm’ye çektim. Aamir okuldan arkadaşımdı ve kız kardeşim de bu işin içindeydi. Sonra Nina Gupta, Deepa Lagoo ve Viktor Banerjee gibi arkadaşlarım da vardı. Sadece onlardan gelmelerini ve bize iki ya da üç günlük çekimlerde eşlik etmelerini istemem yetti,” diye ifade ediyor.
Bu öğrencilik macerası, Aamir’in gerçek tutkusunu keşfetmesine yardımcı oldu. Yirmi yıldan daha uzun bir süre sonra, M dergisine, “İşte, bu filmi yaptığımızda, onun bir parçası olma sürecini yaşadığımda, hayatımın geri kalanı boyunca bunu yapmak istediğimi anladım... Sadece aktör olarak değil, başarabildiğim her yönden,” dedi. Aamir’in eğitimini tamamlamaktansa yoluna film yapımcılığıyla devam etmeye istediğine karar vermesi de o zaman gerçekleşti. Tahmin edildiği üzere, bu fikrini ailesiyle paylaştığında, ona karşı çıktılar ve tartışmalar hiddetle geceye karıştı. Ama sonunda ortak bir noktaya varıldı... Aamir aynı anda hem çalışacak, hem de okuluna devam edecekti.
Aamir hâlâ yönetmen mi, yoksa aktör mü olmak istediğinden emin değildi. Dolayısıyla amcası Naşir Hussain’e Man-zel Manzel 'in setinde eşlik etti, zihnini film yapımını anlamaya yoğunlaştırdı. Aynı zamanda, Ketan Mehta'mn Holi 'sinin rol dağıtımına da katıldı. Ketan’ın filmi üniversite kampüsünde geçen bir günü aktarıyordu ve Aamir daha önce hiç oynanmamış bir rol istedi. Ama bu filmde yer almak için, sadece tatil günlerinde çalışmaya razı gelmesi gerekiyordu. Aamir bir kez daha dengelenmesi zor bir işe soyunmuştu.
Başrol ya Aamir’e ya da tenis kortundan arkadaşı Ashu-tosh Gowariker’e verilecekti. Aamir sette kazınmış kafasıyla boy gösterince Ashutosh, filmin başrol oyuncusu oldu. Aamir de böylece ilk kötü adam rolünü oynamak zorunda kaldı.
Film farklı tepkilere yol açtı. Aamir’in ailesi, onun filmdeki küçük rolünü eleştirirken oldukça sertti. Ama dönemin saygın aktörleri Ratna Pathak ve Supriya Pathak Aamir’in ilk film denemesindeki oyunculuğunu çok beğendiler. 1992’de The Illustrated Weekly of India 'ya konuşan Aamir, uzun metrajlı filmdeki ilk rolüne gelen tepkileri şu şekilde dile getirmişti. “Beni tanıyan insanlar kötü tepki verdiler, tanımayanlar ise iyi.”
On sekiz yaşma geldiğinde Aamir, okulu bitirme fikrini bir kenara attı. 2001’de The Sunday Times of India yla yaptığı söyleşide, “Ben mezuniyete filan inanmıyordum. Eğer bir şeyle gerçekten ilgileniyorsanız, onu öğrenmelisiniz. Ben de bunu yaptım. Bu büyük bir karardı,” diyordu.
Özgüven ve büyük risk alma becerisi onun önündeki yolu çoktan açmaya başlamıştı.
“Kaç yaşında olduğunuzu Aamir’i sevip sevmediğiniz ortaya çıkarır. Eğer yirmi yaşından küçükseniz onu seversiniz. Eğer yirmiden büyükseniz, çıkartılan “ooh” ve “aah” seslerinin ne anlama geldiğini merak edersiniz. Qayamat Se Qayamat Tak piyasaya verildiğinden bu yana, 23 yaşındaki Aamir Khan tam bir gençlik fenomeni, yeni jenerasyonun hayalindeki erkek haline geldi. Amitabh Baççan ise daha çok bir baba gibiydi.”
India Today, 1988.
“Qayamat Se Qayamat TakfKıyametin Kıyameti) sinematik tarihi değiştirdi. Sisteme akliselindik getirdi. Müziği geri getirdi. Hikâyeyi geri getirdi. Bachchan dönemine de nokta koydu. Endüstri denklemi artık değişti. Artık gerçek
bir numara yok. Sadece adaylar var.”
The Illustrated Weekly of India, 1991
Sinyal, kırmızıya döndü. Sürücü koltuğundaki yakışıklı genç adam arabayı yavaşlattı. Pencereden dışarıyı seyrederken, yakınlardaki otomatik rikşa ile yolculuk edenlerin kendisine büyük bir merakla baktığını fark etti. Onu tanıyorlar mıydı? Hayır, hiç de tanıdık görünmüyorlardı. Onun yanındaki birisine mi bakıyorlardı? Öyle gibi de görünmüyordu. İşte, Aamir Khan’ın film yıldızı olduğunu anlaması böyle oldu.
Hayatı bir daha eskisi gibi olmayacaktı.
80’lerin sonlarında, sinema tutkunu olan milleti avucunun içine alan “Aamir çılgınlığından üç film sorumluydu: Qayamat Se Qayamat Tak, Raakh(Küller) ve Dil(Kalp). Qa-yamat Se Qayamat Tak milyonlarca gencin kalbini titreten o yüzü piyasaya sürmüşse, Raakh da aktörün çokyönlülüğünü gözler önüne sermiş, Dil onun gençlik ikonu olarak pozisyonunu perçinlemişti. Bu filmler bir yandan yeni bir çığır açarken, diğer yandan da Aamir’in 80’lerin Hint sinemasına getirdiği taze kanı yansıtmıştır.
Naşir Hussain bir sonraki filmi Qayamat Se Qayamat Tak ’in yönetmenliğini oğlu Mansoor’a devredince, Mansoor güya ona, “Baba, bu Thakur (asilzade) ailesindeki bir kan davasıyla ilgili. İyi ama Thakur tam olarak kim?” şeklinde karşılık verdi. Diğer bir deyişle, filme ilişkin her şey gerçek dünyada yansımasını bulmalı ve kabul gören hikâye anlatım tarzının ötesine geçmeliydi. Bu, filmin geri kalanının havasını belirleyecek bir yaklaşımdı. Ama 1988, Hint film yapımcılığının en iyi dönemi değildi. Asıl suçlu, ölümüne yapılan formül filmdi. Filmfare7 durumu, “Bamtelinize basan şey kan davası teması olmasa bile, mutlaka baştan savma çam ağaçlarının etrafında hoplayıp zıplama konseptiydi; sinirinizi bozan şey acıklı melodram değilse, mutlaka kaybedilip bulunan saçmalıklar diziniydi... Filmlerin yüzde doksan dokuzu seyredilemez nitelikteydi,” şeklinde ifade etti.
Naşir’in bağdaşmaz bir aşk hikâyesi olan Qayamat Se Qayamat Tak’ı yarattığı ortam buydu. Mansoor’m yönetiminde Thakuf\dx filmde kaldı fakat asırlık Romeo ve Juliet efsanesinin tekrar anlatımı klişelerden kurtularak modem bir Hint uyarlamasına dönüştü.
Naşir’in filmlerinde, o ana kadar yönetmen yardımcısı olan Aamir, erkek başrol oyuncusu seçildi. Söylenenlere bakılırsa Naşir, bu karan en son filminin setinde ilan etti, böy-lece Aamir, de dahil herkesi şaşırttı. Mansoor ve Aamir kuzen olsalar bile, Mansoor Aamir’in QayamatSe Qayamat Tak\a yer almasının iyi görünümlü ve zeki olması, iyi rol yapabilmesinden kaynaklandığı inancında her zaman açık oldu. Hak ettiği bir filmde rol almaktaydı. Karşısında, yine o zamanla-nn pek bilinmeyen artisti Juhi Chawla vardı. Juhi daha önce Sultanet 'te oynamış ama film, gişelerde en ufak bir iz bırakmaksızın yitip gitmişti.
Qayamat Se Qayamat Tak, Naşir Hussain yapımı iiç ardışık fiyaskoyu takip etti. Dolayısıyla başarı kazanmak hem yapımcı hem de filmin gösterim organizasyonu açısından çok önemliydi. Buna rağmen sıra dışı riskler aldılar ve zorlu seçimler yaptılar.
Yeni yüzlerin kullanımının yanı sıra, film yanm kalan büyük bir aşkın sıra dışı öyküsünü aktarıyordu. O dönemin mutlu sonlara alışkın Hint sineması göz önüne alındığında bu muazzam bir riskti. Buna rağmen Mansoor, alınan karara sıkı sıkıya bağlı kalmayı seçti; böylece Aamir’in takdirini de kazandı.
Mansoor’un film yapımcılığı yaklaşımı, o dönemin Hint sinemasında yer etmiş normlarda bir dönüşüme sebep oldu. Tabii başka farklar da yarattı. 1988 Martı’nda Filmfare ile yapılan müteakip bir röportajda Mansoor, “Ne tür bir film yaparsam yapayım, farklı olacaktır. Sansasyon heveslisi olmayacağım ya da klişelerle açmaza girmeyeceğim. İnsanların haz alacakları temiz, erdemli filmler yapacağım. Belirli bir insan grubunun istismarcı türden filmlerden sıkıldığını biliyorum. İşte, bu insanlar benim filmlerimi görmeye gelecekler,” dedi. Bu yaklaşım kendisini senaryo yazımında ve karakterlerde de gösterdi.
Aamir açısından, Mansoor’un film yapımcılığına ilişkin açık yaklaşımı, onun ilk önemli aktörlük projesinin ortak çalışmaya dayalı bir iş deneyimi olacağı anlamına geliyordu. Tüm verilere göre, Qayamat Se Qayamat Tak filminin örün-tüsü oldukça sıkıydı. Fakat ekibin kendine olan inancı dağıtımcıları gayrete getirmeye yeterli değildi. Film aylarca teneke kutularda süründü. Yıllar sonra, Aamir, sosyeteye yeni tanıtılan bir grup delikanlının sıra dışı aşk hikâyesini işleyen filmi piyasaya sürmenin zorluğunu yaşadı. Sonunda, Naşir Hussain filmi Mumbai’de bizzat dağıttı.
Öngörülebileceği üzere medya, filmin piyasaya sürülüşüyle ilgilenmedi. Basında sürüm öncesi çıkan haberler ya temelde Naşir Hussain’in filmin yapımındaki rolüne odaklandı ya da Mansoor Khan’m röportajını temel aldı. Filme öncülük eden ikili, Aamir ve Juhi, yokluklarıyla dikkat çekmişlerdi. Her ne kadar bugün akla hayale sığmaz görünse de, o günlerde çekilen bir video bile Aamir’in Qayamat Se Qa-yamat Tak filminin afişlerini bizzat kendisinin dağıttığını göstermektedir. Filmin tanıtımı, seyircilere, “Aamir Khan kimdir?” sorusunun yöneltildiği muzip bir kampanyayı bile içeriyordu.
Sonuç olarak film sinema salonlarında gösterilmeye başlandığında, seyircilerden alman tepkiler herkesi şaşırttı. Aamir sahneye gitarıyla “Papa Kehte Hain”i çalarak girince, tüm jenerasyon onu tanıdı ve onu seyretmek için sinema salonları önünde kuyruklar oluşturdu.
The Illustrated Weekly of India, fenomenin etkisini şöyle açıkladı:
Bobby’nin yaşadığı aşk hikâyesinin gişelerde büyük başarı yakaladığı günden bu yana böyle bir şey görülmedi.0 Hiçbir şey Qayamat Se Qayamat Tak" m sebep olduğu isteriyi yaratmadı. Ulusu avucuna aldı, sokaklardaki taklitçileri ortaya çıkarttı, müziği ve kahramanlarıyla kitleleri büyüledi.
Birdenbire, yıllar sonra, film dünyası ulusal kahramanlar anıtında kalıcı bir yer almaya hazırlanan bir yıldız yaratmış oldu.
Qayamat Se Qayamat Tak yeni ve eski Hindistan’ın yol ayrımındaki jenerasyonunun birçok açmazını yansıttı. Destekçiler, aile ve aşk arasında bir seçim yapmaya çabalarken seyirciler çelişkileriyle tamamen empati kurdular.
Tezaab(Asit), Paap Ki Duniya ve Khoon Bhari Mang’m büyük başarı yakaladığı yılda, Juhi Chawla ve Aamir Khan gençlik tazelikleriyle emsalsizdiler. Eski kin ve adaletsizlik temalarının yerini aşk için aşk almıştı. Sonunda, şehir gençliği kendilerini, özlem ve arzularını yansıtan sinemaya kavuşmuştu. Bu, onlann birbiriyle çelişen geleneksel ve çağdaş dünyalarını aynı anda destekledi.
Aamir normal ve insancıl biri olarak dikkat çekti. Çarpıcı derecede yakışıklıydı; fakat 1980’lerdeki Hint sinemasının vazgeçilmezi olan, hak arayan süper kahraman karakterini taşımıyordu. Qayamat Se Qayamat Tak’ta kötü adamlarla dövüşürken dayak yedi ve kefaletle serbest bırakılmak için arkadaşlarının yardımına ihtiyaç duydu.
Ama Mansoor’un bu filmi, uğruna çevirdiği seyirciler bundan hoşlandı. Aamir’in posterleri, kısa bir süre içerisinde tüm ülkede gençlerin yatak odasının duvarlarında diğer rakiplerini geride bırakarak yerini aldı. Aamir isterisinin zirve yaptığı, Qayamat Se Qayamat Tak m Kalküta’da 100 gün kutlamalarının yapıldığı günlerde, söylentilere bakılırsa çılgın hayranlan Aamir’in elbiselerini neredeyse parçaladılar!
Filmfare, “Aamir” etkisini şu şekilde açıkladı:
Aamir Khan belki de 80’lerin en gelecek vaat eden buluşu... yapmacık tavırları olmayan ufak yapılı bir oğlan. Film boyunca, hiç kasım kasım kasılmadı. Peki, insanların ilgisini çeken ne oldu? Bu saf masumiyet, böylesi bir güçten kaynaklanan aşın savunmasızlık... Bir şekilde, bu oğlan herkesi tüm çılgınlığıyla aşka inandırdı.
Beş yıl sonra bile Aamir, bu filmi favori altı filmi arasına aldı, Filmfare 'c/e şunları aktardı:
Bu filmin çekimi sırasında beni bir türlü yalnız bırakmayan, film gişelerde yükselmeye başlayıncaya kadar devam eden gerilim ve tedirginliği hiçbir zaman unutamam. Neyse ki, Nüzhat, Mansoor ve Naşir sahab8’la senaryo üzerinde çalıştığım için, karakter hakkında net bir fikrim vardı... Bu benim oyunculuğa ilk dokunuşumdu ve her sahne tam bir cehennemdi. Sadece dramatik olanlar değil, romantik olanlar bile kolay olmadı. Kızın gözlerine derin derin bakmak ve kendinizi ona, sizin için sadece birkaç ay önce tanıştığınız bir yabancı olmasına rağmen, deli gibi âşık olduğunuza inandırmaya çalışmak oldukça zor bir işti.
Aamir ve Juhi, popüler gençlik ikonu olarak nam salarken, Qayamat Se Qayamat Tak da yılın en başanlı filmi halini aldı. Kısa bir süre sonra Hint film endüstrisi toplu halde okul kampüs ortamında aşk hikâyeleri üretmeye başlamıştı.
Hatta Çayamat Se Qayamat Tak, “Erdemli Eğlence Sağlayan En Popüler Film” olarak Ulusal Ödül kazanmaya layık görüldü. Hint dillerinin tümüyle yapılan çalışmaları dikkate alan Hint hükümetinden alınan üstün şeref ödülü, filmin ulusal etkisini yansıttı. Film aynı zamanda Filmfare Ödülleri’ni de sildi süpürdü ki bu Hint sinema sanayisinin Oscar’ı olarak görülüyordu. Aamir, filmdeki performansından dolayı “En İyi Aktör ve Yılın En Sansasyonel Sahnesi” ödüllerine aday gösterildi. Her ne kadar “En İyi Aktör” ödülünü Tezaab 'daki Munna rolünden dolayı çok daha tanınmış Anil Kapoor’a kaptırmış olsa da, “En Sansasyonel Sahne” ödülünü kazandı.
Aamir kendi başarı standartlarını çoktan belirlemeye başlamıştı. Ödülü kabul ederken, “Bu filmle En İyi Aktör ödülüne aday gösterilmek tabii beni heyecanlandırmıştı, ödül Anil’e (Kapoor) gidince de hayal kırıklığına uğramıştım, ama sanırım o bunu hak etti. Evet, “Yılın En Sansasyonel Sahnesi” ödülünü almaya gelince, çok heyecanlandım. Tüm akşam Qayamat ekibi adına ödülleri topladıktan sonra, her ne kadar tek başlı bir mücadele olduğu için teselli mükâfatı gibi görünmüş olsa da, sonunda kendim için de bir ödül aldım. Ödül son beş yıl içerisinde yeni gelenler arasından en iyisine veriliyor olsaydı, belki de çok daha anlamlı olabilirdi,” dedi.
Aamir yeni jenerasyonun ikonuydu. Qayamat Se Çayamat Tak ’taki Raj gibi, romantizmin güzelliğini sinemaya geri kazandırmıştı. Yine de daha o bundan daha fazlasmı istiyordu.
Hint film endüstrisinde, başarının anlamını yeniden tanımlayacak bir aktör sonunda gelmişti.
Sinematik becerinin kesin kavranmasından bahseden seçkin bir film. Görselliği ve zorlu şiirselliği çağrıştırmasıyla, Raakh çarpıcı bir yapım.
The Sunday Observer, 1989
Orijinal ve canlı... Raakh, Hint melodramının klişelerinin ötesine geçmek için uğraşıyor ve bunu başarıyor.
The Guardian, 1989
Olumsuz bir rolde çarpıcı bir performans.
(Filmfare, Aamir 'in Raakh ’taki rolüne dair, 1989)
Aamir Qayamat Se Qayamat Tak üzerinde çalışıyor olsa da, aynı anda eski arkadaşı Aditya Bhattacharya için de bir film tamamlıyordu ,Her ne kadar film daha sonra piyasaya sürülmüş olsa da, aslında Aditya, Aamir’e filminde, onun Qayamat Se Qayamat Tak ’da yıldız olması kararlaştırılmadan çok önce rol vermişti.
İsminin de ortaya koyduğu üzere, Raakh, çapraşık, şiddet yüklü, insanları kötü düşüncelere sevk eden bir hikâyeydi. Hint sinemasına egemen etkilerden ziyade, dünya sinemasının baskın dalgalarıyla çok daha fazla ortak yönü vardı. Taxi Driver gibi başyapıtların gizli etkisiyle, Raakh etkisinin artırılması için ev video formatmda çekilmişti. Film aynı zamanda Hint sinemasının “polisiye” formatının baltalayıcı kullanımıyla da devrimciydi.
Aamir’in Amir Hussein rolünü oynadığı Raakh, sevdiği kadının vahşice tecavüze uğramasıyla baş etmeye çalışan genç bir adamın hikâyesiydi. Kan davası, birliktelik, izolasyon ve parçalanma temalarını bir araya getiren ana olaylar dizini, şehir ortamında işleniyordu. Aditya, “Genç bir oğlanın gerçek anlamda mülkü ya da serveti yoktur. Onun için en değerli şey, sevdiği kadındır. Bu tüm hayatınız boyunca doğru olabilir, fakat 20’li yaşlardaki bir oğlan için bu, hayatının temel odağıdır. Ben bu kadının başına bir şey geldiğini hayal ettim. Artık biraz daha yaşlı ve pragmatiktir, işin içinde birtakım organize suç olduğunu, bunların peşinden gitmenin ise bir anlamının olmadığını fark eder. Ancak elebaşı, olan bitenden dolayı kendisini sorumlu hisseder, sonra her şey kontrolden çıkar. Yaşanan kan davası sonunda saldıran kişiyi tam olarak saldırmaya çalıştığı kişilerin konumuna sokar. Aynı ateş her şeyi küle dönüştürür,” diyor.
Filmde aynı zamanda Aamir’i tanınmış karakter sanatçıları Pankaj Kapoor ve Supriya Pat hak'm yanında bir rolde de görürüz. Film endüstrisine yeni başlayan bir aktör için bu hem inanılmaz zor bir iş, hem de muazzam bir fırsattır.
Bu karmaşık hikâyeyi anlatan çok genç bir ekipti, çoğu henüz 25 yaşma gelmemişti. Hayal güçlerini destekleyen kişi ilk kez yapımcılık yapan, o günlerde sadece 32 yaşında olan AsifNooPdu. Deneyimsiz olmasına rağmen, ekip Hint sinemasının en parlak ve henüz keşfedilmemiş genç, yaratıcı ka-falannı bünyesine almış, dikkate değer perspektifleri ve yetenekleri film setine dahil etmiştir. Aditya ve Aamir’in yanı sıra, filmde aynı zamanda görüntü yönetmeni olarak Santosh Sivan ve yayıncı olarak da Srikar Prasad yer almıştır.
Geriye bakıldığında Aditya, çalıştığı ekibin gençliğini, hikâyesini anlatmanın, aynlmaz bir parçası olduğunu gördü. Yirmi yıl sonra dâhi, “Bu film, onlarsız kesinlikle gerçekleş-tirilemezdi; bu önemli yıldızlar ekibini bir araya getiren bir masumiyet, bir enerji vardı. Çekimle geçirilen, yapım sonrası yaşanan her gün neşe doluydu ve bir şekilde yaptığımız işi markalayan kinizmle bâkir kalmıştı,” demişti. Belki ekibi, bir buçuk yıl boyunca paylaşılan büyük sıkıntılara rağmen bir arada tutan da buydu. Sıkıntılardan teki de Hint film endüstrisinde pek sık rastlanılmayan bir grevdi, filmin çekiminin planlanmadık bir şekilde ikinci kez yapılmasını mecburi kılmıştı. Zayiatlara çekimin en pahalı günü de eklendi: filmin zirvesindeki evlenme silsilesi. Sahne tek bir çekim yapılmaksızın iptal edilmek zorunda kaldı. Yine de ekip azimliydi.
Raakh 1989’un sonunda piyasaya sürüldüğünde, Aamir’ in Qayamat Se Qayamat Tak 'daki muazzam başarısını takip etti. Filmin ikinci programı, daha sonra tamamlanacağını kesinleştirmişti. Ayrıca, Naşir’ın Asif’ten filmi Qayamat Se Qayamat Tak 'dan sonra piyasaya sürmesini istemesinin belirli sebepleri vardı.
Her ne kadar her iki film de daha önce çekilen ve 80’ lerde piyasaya sürülen kan davası konulu filmlerinden bağımsız olsa da, birbirinden bu kadar farklı iki film daha ola-mnzdı. Raakh ııı insanı düşüncelere sevk eden bakış açısı ve yalın gerçekliği, (Javamat Sc Qayamat Tak 'ııı ebedi romantizmiyle çelişki içindeydi. Raakh’m silikleşen, amansız ve umutsuz hatlarında, Qayamat Sc Çaycıma t Tak ’ııı duygusallığı tamamen eksikti.
Ender rastlanılır bir Hint film betimlemesinde, Aamir, Raakh 'ta terli bir surat ve titreyen ellerle gönülsüz bir katilin şuurunu içselleştirirken görülmektedir. QayamatSe Qayamat Tak ’da olduğu gibi, karakter hiçbir zaman sıradan bir insandan daha ilginç ve heyecan verici değildi. Sıradan bir oğlandı. Yine de Raakh 'in uç bağlamlarında fark vardı. Her iki karakteri eşzamanlı yarattığı için Aamir’e de saygı duymak gerekir. Sonuç tam bir başarıydı, Aamir, Pankaj ve Supri-V’tf’nın yanında dikkat çekici bir performans sergiledi. Delicesine âşık oldu, utangaç bir hassasiyet yaşadı, çaresiz kaldı, acı çekti, kayıplar yaşadı, öfkelendi, zulüm yüklü bir suçluluk, umutsuzluk ve kararlılık hissetti. Seyirciler, Aamir’in tek bir rolde bu kadar geniş bir duygu yelpazesi yaşadığını bir daha hiç göremeyeceklerdi.
Hâlâ utangaç olan aktör sürekli olarak daha önce hiç karşılaşmadığı yeni dramatik durumlara sürüklenmekteydi. India Today’\c yapılan ileri tarihli bir röportajda Aditya, Aamir ile Supriya arasındaki samimi bir sahnede yüzü kızarmış Aamir’in tereddüdünü anımsadı. Aditya, “Bu hem komik, hem de çok tatlıydı,” dedi. Aamir’in ilk filmlerini simgeleyen bu utangaç hassasiyet, onu seyircilere sevdirdi. Fakat Raakh 'da, Qayamal Se Qayamat Tak’Ğa da görülen sa-vunmasızM, Aamir’in daha sonraki filmlerinde artık görülemeyecek kadar uç noktaya taşındı.
Aditya’nın “yıldız Aamir”in farkına varmasına hiçbir şekilde gerek kalmadı. O kendi kendine bir aktör gibi davranmaya başlamıştı bile. Sonuç olarak, bu filmde Aamir’in daha sonraki filmlerinde gittikçe ender bir hal alan sahnelerini görürüz. İnanılmaz derecede zayıftır ve ya ağırlık kaldırmaya çalışmakta, ya da yumuşak bir ses tonuyla şarkı söylemektedir.
Aamir’in ilk filmleri arasındaki en güçlü sahne belki de Raakh 'da, Aamir’in ilk cinayet eylemini yansıtan, teselli edilemez bir halde duvara yaslanıp kaldığı sahnedir. Hem aşkı hem de acısında, tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilen küstah bir duygu ifadesi vardır. Belki de Aamir’in bir keresinde, “Bu film için çok sıkı çalıştım, benliğimin ve becerimin hepsini buna yatırdım... Çekim süresince çok şey öğrendim,” demesinin sebebi bunlardır.
Her ne kadar film büyük bir gişe başarısı yakalamamış olsa da, eleştirmenler tarafından muazzam bir alkışla karşılandı, Ulusal Film Ödülleri’nde iki kategoride ödül kazandı. Ayrıca Aamir’in kayda değer performansından da özellikle bahsedildi. Film aynı zamanda Aditya’ya, Bengal Film Gazetecileri Cemiyeti’nden “En İyi Yönetmen” ödülünü de kazandırdı. Ayrıca bu bir Aamir Khan filminin uluslararası film festivaline ilk katılımıydı. Film Montreal Film Festivali’nde, Mannheim Film Festivali’nde, Moskova Film Festivali’nde ve Kahire Film Festivali’nde resmi seçimin bir parçası oldu.
Raakh aynı zamanda Aamir’in kariyerinin başlarında yarattığı çokyönlü ve becerikli aktör namını kazanmasına yardımcı oldu. O günlerin en önemli seslerinden biri olan film eleştirmeni Khalid Molıamed The Times of India ’da, “Aamir Khan için, Bu diğer bir kişisel zaferdir. Zekâsını, hassasiyetini ve bir karaktere bürünme becerisini gözler önüne sermektedir. Raakh sırf onun için seyredilmelidir,” diye yazdı. Filmin piyasaya sürülmesiyle birlikte, Hint sinemasının Aamir Khan’ın içinde hem bir yıldız hem de bir aktör bulduğu açıktı.
Kariyeri süresince, Aamir sık sık popüler ve deneysel Hint sineması arasındaki sınırları büyük bir cesaretle birleştiren öncüler arasında yerini alacaktı. O günlerde bunun farkında olsun ya da olmasın, Raakh bu yönde atılan ilk adımdı.
“Gösteri dünyasında Aamir Khan’a benzeyen tek bir kişi bulunmamaktadır. O genç. Yüzü henüz taze. Gösteri dünyasında herkesin bahsettiği bir yıldız... Fakat, geçen seneki süper başarılı filmi Dil onu tekrar zirveye taşıyana kadar, bir dizi hata kariyerinin aniden tepetaklak olmasına sebep oldu. Bu kez kristal küreye bakanlar yükselişin sonsuza kadar yaşanacağına yemin ediyorlar. Aamir Khan’ın ufukta bir sonraki megastar olduğundan eminler.”
The Illustrated Weekly of India, 1991
Dil Aamir’in Qayamat Se Qayamat Tak ’ın ardından imzaladığı bir dizi filmden en sonuncusuydu. Ama bu filmlerin
hepsi Qayamat Se Qayamat Tak’m başarısını yakalamadı. Love Love Love ve Awwal Number, aynen Deewana Mujh Sa Nahin(Kahır) ve Jawani Zindabad gibi, hızlı bir başarıyla seslerini duyurdu. Afsana Pyar Ka ve Daulat Ki Jung gibi filmlerin daha sonraki başarısızlıkları da onun bir türlü aklından çıkmadı. Aslında, başarısızlıkların başarılardan sayıca fazla olduğu tek yıl da buydu.
Bunu hemen reddetme ve kendinden şüphe etmek takip etti. Mayıs 1990’da, 25 yaşındaki Aamir, The Times of India ya verdiği bir röportajda:
“Bazen kariyeriniz uğruna verdiğiniz tavizler geri tepiyor... Qayamat Se Qayamat Tak’m piyasaya sürülmesini takip eden yoğun fanatik akınınm iyi birisinden ziyade yeni birisi için olduğunu öğrendim,” dedi.
Yerli üretim ve Tahir Hussain’in ilk reji deneyimi olan Tum Mere Ho (Sen Benimsin) gişelerde orta karar bir başarı yakaladığında biraz soluk alındı. Ama bu Aamir’in, aktör olarak tekrar ciddiye alınması için büyük bir ivmeye ihtiyaç duyan düşme eğilimindeki kariyerini desteklemeye yeterli değildi.
Qayamat Se Qayamat Tak’m. başarısını takip eden romantik film dalgası aynı zamanda diğer yeni yüzlere kapı açmıştı. En başarılı diğer iki karakter Maine Pyar Kiya filminde Salman Khan ve Aashiqui’dQ Rahul Roy tarafından icra edildi, bunların ikisi de gençlere özgü romantik filmlerdi. Rahul Roy’un başarısı geçici olurken, Salman büyük bir hızla genç Hindistan’ın yeni poster çocuğu oldu çıktı. Ma
harashtra Herald, Hindistan’ın yeni gençlik ikonunun gelişini şu şekilde duyurdu:
“Salman, Aamir’in oyduğu oyuğa mükemmel bir şekilde uydu. Genç kalabalık acıkmaya başlamıştı. Kendilerine Qayamat Se Qayamat Tak ’in karşısında tatlı bir kurabiye verildi ve bundan koca bir ısırık almak için en uygun zamandı.”
Qayamat Se Qayamat Tak’tm iki yıl sonra Aamir’den gelecek büyük bir başarının eksikliği içerisinde, Aamir ve Salman arasındaki kıyaslanmalar kaçınılmazdı ve bu durum, Aamir’in lehine gelişmedi. Günün sinema izleyicileri ve eleştirmenler de Aamir’i tek filmlik bir mucize olarak isimlendirmeye, onu, 80’lerin başındaki ilk filmi Love Story ’deki muazzam başarısının ardından en ufak bir iz bırakmaksızın ortadan kaybolan Kumar Gurav’la kıyaslamaya başlamışlardı.
Bu şartlar altında Dil, Aamir’in kariyerinin en önemli filmlerinden biri halini aldı. Film yönetmeni İndra Kumar'm da film hakkında takıldığı birçok nokta vardı. Kendisinin sahnelediği Kasam 'in gişelerdeki başarısızlığının ardından, o da kendisine yönetmen olarak bir başlangıç yapmaktaydı. Kariyerinin başındaki Aamir, kendilerini Hint film endüstrisinde kabul ettirmeye çalışan yönetmenlerle işbirliği yap- .■]
hikâyeleriyle uyum içerisinde, rakipler sevgilerinin farkına vararak büyük anlaşmazlıkları aşıp sevgiliye dönüşürler. Film, Qayamat Se Qayamat Tak tarafından harekete geçirilen çok daha yeni sinematik dalgayla uyum içindeydi, ortam çağdaştı. Aamir bir kez daha sahnelere romantik bir kahraman olarak geri döndü. QayamatSe Qayamat Tak ’daki Raj’m yerine, Dil ’de kahraman Raja’yı oynadı. Ama benzerlikler burada sonlandı. Her ne kadar isimler benzer ve konu aşk olsa da, Dil 'deki Raja kaba, asi, sert, çoğunlukla şakacı ve zaman zaman kötü bir insandı. Çok uzun süreli bir sıkıntı yaşamadı. Bunun yerine kararlı, neredeyse küstah bir saygısızlık içerisinde hareket etti.
Dil, Qayamat Se Qayamat Tak ’ın masum tazeliğinden ve düzeyli ağırbaşlılığından çok uzakta, kullandığı, önde gelenlerin zevki doğrultusunda önceden tasarlanarak kaleme alınmış gamsız komediyle zirveye tırmandı. Qayamat Se Qa-yamat Tak ne kadar duygusal bir filmse, Dil de bir o kadar eğlenceliydi. Böylece Aamir, hangi senaryo olursa olsun ona ayak uydurabileceğini ispatlayarak zorluklara meydan okumuş oldu.
Gereken durumlarda Aamir, itirazlarının yönetmenin görüşü doğrultusunda hükümsüz kılınmasına itiraz etme hakkı saklı kalarak, defalarca yönetmenin yapmasını istediği rolü oynadı. Buna verilebilecek örneklerden birisi Dil 'deki evlenme sahnesiydi. Raja (Aamir tarafından canlandırılıyordu) sevgilisinin odasında bir yangın başlatır ve ateşin etrafında kızın çaresiz babasının önünde yedi tur atar, sembolik açıdan Hint evlilik törenini sahnelemektedir. Her zaman mü-kemmelliyetçi olan Aamir, filmdeki çok daha çarpıcı sahnelerde sergilediği performanstan tatmin olmamıştır. The Times of India ya verdiği bir röportajda, “O günlerde, bu tür sinemaya alışkın değildim... Bahane üretmek istemiyorum... her nedense aktör olarak yetersiz kaldığımı hissediyorum. Dolayısıyla gerilim gerektiren o çok çarpıcı sahnelerde, kendimi başarılı hissetmedim,” der.
Buna rağmen, sonraki birçok röportajda, Aamir Dil 'deki performansını Qayamat Se Qayamat Tak 'daki performansının geliştirilmiş hali olarak değerlendirir. 1993’te, Dil’i en favori altı filmi arasına bile sokar. Filmfare ’de şöyle der:
“Z)z7'e kadar, sadece Qayamat Se Qayamat Tak 'daki rolümü tekrar tekrar oynuyordum. Birdenbire babasına kaba ve kız arkadaşına sert davranan arsız bir adama dönüşmem gerekti. Sadece Indu’yu (yönetmen Indra Kumar) örnek almak bile beni inandırıcı derecede ‘kötü’ yaptı. Hatta performansıma bizzat ben bile şaşırdım. Tabii ki bugün çok daha başarılı olacağım diğer birtakım sahneler var. Fakat genelde iyiydim ve daha önce yaptıklarımdan çok daha iyi dans ettim,” dedi.
Eğer Qayamat Se Qayamat Tak, Aamir’i bir fenomen olarak tanıttıysa, Dil de onun esas yapı içerisinde tecrübe etme becerisini zarif bir biçimde gösterdiği konumunu pekiştirdi. Film aynı zamanda Aamir’i Madhuri Dikşit ile ilk ve en başanlı ekran eşleşmesinde bir araya getirdi. Madhuri,
Aamir’in Tezaab ’ta başarı kazandığı sene, Hint imgelemine yıldızı parlayarak girdi. Eğer Aamir romantik kahramansa Madhuri de dans pistinin kraliçesiydi. Dolayısıyla romantizmin geri dönüşüyle birlikte, seyirciler Aamir’i de daha önce hiç yapmadığı şekilde sallanıp dönerken seyrettiler. Hambe caisi Hadi Hayi şarkısı bu çiftin en önde gelen melodilerinden biriydi ve kısa süre içerisinde ülke çapında kampüslerin marşı haline geldi.
1990’da, gösterime girmesiyle birlikte Dil yılın en büyük başarısı olarak öne çıkıp gişe rekorlan kırmaya başladı. 1990-2000 yılları arasındaki on yıllık sürede de en çok kazandıranlar arasındaydı. Aamir daha sonra The Illustrated Weekly of India 'daki, bir röportajda bunu şöyle ifade etti: “Dil başarılı olunca, anında hayatıma can geldi. Bana tekrar başlama gücü kattı.”
Madhuri ilk Filmfare ödülü olan En İyi Kadın oyuncu ödülünü kazanıp yoluna devam etti. Ama Aamir’in bu ve diğer ödül törenlerinde gözden kaçmış olması, onun ödül veren jürilerle gergin ilişkisinin de başlangıcı oldu.
Yine de, kadrodaki değişimlere rağmen Dil, Aamir’i romantik kahraman rolüne oturttu, ona “çikolata oğlan” lakabını kazandırdı. O günlerde Newstime, Aamir’in Dil 'deki başansını analiz ederken, konuyu şu şekilde toparladı:
“Yönetmenler aktörün romantik rollere rahat, güvende olduğunda en iyi şekilde uyum sağladığını fark etti. Dahası, kendisi seyirciler tarafından çok daha kolay kabul edild/. Ama onun kan döken maço rollerine uygun olmadığı da kesin.”
Fakat yeni edindiği etiket pek de doğrulanmamıştı. O günlerde, The Illustrated Weekly of India, Aamir’in oynadığı karakterlerde çeşitlilik denemekten korkmadığını işaret etti. Derginin gözlemi şöyleydi:
Aamir, kısa bir zaman diliminde, geleceği parlak bir kriket oyuncusunu (Awwal Number), bir yılan oynatıcısını (Turn Mere Ho), abayı yakmış bir âşığı (Deewana Mujh Sa Nahin), kabiliyetsiz bir aktivisti (Jawani Zindabad), sıradan bir âşığı (Dil), bir çapkını (Afsana Pyar Ka) canlandırdı.
Aamir Khan’m kalıcı olduğu kesindi. Bu başarıya ‘çikolata oğlan’ lakabı eşlik etti. Takip eden yirmi yılı, buna beceriksizce direnerek geçirdi. Yine de 1990’da, Aamir, genç romantik kahramanı jenerasyonunun diğer herhangi bir aktöründen çok daha fazla karakterize etti. Yüzü, yarının sözünü taşımaktaydı.
Qayamat Se Qayamat Tak - Yeni Jenerasyonun Sesi
Hintli seyircilerin zihniyetlerini değiştirmeye kendini adadıktan yirmi yıl sonra, Mansoor Khan Qayamat Se Qayamat Tak Un olağanüstü başarısının ve Aamir’in bir jenerasyon üzerindeki etkisinin arkasında yatan sebepleri de ğerlendiriyor.
Mansoor Han: Qayamat Se Qayamat Tak neden bu kadar geniş kabul gördü? Emin değilim. Ama sanırım insanlar tarzdan ziyade dürüstlük içerisinde konuşan bir film bekliyorlardı. Ayrıca hem hikâyenin iyi yazıldığından, hem de karakterlerin net bir şekilde şekillendirildiğinden emin olmak için bilinçli bir şekilde çalıştık. Yapılması gerektiğini düşündüğümüz şey konusunda doğru ve dürüst olmaya çalışıyorduk. Dolayısıyla kahraman karakterini savunmasız, dürüst ve basit yaratmak türünden küçük şeylerle uğraştık. O günlerde eğilim, kahramanın yenilmez olmasıydı. Bir şekilde insanlar herkesin bunu görmekten hoşlandığını düşünmeye başlamıştı ama ben buna inanmadım.
Her şey inanılmaz derecede ustaca işlenmiş bir hal aldı. Sanırım insanların kalplerinin derinliklerine işleyen şey Aamir ve Juhi’nin karakterlerinin yalınlığından kaynaklanan bir şeydi.
Büyükanne ve Goga karakterleri gibi yaşlı olanlar, babam tarafından yaratılmıştı. O bu kısmı gerçekten çok iyi bir şekilde ve belirli bir samimiyet seviyesinde ayrmtılan-dırdı. Geçen gün Javed Sahab ile karşılaştım ve o da bu konuda yorumda bulundu. Dövüş sahnelerinde bile büyük bir ağırbaşlılık olduğunu söyledi. Daha önce bunu hiç böyle düşünmemiştim. Fakat aksi takdirde, böyle bir durumda, insanlar çok incelikten yoksun bir hale gelir. Sanınm bu ağırbaşlılığın, babamın geçmişiyle ve senaryoya aktardığı kültürel özle bir ilgisi vardı. Dolayısıyla filmi çeşitli şeyler şekillendirdi, tıpkı babamın ailenin nasıl olması gerektiğine dair
genel düşüncesi gibi...
Filmin canlandırıcı bir müziği olduğu da uzun bir süre sonra ortaya çıktı. Az sayıda enstrümanla, farklı bir şekilde yapılmıştı. İnsanları zorlamıyordu. Bunlar benim bilinçli olarak şekillendirdiğim şeylerdi ve bence film de çok canlıydı. Eğer gösterişli bir kavgaya ihtiyaç yoksa bunu yapmadık. Eğer babanın oğlunu azarlamak yerine kucaklaması gerekiyorsa o zaman sahne öyle sonlandı. O ana enerji katmak için herhangi bir diyalog kullanmadık.
Ayrıca işe uzlaşmaz bir aşkla başlarsak, o zaman hikâyeyi yine bu şekilde bitirmemiz gerekeceğine inandık ki sonun üzücü olma sebebi de bu. Dolayısıyla bu tamamen doğruydu ve gerçek dışı değildi. Zor bir karardı. Benim için değil, babam için. Ben bunun bu şekilde olması gerektiğine ikna olmuştum. Onu o şekilde yazdım ve o şekilde de çektim. Fakat babam çekimlere geldiğinde,“Mutlu sonu sakın unutma,” deyip durdu. Sadece bu konuyu konuşuyor, çekimlerin nasıl gittiğini bile sormuyordu. Bana göre son hiç de acıklı değildi, sadece gerçekçiydi. Şartlardan dolayı bunun bu şekilde olması gerekmişti. Kızın babası, oğlanı ortadan kaldırmak istemiş ama kız vurulmuştu. Dolayısıyla filmde kaderin etkisi vardı.
Film piyasaya sürülünce, Aamir de seyirciler ve kızlar tarafından çılgınca sevildi. Bu o kadar açıktı ki film uzun bir süre iyi iş yaptı. Belki de biz bir erkek kültürüyüz. Piyasaya sürülen filmlere bakarsanız, erkek kahraman çok daha fazla fark edilir durumda.
O dönemde Aamir’in, bugün Imran’ın (Mansoor’un yeğeni ve Hint film endüstrisinin parlayan yıldızı) olduğu noktada bulunduğunu rahatça söyleyebilirim. Çok beklenmedik, rolünün hakkı verilmemiş bir kişilikti. O günlerde bir aktör olarak çok daha fazla gelişmesi gerektiği açıktı ki bunu kendisi de biliyordu. Geriye baktığında, yaptığı birçok muhteşem şey var ama yine de, o günlerde utangaç biri olduğu için birçok şey karşısında sinerdi. Yine de, asıl nokta şu ki bu, insanların ilgisini çeken bir şeydi. İnsan olarak taşıdığı çekici niteliklerin hepsi güzel bir şekilde resmedilmişti. İnsanlar onu gerçekten sevmişti. Aamir, film ilgi gördüğü için tanınmamıştı. İnsanlar, Aamir*i sevmişlerdi.
Ben bunun Imran açısından da öyle olduğunu düşünüyorum. Aamir ve Imran’m sahip oldukları ortak bir nitelik var, ikisi de karizmatik. Dolayısıyla belirli bir zamanda iş yönünden ellerinden gelenin en iyisini ortaya koymamış olsalar da karizmaları, insanlan onlara doğru çekmeye devam ediyor.
Tabii ki Aamir sırf karizmasına bel bağlamak istemedi. Daha sonraları çalıştı ve sürekli olarak kendisini yeniledi ki bu popüler bir aktör için en dikkate değer şeydir. Ajay Devan ve Hrithik Roshan gibi diğer adamlardan bazıları da aynısını yaptı. Ama Aamir bunu en istikrarlı yürütendi. Farklı ve ticari bir şey arasında iyi bir denge kurdu. Özellikle ticari olmaya çalışmıyor. Yine de Aamir*in sezgisel olarak ticari bir içgüdüsü var. Hafif farklı ve aynı zamanda da ilginç bir şeyin doğru karışımını elde etmeyi başanyor.
Raakh ve Sınırlar Ötesinde Sinema
Yönetmen Aditya Bhattacharycı ve yapımcı AsifNoor, geleneksel üslubun ötesine geçen özgün bir film yapmaktan bahsediyorlar.
r
Aditya Bhattacharya: Dünya sinemasına baktığınızda, Raakh ’a benzediğini düşünülebileceğiniz filmler mevcut. Hindistan’da, Parinda(Kuş) ve Satya(Gerçek) gibi aynı mekânda çekilen filmler çok daha sonra geldi. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse biz tüm bunların farkında değildik. Sadece film çeviriyorduk. Bugün, bu stilize edilmiş ilk kent filmlerinden biri gibi görünüyor. Yine de Raakh \ nasıl adlandıracağımı bilmiyorum. Diğer insanlara göre o bir kült film.
Sektördeki arkadaşları, basını ve seyircileri kesinlikle silkeledi. O günlerde multiplekslerimiz yoktu. Dolayısıyla sinema salonları çok büyüktü ve buna benzer bir filmi finanse etmek zordu. Ayrıca çok az sayıda sinema salonu ve piyasaya sürülen çok sayıda film vardı. Dolayısıyla çok fazla reklamımız olmadı. Her ne kadar film üçüncü haftasında yaklaşık yüzde yetmiş beş iş yapıyor olsa da ki bu rakam aslında çok iyidir, onu geri çekmek zorunda kaldık. Bu yüzden filmin etkisini ölçmek zor. Bu, film uzmanların işi.
Hindistan’da, 80’lerin sonu ve 90’lann başı en zorlu zamanlardı. Günümüzde yaygın jargon haline gelen AK46 ya da AK47 türü şeyler ilk kez o zaman duyulmaya başlandı. Sokaklarda silahlı çatışmalar yaşanıyordu; aynca çok sayıda yeraltı dünyası faaliyeti sürdürülüyordu. Dolayısıyla benim
gibi çok korunaklı bir ortamda yetişen ve bu dünyayı bilmeyen biri için bu, o dünyayla karşı karşıya kalmak ve hayatımın değişmesi durumunda ne olacağını hayal etmek gibi bir şeydi. Bu hikâye, kahramanının yolculuğu haline geldi.
Bir anlamda, çekimi evde yapmamızın gerçekçi sebepleri de vardı. Ama aynı zamanda Aamir’in evinin benim evim oluşunu da simgeselleştiriyordu. Onun ailesi de az çok benim ailem kadar kendi halindeydi. Bu otobiyografik değildi ama benim bildiğim dünya buydu. Sonra onu, beni etkileyen dünyaya sokuverdim.
Film yapımcısı genç bir arkadaşım bana Aamir’in oynadığı karakterin yolculuğunun, Apocalypse Now9 'daki Martin Sheen’in oynadığı karakterinkinden hiç de farklı olmadığını söyledi. Ama bu çok daha büyük bir şeydi, Vietnam Savaşı’ndan bahsediyordu. Orada, suç yüklü Mumbai sokaklarına karışmak için Batılı kenar mahalledeki rahat yaşamını terk eden bir genç canlandırılır.
Yine de, her ne kadar Apocalypse Now u sevmiş olsam da, ekipte çok sayıda acemi olduğu için, hiçbir şeyi kaçırmamak uğruna hepimizin çaba harcadığını düşünüyorum. Bence filmde asıl dikkat çeken şey bu.
tş, Aamir’e rol vermeye geldiğinde onun Raakh için doğru kişi olduğundan daha en başından beri oldukça emindim. O role başka birisini düşündüğümüzü bile sanmıyorum. Hatta ona bu rolü vermeye Qayamat Se Qayamat Tak ’dan bile önce karar vermiştim. Ama Mansoor, parayı beklenenden daha önce toparladı ve onların çekim programı bizimkinden biraz daha öne geçti.
İlk başta, 1983’te Aamir ile Paranoiya’yı çektiğimde, oyunculukla ilgilenmemişti bile. Bu biraz beni andırıyordu. Ailem film işinde olduğu için, ben de filmlerde çalışmak istememiştim. O da aynı tepkiyi verdi. Onu, bunu yapması için gerçekten zorlamak zorunda kaldım.
Asif Noor: Aditya, filmin yapımcısı olmam için benimle temasa geçmeden önce, farklı yarım düzine insanla görüştü. Ben tamamen değişik bir alandaydım. Dolayısıyla muhtemelen onun akima filmi destekleyebilecek birisi gibi gelmedim. Benim için konu, Aamir Khan ya da senaryo değildi. Aditya bir film yapıyordu ve buna herhangi bir faydam olabilir mi diye, düşündüm.
Aditya: Asif’e senaryoyu gösterdiğimi dahi sanmıyorum. Sadece ona filmden ve farklı bölümlerinden bahsettim. İlgilendi ve sonra yazım süreci başladı.
Hikâyenin parçalan bendeydi, muhtemelen en başta aklımda tek bir sahne vardı. Sonra Sangit (görüntü yönetmeni Santosh Sivan’m erkek kardeşi ve filmin baş yapımcısı) ve ben biraz çalıştık. Ardından Aamir’in kuzeni Nuzhat (Mansoor’un kız kardeşi) işin içine dahil oldu ve diyaloglan benimle yazdı. Bundan sonra, son olarak filmin tümünü kaleme aldık. O zamana kadar, her şeyi yavaş yavaş bir araya getirmeye çoktan başlamıştık.
Bu çok ilginç bir yöntem çünkü günümüzde kurumsallık
ötesi bir çağda yaşıyoruz ve herkes yurtdışı film yapımcılığı metodolojisinden etkileniyor. Ama bu filmde, biz geriye doğru çalıştık. Mesela, benim bir şeyi çekmek isteyeceğim ilginç bir nokta ya da yer bulduk, sonra senaryoyu ona göre kaleme aldık. Genelde insanlar önce sahneyi belirler, ardından bunun nerede çekilmesi gerektiğine karar verir. Biz tersini yaptık. Mesela, Aamir’in evinin, benim evim olacağını, ya da büyükannemin evinin bazı bölümlerinin filmde kısmen yer alacağım hep biliyordum. Sonra, Nariman Point’in sonu gibi benim açımdan Mumbai’nin çok simgesel bölgeleri olan şehirdeki bazı mekânların filmde bulunmasını istediğim şeyler olduğunu biliyordum.
Geriye dönüp Raakh 'in çekimlerine baktığımda, kesinlikle en ufak bir sorun olduğunu hissetmiyorum. Çok gençtim ve bu kesinlikle Asif’in yapımcı olarak becerileri hakkında bir çok şey açıklıyor. Ayrıca iyi bir ekibim olduğu için de şanslıydım.
Asif: Raakh ’ın çekimindeki zorluk kısmen fmansaldı. Fakat bu da o günlerde film yapımcılığının farklı olmasından kaynaklanıyordu. Örgütlenmemişti. Dolayısıyla sorun Raakh ’da değildi, diğer filmlerin hepsi sorunluydu. Tüm kültür bugünkünden biraz daha az disiplinliydi. Yıldız tarih vermezdi ve mutlaka iptaller yaşanırdı. Projeler gecikir, filmler tamamlanmaz, karekterler ya da yapımcılar değişirdi. Sonuç olarak sektör bu sorunları yaşamaktaydı ve bu Raakh ’a da yansımıştı. Her ne kadar Raakh popüler sinema olmasa da, yine
de aynı insanlarla uğraşmak zorundaydınız.
Dolayısıyla ilk sorun finansal kısımdı ki biz bunun üstesinden çok daha kolay geldik. Ama sonunda ürün hazır olduğunda, bu tür ürüne uygun ortam yoktu. Bu Mughal-e Azam (The Emperor of the Mugals) değildi, Ankur da öyle. Başka bir şeydi.
Aditya: Filmin uzun süreli cazibesi senaryosunda ya da diyaloglarında değil, daha ziyade üç teknik kafada yatıyor... ben, Santosh ve Nani (Sreekar Prasad). Bu Ranjit’in katkısını (yazar Ranjit Barot) tabii ki göz ardı etmiyor; ancak bu kombinasyonun ne yaptığını görmek oldukça ilginç.
Tabii bu performanslardan ayrı. Şahsi düşünceme göre, Aamir’in hayatında Raakh 'da yaptığı kadar büyük bir samimiyetle hiç oynamadığını düşünüyorum. Bu filmdeki gerçeklik seviyesi, Aamir’in kişiliğine diğer filmlerinden herhangi birisinde gördüğümden çok daha yakın. Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında, film kesinlikle sizi görsel imgeleme, seçenek ve gösterime hazırlanması konusunda hâlâ şaşırtan bir niteliğe sahip.
Asif: O günlerde bile Raakh kategorisindeki diğer herhangi bir filmden çok daha fazla insan tarafından seyredildi. Qa-yamat Se Qayamat Tak la aynı zamanda piyasaya sürüldü ama Qayamat Se Qayamat Tak değildi. Bir Amitabh Bachc-han, Arşad Warsi ya da irfan Han filmi yapıp yapmamanıza bağlı olarak, bir filmin başarılı olması için farklı bir seviyede
olması gerek. Buna rağmen, Hindistan’m her tarafında piyasaya sürülme şekli çok başarılıydı. Filmin piyasaya sürüldüğü Hindistan sinema salonlarının hepsi, kaliteli filmler oynatan bir numaralı salonlardı. Aynı zamanda denizaşırı ülkelerde gösterildi ve VHS kaset olarak piyasata sürüldü. Her videoyla birlikte Aamir Khan’m kartpostalını bedava dağıtan ilk kişi biziz.
Ama ekonomik açıdan baktığımızda, parayı geri kazanamadı çünkü tutunmaya çalıştığı fiziksel bölge çok büyük değildi. Hyderabad’da, dağıtımcı tarafından iki sinema salonunda gösterime alındı. Bu sinema salonlan Hindistan’ın o güne kadarki en büyük kapasitesine sahipti... Gösterim başına 6000 insan. Bunu kontrol etme şansımız yoktu.
Ancak piyasaya sürüldüğü dönemde oldukça mutluyduk çünkü film, uzmanlar ve dağıtımcılar tarafından “piyasaya sürülemez” olarak ilan edilmişti. Herkes bize, “Bu filmi yaptığınızı unutun çünkü günyüzü göremeyecek,” diyordu. Şarkıları, teni, doğru formülü, amortismanı, ma ’sı (annesi) yoktu. Ama filmi piyasaya sürmeyi başardık. Bu en büyük başarıydı.
Bugün film önemli, çünkü yirmi yıllık10 bir film. Filmin yapımından sonra tüm ekip dağıldı, aynı birleşimi bir daha aynı çatı altında toplamanız mümkün değil. Bunu yapmayı bir dâhi bile planlasa, insanların birbirinden farklı kariyerleri hedeflenen şeyin gerçekleşmesini, Santosh Sivan, Aamir Khan, Ranjit Barot, Sreekar Prasad, Aditya Bhattacharya ve Pankaj Kapoor’un bir araya gelerek film yapmasını imkânsız kılar. Hepsi açısından bu film, onların doğuş eşiğiydi. Bu yüzden film yirmi yıl öncesine kıyasla çok daha önemli bir hale geldi. Aamir Khan’ı Ghajini’de (2008) seyredin, onun nereden geldiğini anlarsınız. Ayrıca bunun onun becerisi, hayal gücü ve bağlılığına ilişkin elinizdeki en eski ipucu olduğunu da fark edersiniz.
Aditya: Bence bu filmi sırf belirli bir enerji seviyesi, yaratıcılık ve tam bir kaygısızlık yüzünden yaptık. Korkulan dinleseydik bu filmi yapamazdık. İşte, AsiPe hakkını vermemizi gerektiren diğer bir nokta da bu, çünkü o bizden dönüp her şeyi değiştirmemizi kolayca isteyebilirdi. Bence o zaman film de bu kadar uzun sürmezdi. Aynca, bugün bile, insanların yirmi yıllık bir film hakkında bana soru soracaklannı da düşünmüyorum. Ama 1989’u dikkate alarak birisine o günlerden hangi filmi hatırladığını sorarsanız, insanlann bundan başka hangi filmi oturup tartışmak isteyeceğini doğrusu bilemiyorum.
Bunun sebebinin Raakh ’daki saflıktan kaynaklandığını düşünüyorum. Santosh gerçek anlamda hoşlandığı türden bir film çekmişti. Sreekar haz aldığı bir tarzda düzeltme yapmıştı. Ben görmek istediğim filmi çevirmiştim. Hiçbirimiz neyin işe yarayacağını algılayacak türden bir pazar araştırması bakış açısından gelmiyorduk. Ben bunun filmi ticari bakımdan daha başarılı yapacağını kesinlikle hissediyordum; fakat çok kişide de etki bırakmayacaktı.
Raakh posterine baktığınızda, hiç de yirmi yıllık bir afişi andırmaz. O günlerden kalma diğer bir afiş görürseniz, inanılmaz derecede eskimiş bulacaksınız. Bu nasıl oldu? Bu afiş yapanlann bile ilk deneyimiydi. Daha önce hiç film afişi yapmamışlardı. Çünkü biz, “Başkalarının filmlerinin ya da afişlerinin neye benzediği umurumuzda bile değil. Filmlerin* neye gereksinim duyup duymadıkları da öyle. Biz bu filmi yapacağız,” dedik.
Asif: Konu Aamir’in filmdeki performansından açıldığında Raakh Aamir’in Amir Hussein rolünü oynaması gerektiği yönündeki inancımı pekiştirmişti. Bu kesindi. Mesela, yakınlarda Dubai Return adında bir film yaptım ve eğer İrfan Han olmasaydı o filmi kesinlikle çekmezdim. O rolü, ondan başka oynayabilecek kimse yoktu. Raakh ’da da durum böy-leydi.
Yine de zordu. Aamir çok çalışkan bir adam fakat o günlerde genç bir aktördü. Dolayısıyla bazı şeyler onun açısından çok zor oldu. Çok kere, insanlar onun bunu başarıp başaramayacağım merak etti. Buna rağmen, ben onun başarısından bir kez olsun şüphe etmedim.
Aynı zamanda tanınmamış bir gence dönemin muhtemelen en saygın aktörlerinden birisinin, Pankaj Kapoor’un karşısında rol verdiğimizi de unutmamalısınız. Bu Pali Hilrden gelen, NSD’den (Ulusal Drama Okulu) mezun olmuş, kesinlikle çok başarılı bir oyuncunun karşısında getirilmeden önce bu boyutta bir deneyim yaşamamış bir adam için çok büyük bir şeydi. Aamir beklentileri aştı.
Onda eğitimli aktörlerde olmayan bir şey vardı ki bu bir tür savunmasızlıktı. Bence filmi bugün bile seyredilmeye değer kılan şeylerden biri Aamir’in performansının bu acemiliği, içtenliği ve saflığıydı. Filmi özel yapan şey buydu.
Eminim ki daha sıkı çalıştığı başka filmler de olmuştur. Ama onların Raakh ’da gözlemlenen türden bir şeffaflığı yok. Raakh 'da, ancak olan bitenin farkında olmadığınızda ve yönetmene yüzde yüz güvendiğinizde elde edilmesi mümkün olan mutlak bir savunmasızlık var.
Dil - Çağdaş Romantizm Saf Eğlenceyle Buluşuyor
Mansoor Khan’ın yanı sıra, Indra Kumar da Aamir Khan ile maksimum sayıda film çevirme imtiyazına sahip olmuştur. Dil’in kampüs romantizmini saha sonra Ishq(Aşk) ve Marnı takip etti. Aşağıda, Indra Dil’in yapımını ve Aamir’in o günden bu yana geçirdiği evrimi sesli düşünüyor.
İndira Kumar: Dil çığır açan bir filmdi. O günlerde, filmdeki sıralanım Aamir’in tabureyi kırması, ateşin etrafında dönmesi ve Madhuri’yle evlenmesi gibi dönüm noktası sahnelerden oluşmaktaydı. Bu filmin, Anupam Kher ve Aamir’in canlandırdıkları karakterler gibi çok sayıda canlı anları vardı. Dolayısıyla film yapımcılığına özgün bir yaklaşımdı. Aynen Dil Chahta Hai(Kalbin Arzusu) ’nin tamamen yeni bir deneyimle ve arkadaşlığı ekranlara farklı bir şekilde yansıtma tarzıyla piyasaya sürüldüğü (2001) zamanki gibi... Dil, neredeyse birbirlerini boğazlayacak noktaya gelip sonra âşık olan iki sevgili hakkındaydı. Bu yeni bir fikirdi. Delikanlı okula giden ve eşek şakaları yapan sıradan bir gençti. Kız da, daha önceki kadın kahramanlardan bazılarının tam aksine oğlanlardan korkmayan, sıradan bir kızdı. Öfkelenmesi durumunda, oğlanı yapmadığı halde kendisine tecavüz etmekle suçlayabilirdi. Dolayısıyla Dil 'deki yaklaşım ve karakterler özgündü. Ben de o günlerde çok yeniydim, fikirlerim tazeydi, lekelenmemişti. Dil seyirciye sunmak istediğim saf eğlencenin tüm unsurlanna sahipti.
Birisi, bana Dil’le Aamir’i boğulmaktan kurtardığımı söyledi. Ama aslında, bizzat ben havuza ilk kez girmiştim. Dolayısıyla asıl kendimi kurtarmakla meşguldüm ve bu süreçte başkasına yardımcı olup olmadığımı da bilmiyorum. Aamir de birkaç röportajında, Dil olmasaydı ne olurdu, bilmiyorum demişti. O günlerde, Dil onun son filmiydi. Elinde başka film yoktu. Dil olmasaydı, Aamir’in aktörler arasında zirveye tırmanması imkânsızlaşacaktı. İnsanlar böyle söyledi, Aamir de birkaç röportajında bu gerçeği vurguladı. Onun yorumu ne olursa olsun, daha önce de ifade ettiğim üzere, ben kendimi kurtarmakla meşguldüm.
Dil*i çekerken birçok zorlukla karşılaştım; çünkü ilk kez bir film yönetiyordum. Dolayısıyla maddi sorunlardan payımı aldım. Sonuç olarak Dil 'e diğer büyük herhangi bir filme yapacağımız gibi harcama yapmaya karar versek de, aslında buna yetecek paraya sahip değildik. Ama benim filmdeki en zor anım, Aamir, Madhuri ve benim bir arada olduğumuz ve Aamir’in Madhuri’nin el falına baktığı andı {giilüm-sedi). Ben de gelip onlarla oturdum, Aamir sözlerine, “Bir gün çok büyük bir kahraman olacaksın. Süperstar olacaksın,” diyerek başladı. Ben de konuşmaya, “Madhuri abhi tu bahut badi kemine ban cayegi(Madhuri, şimdi büyük bir kahraman olacaksın) diye katıldım. İkimiz de onunla şakalaşıyorduk. Ama Aamir’in ne yapacağının farkında değildim, ta ki inanılmaz bir şekilde Madhuri’nin eline tükürünceye kadar.
Madhuri, bu yaptığına şeye inanamadı. Vurmak için arkasından koşturdu ve ardından bir kovalamaca yaşandı. Hambe Caisi Hadi Hai şarkısını söylediğimiz oditoryumda koşuyorlardı. Madhuri, onu öldürmek istedi. Sonra beni yakaladı çünkü bu işle benim de ilgimin olduğunu düşünüyordu. “Anduji...” dedi, Bir yaprak gibi titriyordum, (içtenlikle güldü) çünkü bu işin parçası değildim. Sonra gözlerimin içine baktı ve, “Yemin ederim Madhuri, bundan haberim yoktu,” dedim. Gitmeme ancak o zaman izin verdi. İşte, Dil ’in yapımındaki en zor an buydu. Geri kalanı önemli değildi. Bu komplonun bir parçası olmam durumunda Madhuri’nin beni kesinlikle öldüreceği an buydu (güldü).
Aamir muziptir. Bazen bu tür inanılmaz şeyler yapar. Ama iş söz konusu olduğunda, Dirin çekimlerinin ilk ve son günü arasında, Aamir’in performansının l’den 100’e çıktığını gördüm. Tek bir film süresince bir aktörün bu kadar değiştiğine hiç şahit olmamıştım.
Onunla filme başladığımda, filmdeki onca sahneyle nasıl başa çıkacağından emin değildim. Başımın büyük bir belada olduğunu düşünmüştüm. Diğer yandan, Aamir de, “Arrey yaar, main kya acting kar raha hoorı... yeh to sara overacting kara raha hai mujhse,” (ben rol yapmıyorum. O beni abartılı bir şekilde oynamaya zorluyor) diye düşünmüş olmalı. Ama yavaş yavaş, benim isteklerimi ve karakterin gereklerini güzel bir şekilde karşılamaya başladı... Komedi, romantizm, ciddiyet ya da gerilim, hangisi gerekiyorsa onu. Bu karakterde çok fazla yön vardı. Ama o her şeyi mükemmel bir şekilde idare etti.
Geçen her günle birlikte, onun iyiden harikaya, oradan üstüne, oradan da insanın aklını başından alan seviyeye ilerlediğini hissettim. Dolayısıyla film çekimlerinin yapıldığı her günle birlikte, ona beslediğim hayranlık arttı. Bu kariyerim süresince başıma hiç gelmeyen bir durumdu. Kıvranan bir larvadan güzel bir kelebeğe dönüşü o filmde yaşandı. Aamir’deki bu değişimi görebiliyordum. Bundan sonra, bir daha dönüp arkasına bakmadı. Artık bunu oynadığı her filmde yapıyor, her girişimle daha iyiye gidiyordu.
Aamir birkaç röportajında, filmde evlilik sahnesi gibi birkaç sahnede kendisini oldukça rahatsız hissettiğinden bizzat bahsetti. Sırf bir sandalye kırdığı için bir kızla evlenmek zorunda kalmasının oldukça komik olduğunu düşünüyordu. Sonunda, her ne kadar gönülsüz olsa da sonunda pes etti. Ama ben ona bunun işe yarayacağından çok emin olduğumu ifade ettim. Dolayısıyla o da bana güvendi ve o sahne filmin en büyük anlarından biri oldu. Hâlâ da bir kült dramatik sahne olarak isimlendirilir ki bu daha önce olmadı ve bundan daha sonra da hiç yaşanmadı.
Aamir’in sahnedeki performansı sekansla başabaştı. Benim beklentilerimin ötesine geçti. İşte bu yüzden bu büyük bir sinemasal an oldu. Eğer aktör senaryonun gereğini yapmamış ve kendisini ona tam anlamıyla vermemişse, o sahne hiçbir zaman hatırlanmaz. Her ne kadar benim düşünce sürecime inanmadıysa da, sezgilerime hâlâ güveniyordu ve elinden gelenin en iyisini yaptı. İşte, Aamir konusunda en hayranlık uyandıran şey de bu.
Ama benim filmdeki en favori sahnem, Aamir ve Madhuri’nin evlendikten sonra kavga etmeleridir. Aamir, evi terk eder ve Madhuri, onu aramaya çıkar. Geri döndüğünde, onu evde oturur halde bulur. Aamir’i kucaklar, ona vurmaya başlar, kendisi onun için her şeyi terk etmişken neden onun evden öylece ayrılıp gittiğini sorar. Sonra içeri geçer ve ağlamaya başlar.
Fakat Aamir, onu terk etmemiştir. Gidip onun için aldığı ziynet eşyalarını çıkartır ve Madhuri’ye takar. Sonra Madhuri ona, “7w kabi chodke mat can,” (Sakın beni bırakıp uzağa gitme) der. Bunda dramatik hiçbir şey yoktu. Yine de, sahnede muazzam bir dürüstlük mevcuttu.
Dil 'den bu yana, Aamir daha da çok evrim geçirdi. Daha önce de söylediğim üzere, Dil 'de, Aamir’in larvadan güzel bir kelebeğe dönüşümüne şahit oldum. Ama bugün, o kendisini güzel bir akşama ya da muhteşem renkleri olan bulutlarla süslü parlak bir günbatımına dönüştürebilir. O aşağıdaki suda ışıldayan ay olma kapasitesine sahip. Onda o kadar büyük bir yetenek var ki kişiliğini tüm bu şeylere dönüştürebilir ve güzel görünebilir.
En başta Aamir sadece özgün bir kelebek olsa ve güzelliği sınırlı kalsa da, şimdi kendine has bir tayf yaratacak kapasiteye sahip. Onun evrimi bu. Filmlerini de bu şekilde seçip yapıyor. Günümüzde, ister Lagaan, ister Dil Chahta Hai, Rang De Basanti (Onu Sarıya Boya), Taare Zameen Par (Yerdeki Yıldızlar) ya da Ghajini olsun, filmlerinin tümü farklı bir tayfa sahip.
Aamir’in en güçlü yanı dürüstlüğü. İnsanın savaşının yarısı bu nitelikle kazanılır. Bir konu seçer ya da şansınızı denerken, kendinize dürüst olmalısınız. Aamir’le başa baş giden ya da ondan daha iyi olan aktörler olabilir.
Bazı insanlar kendilerine önerilen paraya bağlı olarak bir filmde kötü de olsa çalışmayı kabul edebilir. Fakat Aamir, bunu kesinlikle yapmaz. Benim filmimde, sırf arkadaşı olduğum için rol almaz. Tanımadığı birisi ona iyi bir konuyla giderse, o filmde çalışır. Dolayısıyla o kendisine karşı dürüst. “Evet” dediği şey para, arkadaşlar ya da başka bir şey değil, filmin ta kendisidir. O zaman hiçbir şeyin önemi olmaz. Onun açısından sadece film önemlidir. Bu dürüstlük Aamir’in gücüdür.
Aamir, bundan sonra nasıl bir film yapabilir? Onun harika bir komedide oynadığını görmek istiyorum; çünkü bu onun uzun zamandır yaptığına şahit olmadığım bir şey. Komedilerinin hepsi, Rajkumar Santoshi ile yaptığı Andoz Apna Apna haricinde, benimle çekildi. O filmde de, sahneler her ne kadar komik olsa da, Aamir komik değildi. Ancak lshq ya da Dil 'de, Aamir gülünçtü. Onun bunu yaptığını tekrar görmek istiyorum. Şimdi reklamlarında komedi yapıyor ama filmlerinde değil.
Eğer Aamir komedi yapmak isterse bunu benimle yapmalı (güldü). O muhteşem bir aktör ve ben komedide ondan nasıl faydalanacağımı biliyorum. Ama bunun dışında, sadece şaka yapıyorken bile, seyircinin bakış açısıyla konuştuğumda, gerçekten de onun gerçek bir komedi yaptığını görmek isterim. O her şeyi yaptı ama insanlar komedyen Aamir’e bayılır; bu kesinlikle gişe rekoru kırar.
Onunla üç film yapan sadece iki yönetmen var: Man-soor Khan ve ben. Ben, Mansoor Khan’ı geçmek ve onunla bir film daha yapmak istiyorum (güldü) ve bunu da başaracağım. Bu imtiyaz bende olacak; çünkü hiç kimsenin şimdiki kariyerinde Aamir’le dört film yapacağını düşünmüyorum.
Aamir; Mansoor Khan; Aditya Bhattacharya ve Indra Kumar’la birlikte filmlerde rol alırken yaptığı sinemanın kalitesini ölçüyordu. O dönemde Hint sinemasında yıldızı parlayan saçma filmlerin aleyhine sık sık konuşuyordu. O günlerde The Sunday Review *e verdiği bir röportajda, “En büyük engel şu ki, çevirdiğim türden filmler beni gerçekten heyecanlandırmıyor. Hepsi de iddiasız. Love Love Love gibi hoş ve saçmalar, ama işte o kadar. Akla yatkın, duyarlı filmlerin yapıldığını biliyorum fakat hiç kimse benden onlarda rol almamı istemiyor,” dedi. Aslmda, bu erken dönemde bile, belirli birtakım yayınlar çoktan, Ramesh Sippy, L.C. Bokadia ve Rahul Rawail gibi dönemin en saygın isimlerinin tekliflerini geri çeviren Aamir’in “çıktığı kabuğu beğenmemeye mi” başladığını merak etmeye başlamışlardı. Aamir, her ne kadar bir yönetmenle çalışmak istiyor olsa da, aynı zamanda oynayacağı rolü düşünüyor ve şanına gölge düşürecek gibi görünen filmleri geri çevirmekte tereddüt etmiyordu.
İlk on filmini hiç düşünmeksizin imzalamış olması genç bir aktörün kendine olan güvensizliğinden kaynaklanmıştı ama bu 80’lerin sonu ve 90’lann başında, Hint film endüstrisinin yerleşik bir kuralıydı. O günlerde ondan çok daha yerleşik aktörlerin önceden imzalı 30 kadar filmi vardı.
Her ne kadar Aamir’in kalbi ona doğru yolu gösteriyor olsa da, daha önceki seçimlerinin bir kısmı takip eden altı yıl boyunca gişeleri bombalamaya devam etti. 2009’da M dergisiyle yaptığı röportajda Aamir, “Bu büyük bir hataydı. O filmleri çekmeye başladığımda, böyle çalışmak istemediğimi fark ettim. Aynı zamanda bir filmi seçerken, senaryonun benim açımdan heyecanlı olmasının yanı sıra, film yapımcısına da oldukça önem vermem gerektiğinin farkına vardım,” dedi.
Kararlarını tekrar gözden geçirme becerisi, aktörlüğünün erken döneminin daha sonraki filmlerini inanılmaz derecede dikkatli seçmesini garanti altına almasını sağladı. Gişelerdeki başarılarına bakmaksızın, o yılların filmleri Aamir’in daha sonraki çalışmalarını başlatacağı bir öğrenme panosu görevi gördü.
Bir insanın attığı adımlarda hem zafer hem yenilgi olmalıydı. Sürekli değişen Hint film endüstrisinde başarının Tanrı vergisi olmadığı açıktı. Bu her seferinde, en baştan ka-zanılmalıydı. O dönemin filmleri, QayamatSe Qayamat Tak, Raakh ve Dil, bu yolculuğun başlangıcıydı.
(İng.) Kilit, (ç.n.)
Hint kınası, (y.n)
Kanadalı yazar Franklin E. Dixon ’in ünlü çocuk romanı serisi, (y.n)
Afacan Beşler, Gizli Yediler gibi ünlü çocuk serüvenleri kitaplarının İngiliz yazarı, (yn)
(Hint.) Kadın hizmetçi, taya.(ç.n)
(İng.) lndian fnstitule of Management Bangalore/Hindistan İşletme Enstitüsü, (ç.n.)
(Hint.) Eskiden insan gücüyle çalışırken şimdi motorlu hale getirilmiş üç tekerlekli dolmuşlar, (y.n)
(Hint.) Efendi, (ç.n.)
Francis Ford Coppola 'mn yönettiği, 1979 yapımı ünlü film, (ed.notu)
Film, 1989yapımı. Değerlendirme, yazının yazıldığı döneme ait. (y.n)